Sap ile samanı birbirine karıştırmamak lazım. En önemlisi de ilkeli ve tutarlı olmak lazım. DEM Parti’yi PKK’nın partisi olduğu için muhatap kabul etmemeyi anlarım, lakin DEM Parti’ye şu veya bu nedenle oy veren vatandaşları hiçbir şekilde muhatap kabul etmemeyi anlamam. Hele herkese açık olması gereken belediye kapısının bir tek DEM’lilere kapalı olacağının söylenmesini zinhar anlamam. Bu, sap ile samanı karıştırmak anlamına gelir. En fenası da bu ülkenin anayasa gereği eşit olan vatandaşlarının
Sap ile samanı birbirine karıştırmamak lazım.
En önemlisi de ilkeli ve tutarlı olmak lazım.
DEM Parti’yi PKK’nın partisi olduğu için muhatap kabul etmemeyi anlarım, lakin DEM Parti’ye şu veya bu nedenle oy veren vatandaşları hiçbir şekilde muhatap kabul etmemeyi anlamam. Hele herkese açık olması gereken belediye kapısının bir tek DEM’lilere kapalı olacağının söylenmesini zinhar anlamam. Bu, sap ile samanı karıştırmak anlamına gelir. En fenası da bu ülkenin anayasa gereği eşit olan vatandaşlarının bir kısmını ötekileştirmek anlamına gelir ki bunu tasvip etmek hem anayasa ihlalidir hem de sosyal barışı bozan tehlikeli bir düşmanlaştırma siyasetidir.
CHP’nin aynı zamanda TBMM’de grup başkanvekili olan Afyon belediye başkan adayının bu meyandaki sözleri aynı zamanda kendi partisinin DEM Parti ile geliştirdiği ittifak ilişkileri göz önüne alındığında ilkesiz ve tutarsızdır.
Madem kazanmanız halinde DEM’lilere belediyenin kapılarını kapatacaksınız, o zaman sormazlar mı DEM ile kurumsal düzeyde ittifak içinde olan CHP’de ne işiniz var?
Nereden baksanız tutarsızlık ve ilkesizlik…
DEM’lileri belediyeden içeri sokmayacak iseniz o vakit mecliste olmalarına niçin itiraz etmiyorsunuz?
PKK’nın partisi DEM’in mecliste olmaması gerektiği söylendiğinde niçin kalkıp bunu diyenlere “DEM, tıpkı başka partiler gibi yasal partidir. Her yasal partiyle olduğu gibi DEM ile de görüşür iş birliği yaparız!” deyip durdunuz? Madem öyle, DEM’e oy veren vatandaşları dışlamak bu söyleminizle çelişmez mi? Önceki ve şimdiki genel başkanlarınız, Demirtaş’a selam gönderirken siz o partinin vekili olarak niçin itiraz etmediniz? Ne yani DEM’in genel başkanı veya vekili iseniz sorun yok ama DEM’e oy veren bir vatandaş iseniz sorun var anlayışı, ne menem bir anlayıştır?
DEM Parti, Kılıçdaroğlu için çalışırken, üstelik karşılıksız cansiparane çalışırken, DEM’liler de Kılıçdaroğlu’na oy verirken iyiydi de belediyeyi kazandığınızda kapı dışarı edeceğiniz kadar kötücül nasıl oldular?
Madem belediye kapısından dahi içeri sokmayacağınız kadar zararlılar, peki o halde niçin cumhurbaşkanlığı seçiminde onların oylarını almak için onlarla ittifak yaptınız?
Dedim ya, nerden baksanız tutarsız.
CHP’de grup başkanvekili olacaksınız, genel başkanınızın DEM ile geliştirdiği derin dostane ilişki ve ittifak sistemine tek laf etmeyeceksiniz, sonra Afyon gibi dindar-muhafazakâr-milliyetçi bir şehirde belediye başkan adayı olduğunuzda DEM’e oy veren vatandaşları, daha açık bir ifadeyle DEM’in Kürtlerini düşmanlaştırma yoluna gideceksiniz,
olacak şey mi bu?
Bu kadar ilkesiz ve tutarsız bir davranış bence sadece Burcu Köksal’a özgü değil. CHP’nin asıl ideolojik-siyasi genleriyle alakalı bir durum bu.
Hiç kuşku yok: CHP’nin DEM’in oylarına ihtiyacı olmasaydı Burcu Köksal’ın dediklerini CHP genel başkanı ve parti yetkilileri derlerdi.
Burcu Köksal’a o lafı ettiği için kapıyı gösteren İmamoğlu şayet Afyon adayı olsaydı aynını derdi. Ama İstanbul’da DEM’lilere, DEM’e oy veren Kürtlere ihtiyacı olduğu için DEM üzerinden Kürtleri sahiplenir görünüyor.
DEM’in bu başat CHP zihniyetine rağmen Kürtleri Erdoğan düşmanı kampa, yani CHP’nin yedeğine yerleştirmesi de gerçekte CHP zihniyetiyle benzer bir laikçi-seküler zihniyete sahip olmasıyla alakalıdır.
DEM’in öyle sanıldığı gibi Kürtlük hassasiyeti olsaydı veya DEM sadece Kürtlük hassasiyetiyle hareket eden bir parti olmuş olsaydı ne kendini ne de adına hareket ettiğini söylediği Kürtleri CHP’nin stepnesi kılmazdı.
Bitirirken önemle hatırlatmak isterim ki DEM’li Kürtlere devletin ve belediyenin kapılarını kapatan her anlayış, etnik bölücülüğe hizmet eden ve dolayısıyla Türkiye’ye kaybettiren
zararlı bir anlayıştır.
Bu ülke hepimizindir.
DEM Kürt milliyetçiliğini “ilkel” görüp suçlayan bir ideolojik zihniyetin partisidir.
DEM’in Kürtlük hassasiyeti, ideolojik-siyasi önceliğine hizmet ettiği ölçüde kullanılan bir araçsallık işlevine sahiptir.
DEM her Kürt’ü sevmez.
Kendi ideolojisine karşıt veya kendi siyasetine ters hiç bir Kürt’ü sevmez.
DEM’in makbul Kürt’ü, kendinden olan Kürt’tür sadece.
Kendinden olmayan Kürt ise imha edilmesi gereken bir düşmandır.
DEM sadece kendi dışındaki Kürde değil, içindeki Kürde de kendisi gibi olma hakkını tanıyan bir yapılanma değildir.
DEM’in Kürt’ü iseniz, Kandil ne diyorsa onu yapacaksınız.
Kandil’in selam vermeyin dediğine dahi selam veremezsiniz.
DEM’in Kürt’ü aslında özgür değildir.
İrade sahibi hiç değildir.
Kendisi gibi olmak istediğinde veya bir yanlışa itiraz ettiğinde ve/ya da kendisine dayatılana karşı çıktığında anında ya susturulur ya hain ilan edilir ya da ihraç edilir.
Bir bakarsınız ki dün kahraman yurtsever olan biri anında hain diye yaftalayıp partiden ihraç edilmiştir.
DEM’in özgürlük iddiası, ironik paradokslarla doludur. “Kürtleri özgürleştirmek” iddiasını sıkça dillendiren DEM yetkililerinin kendileri bile Kandil karşısında özgür değillerdir.
DEM kendisini muhatap almayan partilere karşı demokrasi ve demokratik siyaset adına zehir zemberektir. Ama kendisi hem kendisi dışındaki, hem de içindeki Kürtlere karşı fena halde baskıcıdır. Kendi içindeki Kürtlerin başka Kürtlerle bırakınız siyaseten ilişkilenmeyi adeta selam vermeyi bile yasaklar. Sözgelimi HÜDA-PAR’ın belediye başkan adayıyla karşılaştıkları bir maç esnasında merhabalaşıp fotoğraf çeken kendi belediye eş başkan adayını partiden ihraç etmekten kaçınmaz. Kendisi muhataplık der, diyalog der, özgür siyaset der, lakin yaptığı tam tersidir.
En insani bir ilişkilenmeyi ve diyaloğu bile kendi Kürt’üne yasak kılar. Bu yasağa uymayanı ise kapı dışarı eder. Boynuna bin bir yafta asarak hem de.
DEM’in Kürtleri birbiriyle düşmanlaştıran ve Kürtlerin özgür iradelerini yok eden kaskatı ideolojik anti-demokratik bu zihniyeti sonlandırılmadıkça Kürtlerin özgürleşme diye bir sorunu hep varolacaktır.
DEM bu yönüyle asıl Kürtlerin sorunudur, biline!
Türk-Kürtsüz, Kürt-Türksüz eksiktir. Kürtsüz bir Türkiye eksiktir.
Türkiye Kürtlerin devletidir.
Kürdü Türk’ün, Türkü Kürt’ün karşına dikmeye çalışan Türk’ün de, Kürt’ün de, Türkiye’nin de hasmıdır.
Türkçe ile Kürtçe kardeştir.
Türkçe ne kadar bizimse, Kürtçe de o kadar bizimdir.
Kürtçeyi kendine ait bilmeyen bir Türk anlayışı ile Türkçeyi kendinden bilmeyen bir Kürt anlayışı, büyük birlik anlayışımızın önündeki en sorunlu anlayıştır.
Türk’ün Kürt’ten, Kürt’ün Türk’ten üstünlüğü yoktur.
Türkçenin de Kürtçeden.
Dillerimiz arasında üstünlük ve imtiyaz ihdas edenler bilesiniz ki birliğimize yazık ederler.
Tıpkı tarihte olduğu gibi bu ülkenin bütün dillerini aynı önemde görüp kendinden bilen bir kuşatıcı anlayışın sahipleri ancak Türkiye Yüzyılı’nı inşa edebilirler.
Dillerimizden birinin, aziz Türkçe’mizin resmi dil ve eğitim dilimiz olması, diğer ana dillerimizin Türkçe kadar önemli olmadığı anlamına gelmediği gibi, nisyana terkedilmesi gerektiği anlamına da gelmez. Tersine bu ülkenin bütün dillerinin bir kültür ve edebiyat dili olarak gelişip serpilebilmesi için yapılması gereken her şeyin yapılması gerektiği anlamına gelir. Türkçe’mizin dışındaki diğer dillerimizi sadece evde konuşulması gereken dillere dönüştürürsek zamanla bizi zenginleştiren o dillerimiz unutulur gider. Bu da bizi tek dilli kılar. Kültürel anlamda fakirleştirir ve çoraklaştırır.
İmparatorluk bakiyesi çok dilli ve çok kültürlü bir yapıdan homojen bir yapıya evrilirsek, tarihsel iddialarımızdan da vazgeçmiş oluruz.
Türkiye Yüzyılı, Türkiye’nin sırtını yasladığı o çoğulcu imparatorluk vizyonu ve çok dilli büyük millet tasavvuruyla daha anlamlı ve güçlü olur elbette.
Tarihsel Türk-Kürt kardeşliğini bu anlayış temelinde inşa etmek amacıyla kurduğumuz Demokrasi ve Birlik Derneği bilinsin isterim ki Türkiye Yüzyılı’nın inşa sürecine üstüne düşeni fazlasıyla yapacaktır.
Uzattığımız eli tutunuz diyorum.
Herkes için demokrasi isteyen ve farklılıklarımızı bir büyük millet tasavvuruyla anlamlı bir birliğe dönüştürmek isteyen bu çabamıza siz de gelin el verin diyoruz.
Her türlü etnik ve siyasal bölücülüğün önünü bu anlayışla ancak kesebiliriz.
Elimizi tutun ki birlikte kazanalım.
Birlikte Türkiye olalım.