Dün Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül köşesinden soruyordu:
Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’ın Veliaht Prensleri üzerinden kimlere nasıl paralar aktarılıyor, nelerin hazırlıkları yapılıyor. Birleşik Arap Emirlikleri’nin 15 Temmuz darbesine 3 milyar dolarlık fon sağladığı bir komplo teorisi değil, Ankara’da resmi makamlar tarafından dillendirilen, muhatapları tarafından da yalanlanmamış bir veri olarak önümüzde duruyor.
Bu durumda fonlamanın 15 Temmuz öncesi ve sonrasında da devam etmediğini düşünmek için ciddi anlamda saf olmak gerekir.
Hele hele bugünlerde…
Ülkesini modern ve yeniliklere açık bir anlayışla 30 belki de 50 yıl boyunca yönetme iradesini ortaya koymuş bir ismin peşinde olduğu imajla, Yemen’deki çocukları açlıktan ölüme terk eden, muhaliflerini işkence ile susturan, daha fazlasını bir gazeteciye reva gören aynı ismin imajının ortak bir zeminde buluşması hiç de kolay bir şey değil.
Bunun için kesenin ağzını biraz daha açmak, hem piar çalışmalarına hız vermek, hem de “Geleceğin parlak lideri” imajını yerle bir edenlerin üstüne gitmek gerekebilir.
Peki, bu işler için nerelere nasıl paralar aktarılıyor? Nasıl bir sistem işliyor?
Bu konulara kafa yoran, iz süren bir tanıdığımın birkaç konuda birden dikkatimi çekmesi sayesinde bir takım ipuçlarını yakaladığımı söyleyebilirim.
Öncelikle, fonlama sisteminin işlemesi için hedef alanının daha çok Avrupa ve ABD toprakları olduğunu bilelim.
Çünkü buralardan kotarılarak yürütülen işlerin uluslararası ses getirme potansiyeli çok daha fazla oluyor.
Muhatabımın söylediklerine göre, bazen düşünce kuruluşlarına yapılan bağışlar, bazen Amerikalıların tabiriyle Embedded/iliştirilmiş gazeteci devşirme, kimi zaman siyaset yapan göz önündeki kişilere yönelme, bazen de etkili bir yayın kuruluşunu finanse ederek hedef doğrultusunda ilerleme.
Bütün bu yöntemler işletiliyor.
Alman basınında çıkan, Suudi Veliaht Prens Selman’ın Alman kamuoyunda iyi bir imaj oluşturmak için bu ülkedeki bir danışmanlık şirketiyle çalışmakta olduğu haberini, bu bağlama oturacak iyi bir örnek olarak sunabiliriz.
Bizim buraları daha fazla ilgilendiren, daha çarpıcı bir diğer örnek ise Amerika’dan.
Foreign Policy Dergisi’nde çıkan Türkiye karşıtı bir haber yapılacağı zaman ilk akla gelen isimlerden biri olan Can Dündar’la yapılan mülakatı merkeze alarak hazırlanmış bir yazıdan söz edeceğim.
Yazı, “To be a journalist in Turkey means you’re ready to sacrifice everything/Türkiye’de gazeteci olmak her şeyden vazgeçmeye hazır olmak demektir” başlığını taşıyor.
Biraz daha dikkatli bakınca, Batı basınında çıkan eleştirel yazılardan çok daha farklı bir amaç güdüldüğü, Kaşıkçı cinayetiyle ilgili Prens MBS ismi üzerinde biriken siyah bulutları dağıtma ve “Siz bu adamı suçluyorsunuz ama asıl cinayeti Tayyip Erdoğan işliyor” fikrini zihinlere yerleştirme amacı kendisini o kadar belli ediyor ki!
Okuyunca, “Bu gerçek anlamda fonlanmış bir yazı” diyorsunuz.
MBS üzerinde odaklanan uluslararası dikkatleri oradan alıp Tayyip Erdoğan üzerinde toplama çabası o kadar sırıtıyor ki.
İmaj koruma faaliyetlerinin bir parçası olarak imaj bozan aktörlere yüklenmek.
Evet tam olarak yapılan bu olmuş.
Ve bu yüzden “Fonlanmış bir yazıdan” söz ediyoruz.
Foreign Policy deyince az durup iki noktaya daha parmak basmak gerekiyor.
İlki, Can Dündar ile mülakatı yapan kadın gazeteci Sarah Wildman ile ilgili.
Bu kadın gazetecinin kariyerinden söz edilirken, “Geçtiğimiz on yıl içerisinde Paris, Viyana, Madrid, Washington, Kudüs ve Berlin’de çok sayıda burs ve cemaat desteğiyle yaşamış ve haber yapmıştır” deniliyor.
Doğrusu, çok sayıda burs ve cemaat desteğiyle yaşayıp haber yapan gazetecilerin bizim meslek grubunda çok fazla olmadığını sanıyordum!
İkinci bir konu, bu derginin yakın geçmişte, yine Türkiye bağlamında yaptığı işler.
Mesela, 15 Temmuz darbe girişiminden bir ay önce 16 Haziran tarihinde Foreign Policy dergisinde çıkan bir yazı.
Bush döneminde Neocon’ların lideri olarak tanınan Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in Ulusal Güvenlik Danışmanlığını yapan John Hannah, o günlerde Türk basını tarafından da alıntılanan yazısında şöyle diyordu:
“Türkiye’de er ya da geç bir hesaplaşma yaşanacak. Türkiye’de bir darbe ihtimali var.”
ABD basınında darbe girişiminden önce “Türkiye’de darbe olacak” temalı üç beş yazıdan bir tanesinin bu dergide çıkmış olmasını tesadüfe yormak için epeyce saf olmak gerekir.
Yoksa?
Yoksa, Birleşik Arap Emirlikleri’nin 15 Temmuz’u fonlamak için harcadığı 3 milyar doların içinden bir miktar para da bu dergide çıkan bu türden işlere, ‘Düşünce aktarımı görünümlü’ proje yazılara aktarılmış olabilir mi?
Tepesinde kocaman harflerle ‘Foreign Policy’ yazan saygın bir derginin böyle işlerle nasıl bir alakası olabilir ki.
Böyle sorabilirsiniz.
Peki acaba, sorun dediğimiz şey, tam olarak bu noktaya tekabül ediyor olabilir mi?
Yani bu derginin ‘Saygınlığı’ daha fazla parayı kendisine çekiyor olabilir mi?
Bilmem ne dersiniz…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.