ifadesi Selahattin Demirtaş’a ait.
2014 yılında, tıkanan çözüm süreci için iyi niyetle
arayışlarının yürütüldüğü ortamda, AK Partili bir isimle yaptığı görüşme sırasında söylemişti.
” derken, Suriye’deki yeni durumu, PKK/YPG’nin ülkenin kuzeyindeki kazanımlarını kastediyordu.
Suriye’de ABD’nin kuklası olma pahasına,
şartları oluşmuş, Öcalan’ın resimleri devlet dairelerine asılmış, dağdakilerin rüyalarını besleyen bu tablo hayat bulmuştu.
Demirtaş,
derken,
“Artık çözüm sürecinin sunduğu perspektifle yetinmemizi beklemiyorsunuz herhalde”
demek istiyordu.
2015 başından itibaren olup bitenleri, HDP’nin bu yeni duruşu üzerinden okumaya başladığınızda,
ifadesini anlamlandırmak mümkün hale gelebiliyor.
*
Grup toplantısında yapılan tek cümlelik “Seni Başkan yaptırmayacağız” konuşması,
*
Kürtlere dönük ret ve asimilasyon politikalarına son veren, üstüne de demokratik siyaset ve eşit vatandaşlık temelli bir projeyle sorunu kökten çözmek isteyen AK Parti ve Tayyip Erdoğan’a karşı nefret söylemine yönelip, Kürt sorununun ‘kurumsal sahibi’ CHP’yle ittifak için yelkenlerin açılması,
Haziran 2015 seçiminde alınan güçlü desteğin, Kürtlerin çözüm sürecine açtığı kredi yerine, PKK’nın ayrılıkçı ajandasına teslim olma biçiminde kullanılması,
*
PKK’nın Haziran sonrası oluşan belirsizlik ortamını, Rojava projesini Türkiye topraklarına taşıma amacıyla değerlendirmek istemesi,
*Açılan hendeklerle savaşı şehirlere taşıyıp,
adı altında megafonlarla duyurusu yapılan
“Biz artık devleti görmek istemiyoruz, buralarda kendi kendimizi yönetmek istiyoruz”
beyanları…
Bandı geriye doğru sarıp bakınca, bunların hepsini bir yerde,
ifadesinde karşılığını bulan yeni atmosferin çıktıları olarak görmek, anlamak mümkün.
Bu duruşun nasıl bir yanlış okuma üzerine yapıldığını ise, devamında karşılaştığımız gelişmeler gösterdi.
*
Hendek terörü, güvenlik güçlerinin sivil halkı koruma öncelikli yaklaşımı nedeniyle fazla şehit verme pahasına sona erdirildi.
*
Şehirlerin kıyı-köşelerinde oluşturulan sözde mahkemeler kapatıldı, sözde hâkimler, sözde savcılar tutuklandı.
*
PKK önce şehir merkezlerinden, devamında sığındıkları dağlardan önemli ölçüde kopartıldı, atıldı.
*
HDP açısından belki de en acısı, Rojava projesini Türkiye topraklarına taşıma çabasına Kürtlerin prim vermemesi oldu.
*
Demirtaş’ın halkı sokaklara davet eden açıklamaları, o olmayınca “Hiç olmazsa balkonlardan pencerelerden tepki verin” çağrıları, Kürt mahallesinde derin bir sessizlik ile karşılandı.
Derin bir sessizlik yerine, derin bir cezalandırma da diyebiliriz buna.
Bütün bunlar olduktan sonra
.”
Şehirlerdeki PKK baskısı giderildi.
HDP’li belediyelerin (bir bölümünün hendek eylemlerine izin vermediğini not edelim) imkânlarını PKK’nın ajandası için kullanıma sokmasına göz yumulmadı.
Kayyum yönetimleriyle o kanal da kesildi.
Devamında yapılan seçimlerde HDP, 2015 Haziran’ındaki kadar olmasa da yine yüksek oranlarda oy almayı başardı.
Ancak bu partiye verilen oyların, PKK’nın ayrılıkçı eylemlerine destek anlamında olmadığı da tecrübe ile sabit hale geldi.
Pazartesi günü Diyarbakır, Van ve Mardin için verilen kayyum kararı sonrası gösterilen tepkilerin cılızlığına, kendilerini Toma sularının önüne atarak Kürt mahallesini ayağa kaldırmaya çalışanların çabalarına rağmen, halkın sessizce cezalandırma tutumunun bir yenisine daha tanıklık ediyoruz.
Kalabalıklar sanki lisan-ı hal ile
“Biz böyle olsun diye oy vermemiştik”
diyor.
Kayyum uygulaması demokratik değerler açısından sevimli bir eylem değil elbette.
Halkın oylarıyla seçilenlerin işbaşında kalması, demokrasinin en temel kurallarından birini oluşturuyor.
Bunları tartışmaya devam edelim ama bunca yaşanmışlık üzerine HDP’nin terörle, şiddetle araya mesafe koyduğuna, demokrasi ile şiddetin yan yana duramayacağını anladığına dair kaç işaret verdiğini, bu konuyu kendi aralarında tartışma konusu bile yapıp yapamadıklarını da ayrıca sormaya devam edelim.