İdlib krizi Türkiye sınırlarını zorlarken…

04:0026/08/2019, Pazartesi
G: 26/08/2019, Pazartesi
Mehmet Acet

Türkiye, Suriye’deki savaşın insani yükünü en fazla sırtlayan ülke olmasına rağmen, bu alanda bile uluslararası propaganda saldırılarına muhatap olmaya devam ediyor.Ekim ayındaki Kaşıkçı cinayeti sonrası ortalığa saçılan kanıtlardan kendisini kurtarmaya çalışan Suudi Prens Muhammed Bin Salman’ı aklama ve parlatma çabası içindeyken‘iş üstü’yakalanan Amerikan Foreign Policy dergisinde çıkan bir makale, bu türden kampanyaların bir yenisine işaret ediyordu.Makale, Türkiye’nin 2011’den beri uygulayageldiği‘açık

Türkiye, Suriye’deki savaşın insani yükünü en fazla sırtlayan ülke olmasına rağmen, bu alanda bile uluslararası propaganda saldırılarına muhatap olmaya devam ediyor.



Ekim ayındaki Kaşıkçı cinayeti sonrası ortalığa saçılan kanıtlardan kendisini kurtarmaya çalışan Suudi Prens Muhammed Bin Salman’ı aklama ve parlatma çabası içindeyken
‘iş üstü’
yakalanan Amerikan Foreign Policy dergisinde çıkan bir makale, bu türden kampanyaların bir yenisine işaret ediyordu.
Makale, Türkiye’nin 2011’den beri uygulayageldiği
‘açık kapı’
politikasından vazgeçerek Suriyeli göçmenleri zorunlu geri dönüşe tabi tuttuğunu iddia ediyordu.

Suçlamalara Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un verdiği yanıt, izlenen politikadaki devamlılığın yanı sıra, 2019’daki rakamları da öğrenme imkanı sağladı.

Buna göre, bu yıl içerisinde yaklaşık 70 bin yeni sığınmacı kaydı oluşturulurken, toplamda 102 bin göçmene de vatandaşlık hakkı verilmiş.

Sığınmacı politikasını en fazla
‘kalifiye’
olanları seçip alma biçiminde belirleyenler orta yerde dururken, böyle bir konuda bile Türkiye’nin insani davranmamakla suçlanmasını ise,
‘yüzsüzlük’
dışında başka bir tabirle izah edemeyiz.

İdlib’de geçen hafta olup bitenlerden sonra, kuzeye yani Türkiye sınırına doğru kaçıp gelenlerin sayısının 500 bini bulduğu rapor ediliyor.

Sınırın öbür tarafında bu insanlara kumanya dağıtan Kızılay’ın Başkanı Kerem Kınık, sahadaki feci durumun ürettiği hayal kırıklığıyla şöyle diyor:

“İçinden geçtiğimiz zaman dilimi, uluslararası sistem için yüz karası bir dönem olarak tarihte yerini alacak. Sivillerin korunamadığı, savaşların durdurulamadığı, adaletin tesis edilemediği, suçluların yargılanamadığı, küresel vicdanın ölüm sessizliğinde olduğu bir dönem…”
Büyük bölümü Suriye’nin diğer bölgelerinden kaçıp gelen, onlar için son sığınak yeri olarak kabul edilen 4 milyon insan için de Türkiye dışında
“İnsan canı bu”
diyen yok.

Sadece bu durumun Türkiye’yi yeniden nasıl sıkıştıracağına bakıyorlar.

Bir yanıyla da okullar, hastaneler, pazaryerleri kasıtlı bir şekilde bombalanırken, bu 4 milyon insana
“muhaliflere sığındıkları için bunu hak eden insanlar”
muamelesi çekiliyor.

Geçen hafta içerisinde İdlib’in güneyindeki Han Şeyhun kasabasının rejim güçlerinin eline geçmesi, o bölgede bulunan TSK’ya ait gözlem noktasının kuşatılması ve bu durumun yol açtığı göç krizi üzerine Cuma günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Putin’le bir telefon görüşmesi yaptı.

Görüşmeden sonra Cumhurbaşkanlığı’ndan yapılan açıklamada Erdoğan’ın Putin’e
“Ateşkes ihlalleri ve saldırıların büyük bir insani krize yol açtığını, çözüm çabalarına zarar verdiğini ve Türkiye’nin güvenliği için ciddi bir tehdide dönüştüğünü”
söylediği dile getirildi.

Görüşmede daha önce programda olmayan bir ziyaretin kararlaştırıldığı da anlaşılıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Salı günü Moskova’ya günübirlik bir gezi yapacak ve iki lider İdlib krizini bu defa yüz yüze görüşecekler.

İdlib’deki Türkiye’ye ait 12 gözlem noktasının geçen yıl Eylül ayında yapılan anlaşmayla garanti altına alındığı biliniyor.

Bu anlamda, Rusların hava, İran’ın kara desteği olmadan ÖSO’ya karşı bile varlık sergileyemeyen Şam rejiminin son günlerdeki tehditlerini ciddiye almanın bir anlamı yok.

Ancak, belli ki Ruslar, geçen seneki anlaşmanın boşta bıraktığı alanları kullanarak Türkiye’yi bölgede sıkıştırma hamleleri yapıyor.

Bunu, Ankara’nın Fırat’ın doğusuna dönük operasyon seçeneğini rafa kaldırarak ABD ile işbirliğine yönelmesine bir misilleme olarak yorumlayan görüşler de var.

Ama bunun ötesinde, temel açmaz şu:

Türkiye, Suriye’nin kuzeyinde bir taraftan ABD ile, diğer taraftan Rusya ile pazarlık yaparken, çıkarların ve politikaların birbirine ters halde yürümesinin zorluklarını çekiyor.

Başka faktörler
‘sayesinde’
(Bunu ABD ile Rusya’nın Türkiye’yi yanında tutma stratejilerinin ürünü olarak da kabul edebiliriz), sahada Türkiye lehine bir takım kazanımlar söz konusu olsa da, son raddede Fırat’ın doğusunda ABD ile, batısında ise Rusya ile olan
‘hedef zıtlığı’
son dönemde olduğu gibi işleri zorlaştırabiliyor.

Ama her durumda Türkiye’nin gelecek güvenliği için 3 yıldır devam eden tehditleri kaynağında karşılama tutumunu sürdürmesi büyük önem taşıyor.

Irak’ın kuzeyi için de bu böyle, doğusuyla batısıyla Suriye için de.

Bu anlamda,
“Bize ne oralardan”
kolaycılığıyla politika önerenlere, öyle yapılması halinde neler olup bittiğini göstermek için 2015/2016 arasında içeride karşılaşılan o ağır saldırıları hatırlatmakta fayda var.
#Suriye
#Cemal Kaşıkçı
#İdlib
#Fahrettin Altun
#Kerem Kınık