Ankara’dan yazı konusu olabilecek tonla konu başlığı, kulis bilgileri önümüzde dururken, bugün başka bir alanda sörf yapıp, “Ne olacak bu dünyanın hali” başlığının altını dolduracak bir konu seçimiyle huzurlarınıza çıkmış bulunmaktayım.
Hemen söyleyeyim, bunun bir sebebi var:
Galiba yeni bir faza geçmiş olmalıyız ki, sanki sıra küresel ticaret savaşlarına gelmiş durumda.
Artık ‘deli dana’ yakıştırmasına uluorta muhatap olan ABD Başkanı Donald Trump, şapkadan bir tavşan daha çıkardı, aldığı bir kararla küresel ticaret savaşlarının fitilini ateşledi.
Trump’ın çelik ve alüminyum ithalatına yüzde 25 gümrük vergisi koyacağını ilan etmesi, ilk bakışta gazetelerin ekonomi sayfalarında yer bulmayı hak edebilecek küçük bir haber gibi görünse de, kazın ayağı hiç de öyle değil.
Amerikalı bir ekonomi profesörünün ders başı yapan öğrencilerine “Ben size ekonomi dediğimiz şeyi bir iki cümleyle özetleyeyim” diyerek yaptığı kısa analizi paylaşarak ilerleyeyim:
“Ekonomi dediğiniz şey, 100 milyon dolara kadar ticaret, 1 milyar dolara kadar siyaset, onun üstü savaş demektir.”
Trump’ın çelik ve alüminyuma ilave vergi koyacağız açıklamasını siyasi bakımdan önemli kılan gerekçe, Avrupa ve Çin’in derhal buna bir cevap verip, “Biz de misilleme yaparız” meydan okuması olmuştur.
Ama mesele sadece bundan da ibaret değil.
İşin siyasi kısmının içini dolduran ikinci bir gerekçe daha var.
O da şu:
Uluslararası ticaretin yürümesi için Dünya Ticaret Örgütü tarafından belirlenen kurallar, Trump’ın bu yaklaşımı ve bu yaklaşıma dönük misilleme tehdidiyle büyük bir alt üst riskini beraberinde getirmiş durumda.
Hafta sonu dünyanın hem ekonomik hem siyasal gidişatını yakından ama kaygılı bir şekilde izleyen Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek’e “Bu durum, dünyanın ticaret savaşlarına sürüklenmekte olduğunun bir işareti mi” diye sordum.
Şimşek önce, “Arifesindeyiz” dedi.
Devamında “Bu gelişmelere bakıldığında aslında ticaret savaşının fiilen başlamış olduğunu görüyoruz” diyerek sözlerini daha ileri bir noktaya taşıdı.
Önümüzdeki meselenin Trump’ın deliliğine vererek geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir mesele olduğunu vurgulamalıyım.
Zira, Trump’ın kişiliğinde tecessüm eden mesele, küresel boyutta bir dalgalanma halinin yansıması olarak karşımıza çıkmış durumda.
Ya da şöyle diyelim:
Trump dediğimiz şahsiyet, Avrupa’da, Uzakdoğu’da, Ortadoğu’da ‘yükselen değer’ haline gelen Neo-ulusalcılığın ‘Amerikancasını’ temsil ediyor.
Rusya devlet başkanı Putin’in son günlerdeki sözlerini de bu bağlama oturtursak, sağlıklı bir okuma yaptığımızı düşünebiliriz.
Ne demişti amcamız?
İki şey söylemişti:
1-Dünyanın her tarafını vurabilecek bir nükleer silah ürettik.
2-Eğer engelleme imkanım olsaydı, Sovyetler Birliği’nin çözülmesini engellerdim.
Bendeniz bütün bu ‘çıktıları’ özünde bir yerden bakarak anlamaya çalışıyorum.
Dünyaya açık ve küresel ölçekte olup bitenleri yakından izleyen birden fazla insanın birebir sohbetlerde dillendirdiği ortak bir tespit üzerinden:
“Dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı 1939 yılı öncesindeki 10 yılını yaşıyor.”
1929 yılında yaşanan derin ekonomik buhran, 10 yıl içinde birbirini peşi sıra izleyen komplikasyonların önünü açmış, sonra da savaş çılgınlığı 60 milyon insanın hayatına mal olmuştu.
2008 küresel krizini bu yönüyle 1929 buhranıyla karşılaştıran temellendirilmiş argümanlar bugün için de karşımızda duruyor.
Ekonomik kriz, siyasi krizleri tetikliyor, siyasi krizler ırkçılığı, neo-ulusalcılığı besliyor, ülkeler, devletler içe kapanıyor, karşı tarafa ellerindeki silahların namlularını gösteriyor, sonra da biriken enerji çok tehlikeli bir biçimde patlayıveriyor.
Unutmayalım.
Trump, Beyaz Saray’a ABD halkının seçimiyle geldi.
Seçmeni, aynı dünyanın insanları olduğunu bilerek kendisine oy verdi.
Kendisi, seçim dönemindeki vaatlerini hayata geçirme kararlılığını sergilerken de, “Yalnız değilim” demiş oluyor.
Başka bir şey daha var:
Korkarım Trump’ın kafası, “İkinci Dünya Savaşı’nda kimle bir olup kimlerle savaştık” mantığıyla çalışıyor.
Alman şansölyesi Merkel’le tokalaşma taleplerini reddetmesini, Japonya Başbakanı Abe Japonca konuşurken kendisini dinleme zahmetine katlanmamış olmasını, Brexit ruhuna selam çakmasını, Rusya ile iyi geçinme arzusunu sürdürmesini, Fransa’yı ulusal bayramı yapıldığı gün ziyaret etmesini bir de bu gözle okumaya ne dersiniz?
Bu mantığı, İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasındaki doğal müttefiklere dönüş çabası olarak görmek mümkün olabilir mi?
Dünya ticaret savaşları mı başlıyor derken nerelere geldik bilmem fark ettiniz mi?
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.