Afrin zaferinin bilinmeyenleri

04:004/04/2018, Çarşamba
G: 4/04/2018, Çarşamba
Mehmet Acet

Pazar günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’la katıldığımız Oğulpınar Hudud Karakolu töreninden haber/kulis heybemizi doldurarak döndük.Şimdi bu heybeyi boşaltma vakti…Afrin harekatını yöneten İkinci Ordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel Paşa’ya sordum:“Bu iş bu kadar kısa sürede nasıl bitti” diye.“Afrin’in kontrol altına alınmasından üç dört gün önce durumu fark ettik.Parti binalarının soyulduğunu, cesetlerini toplayamaz hale geldiklerini görünce, kaçıp gittiklerini anladık.” dedi.Metin Paşa bunları

Pazar günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’la katıldığımız Oğulpınar Hudud Karakolu töreninden haber/kulis heybemizi doldurarak döndük.

Şimdi bu heybeyi boşaltma vakti…

Afrin harekatını yöneten İkinci Ordu Komutanı Korgeneral İsmail Metin Temel Paşa’ya sordum:

“Bu iş bu kadar kısa sürede nasıl bitti” diye.

“Afrin’in kontrol altına alınmasından üç dört gün önce durumu fark ettik.



Parti binalarının soyulduğunu, cesetlerini toplayamaz hale geldiklerini görünce, kaçıp gittiklerini anladık.” dedi.

Metin Paşa bunları söyleyince hafıza kaydımı hızla yoklayıp, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 14 Mart’ta yaptığı bir cümlelik açıklamasını hatırladım:

“Temenni ederim ki akşama kadar tamamen düşmüş olur.”

Erdoğan böyle demiş, akşama kadar bir şey olmayınca, bu cümle ile ne kast ediliyor acaba diye kendi kendimize sormuştuk.

Sorunun cevabı, Korgeneral Metin Temel’in bu sözleriyle aydınlanmış oluyor.

Afrin merkeze girildiği haberi 18 Mart’ta gelmişti ama, PKK/YPG militanlarının kenti boşaltıp kaçıp gittikleri 14 Mart itibarıyla tespit edilmişti.

Devamında, bu hayati bilgi jet hızıyla Ankara’ya ulaştırılınca, Cumhurbaşkanı böylesine iddialı bir cümle kurmuştu.

ÖNCE TAPU VE NÜFUS BİNALARININ GÜVENLİĞİ SAĞLANDI

“Haberi aldıktan sonra hemen tapu ve nüfus binalarının güvenliğinin sağlanması emrini verdik” dedi Temel Paşa.

Bunun sıradan bir emir olmadığını söylemeliyim.

Neden derseniz, tapu ve nüfus binaları demek, o şehrin kimlik kartı demektir.

Niyeti ele geçirdikleri yerlerin demografik yapısını değiştirmek olanların, bir şehre girdikleri zaman ilk iş nüfus ve tapu binalarını ateşe vermek olduğunu, şu yakın tarihte Irak ve Suriye’deki örnekleriyle biliyoruz.

Bu durumda, Temel Paşa’nın bu sözlerini, Afrin harekatının işgal niyetiyle değil, terörle mücadele mantığıyla yürütüldüğüne dair yeni bir kanıt olarak da görebiliriz.

Zira, tapu ve nüfus müdürlüklerinin ‘Yangında ilk kurtarılacak’ yerler olarak görülmesi, “Biz bu kentin kimliğini korumak istiyoruz” niyet beyanıyla örtüşüyor.

“S 400’DEN VAZGEÇMEK YOK/ HEM S 400 HEM PATRİOT OLABİLİR”

Oğulpınar buluşmasında bir kuvvet komutanıyla sohbet etme fırsatım da oldu.

Konuştuğum kuvvet komutanı, Afrin başarısının en önemli gerekçesini ‘kusursuz koordinasyona’ bağlıyordu.

Koordinasyon derken bunun sadece TSK’nın hava kara güçleri arasındaki işbirliği ile sınırlı olmadığını, devletin bütün kurumları arasında yüksek motivasyonlu bir iş paylaşımı yapıldığını, başarının arkasında böyle bir temel gerekçe olduğunu anlattı.

Sohbetin ikinci konusunu Türkiye’nin hava savunma sistemiyle ilgili yürüttüğü çalışmalar oluşturdu.

S 400 Hava savunma sisteminin mümkün olabilecek en kısa sürede Türkiye’ye getirilmesi ve ABD’nin baskısıyla bu işten vazgeçilmemesi gerektiği fikri, sadece siyasi iktidarca değil, TSK tarafından da benimsenmiş durumda.

Sözünü ettiğim kuvvet komutanının şu sözlerinden bunu anlayabiliyoruz:

“İkisini de alabiliriz. İhtiyaca göre birini bir bölgeye, diğerini bir başka bölgeye konuşlandırabiliriz.”

Bu durumda, Ankara’nın bu yaklaşım biçiminin, ABD’nin Türkiye’ye “S 400 işinden vazgeçin” baskısı yapmakla gerçek niyetinin ne olduğunu anlamamızı kolaylaştıracak bir yönü olduğunu düşünebiliriz.

Bu formülasyonla, Washington’a “Tamam, niyetiniz bize savunma sistemi satmak ise buna da varız” denmiş oluyor.

Yok, benim kişisel olarak savunduğum gibi, burada temel mesele Türkiye’nin ABD’ye karşı “Askeri bağımlılığının” hasar görmesi meselesi ise, Washington’un burada halis bir niyetle hareket etmediği kendiliğinden ortaya çıkıyor demektir.

Şöyle bir soru da sorabiliriz:

Madem bu işe bu kadar karşı çıkıyorsunuz, o halde Türkiye’nin on yıllar boyu hava savunma alanında ‘çıplak bırakılması’ da bilinçli bir tercih miydi?

Acaba, böyle bir politik kararla, Türkiye’nin askeri açıdan ‘mecbur halde bırakılması, bu şekilde de askeri bağımlılık ilişkisinin sürdürülmesi mi’amaçlanmıştı?

Gördüğünüz gibi sorabileceğimiz çok soru var.

Oğulpınar’da aynı konuda aynı soruyu Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’ye de sordum.

ABD baskısıyla Rus füzelerinden vazgeçilmesi söz konusu olur mu diye.

“Olur mu hiç öyle şey, anlaşmalar imzalanmış durumda. Artık geri dönüş yok” yanıtını aldım.

Oğulpınar’dan yüklendiğimiz heybeden bugün için bunlar çıktı.

#Afrin
#TSK