ABD’nin Türkiye’yi cezalandırma politikası sürüyor

04:001/08/2019, Perşembe
G: 1/08/2019, Perşembe
Mehmet Acet

Geçen hafta El Cezire televizyonunda yayınlanan ‘Senaryolar’ programında Türk/Amerikan ilişkilerinin geleceğini tartıştık.Katar’ın başkenti Doha’da Muhammed Adil, Washington’da 28 Şubat sürecinde adını sıkça duyduğumuz Alan Makovsky, Ankara’da bendeniz.Adı üstünde programın konsepti geleceğe dönük muhtemel iyi/kötü senaryolar üzerinde fikir egzersizi yapmak üzerine kuruluydu.Daha doğrusu katılımcılardan S-400 krizinin nereye varacağı sorusu üzerinde fikir yürütmeleri isteniyordu.Söz bana geldiğinde,“Geleceğe

Geçen hafta El Cezire televizyonunda yayınlanan ‘
Senaryolar
’ programında Türk/Amerikan ilişkilerinin geleceğini tartıştık.

Katar’ın başkenti Doha’da Muhammed Adil, Washington’da 28 Şubat sürecinde adını sıkça duyduğumuz Alan Makovsky, Ankara’da bendeniz.



Adı üstünde programın konsepti geleceğe dönük muhtemel iyi/kötü senaryolar üzerinde fikir egzersizi yapmak üzerine kuruluydu.

Daha doğrusu katılımcılardan S-400 krizinin nereye varacağı sorusu üzerinde fikir yürütmeleri isteniyordu.

Söz bana geldiğinde,
“Geleceğe dair senaryolar üzerinde konuşmak için öncelikle yakın geçmişte olanları gözümüzün önünden geçirmemiz gerekir”
deyip, ABD’nin 2013’ten bu yana Türkiye politikasının ana eksenini oluşturan
‘Cezalandırma’
çabalarına değindim.
Türkiye’nin 2013’ten itibaren Suriye’de önce yalnız bırakıldığını, devamında PKK/YPG üzerinden başlatılan bir projeyle kendi toprak bütünlüğünü kaybetme riskiyle karşı karşıya kaldığını, bütün bunların ‘
cezalandırma
’ politikasının bir parçası olduğunu söyledim.

Alan Makovsky itiraz etti.

Suriye’nin kuzeyinde olup bitenlerin bütünüyle Türkiye’nin kendi hatasından kaynaklandığını öne sürdü, YPG’ye destek atan ifadeler kullandı.

Cevaben,
“YPG, PKK’nın kardeş kuruluşu. ABD PKK’yı terör örgütü olarak kabul ediyor ama YPG ile iş tutuyor. Bu Amerikan anayasasının açık bir ihlali olabilir”
dedim.
Cezalandırma
” ifadesini sadece ben kullanıyor değilim.

Ankara’nın karar alma mekanizmalarında görevi bulunan başka bazı isimler de, ABD’nin 2013’ten bu yana izlediği politikayı tarif etmek için aynı ifadeye başvuruyorlar:

Örneğin Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı İsmail Demir, dün TGRT’de Batuhan Yaşar’ın sorularını yanıtlarken aynı ifadeyi kendi alanıyla ilgili bir konu üzerinden dillendirdi.

Şöyle dedi:

“F-35 programından çıkarılmamızın hukuki bir zemini yok. S-400 ile bizim program ortaklığımızın ne alakası var? Bunun tek açıklaması bizi cezalandırmak istemeleri.”

2015’in Ağustos ve Eylül aylarına dönelim.

Türkiye için sıkıntılı, zor dönemler...

Haziran’da yapılan seçimlerden çıkan belirsizlik tablosunun üzerine, PKK’nın Suriye’deki Rojava projesini Türkiye topraklarına taşıma çabalarının hendek terörüyle önümüze konduğu günler.

O dönemin Ağustos ve Eylül aylarından iki kritik hatırlatmada bulunalım.

Ağustos ortasında ABD, Suriye rejiminden gelebilecek muhtemel saldırılara cevap vermek üzere Türkiye topraklarına konuşlandırdığı Patriot füzelerini geri çekti.

Bunun fiili mesajı şuydu:

“Haydi bakalım kendi başına ne yapabiliyorsun bir görelim!”

Eylül sonunda ise, arkasında yine bir ABD inisiyatifi olduğu şu yakın zamanlarda yapılan bir ifşaatla ortaya çıkan başka bir gelişme yaşandı.

Rusya, hava gücüyle fiilen Suriye savaşına dahil oldu ve savaşın gidişatını rejim lehine değiştirdi.

O dönemde Rusların terörle mücadele adı altında yaptığı hava saldırılarının tümü Türkiye’ye müzahir muhalif gruplara yönelik olmuştu.

Halep öyle düştü, savaşın gidişatı o şekilde değişmiş oldu.

Bütün bu olup bitenlerin arkasında da bir ABD planı olduğunu ise Obama döneminde Savunma Bakanlığı Müsteşar Yardımcılığı görevini yürüten Andrew Exum’un Mayıs ayında yaptığı itiraflarından öğrenmiş olduk.

ABD, o günlerde rejimin aniden düşmesi riskiyle İsrail’in güvenliğinin tehlikeye gireceğini düşünmüş, bunu engellemek için ‘
yıkıcı başarı’
adı verilen bir plan hazırlamış ve el altından Ruslarla görüşülerek bu plan hayata geçirilmişti.
Türkiye açısından Suriye kaynaklı güvenlik tehditlerinin tamamında bir ABD elinin olduğunu düşüneceksek eğer, ki böyle bir cümle kurmak yanlış değil,
‘cezalandırma isteği’
ifadesini bütün bunları tarif etmesi için kullanıyoruz.

İfşaat demişken, bugünlerde yeni bir tanesi daha geldi.

Yine bir Amerikalıdan.

Eski Suriye Büyükelçisi Robert Ford, Fırat’ın doğusuyla ilgili ilan edilmemiş bir
‘uçuşa yasak bölgeden’
söz etti.

İfşaattan anlıyoruz ki, bunun da arkasında yine gizliden gizliye yapılan bir Amerikan/Rus anlaşması var.

Robert Ford, şöyle diyor:

“Washington ve Moskova Suriye hava sahasını ikiye ayırdı. Ruslar Fırat’ın batısını kontrol ediyor, Amerikalılar ise nehrin doğusunu. Eğer ABD uçakları İdlib üzerinde uçmaya başlarsa Rus ve Amerikan savaş uçakları arasında gerçek bir harp riski var. ABD’de hiç kimse Suriye yüzünden 3. Dünya Savaşı’na girme riskini göze almak istemiyor.”

Bu ifadelerin ilk bölümü bizi bugün için daha fazla ilgilendiriyor.

Yani Amerikalıların Fırat’ın doğusunu ilan edilmemiş bir uçuşa yasak bölge olarak kendilerine ayırmış olmaları.

Günün sonunda şöyle bir cümle gelip zihnimize demir atıyor:

Amerikalılar, Ruslarla hemen hepsinde Türkiye’yi cezalandırma amacı taşıyan ne kadar çok anlaşma yapmışlar.

Çoğu gizliden gizliye tabii.

Onlara her şey serbest tabii.

Ama Türkiye bir tane S-400 anlaşması yaptı mı bunu kıyamet alameti sayıyorlar.

#El Cezire
#Televizyon
#Program
#Senaryolar
#PKK/YPG
#Alan Ma-kovsky
#ABD
#F-35
#Rusya
#Suriye
#S-400