ABD’nin derdi ne?

04:0012/10/2017, Perşembe
G: 18/09/2019, Çarşamba
Mehmet Acet

Gerçek sebep ne?Türk adli makamlarının başkonsoloslukta çalışan bir kişiyi tutukladıktan sonra ABD makamları ile yeterli bilgi paylaşmaması mı?Yoksa söz konusu kişinin FETÖ bağlantılarının ortaya çıkması ihtimaline karşı bir ön alma hamlesi mi?ABD Başkonsolosluğu'ndan daha önce FETÖ izlerini gösteren dumanlar yükseldiğini biliyoruz.Maksat, bu şüpheleri‘kas gücünü’göstererek örtbas etmek mi?Yoksa yıllarca nadiren konuştuktan sonra giderayak çenesi açılan John Bass’in dillendirdiği bağlamda mı meseleye

Gerçek sebep ne?

Türk adli makamlarının başkonsoloslukta çalışan bir kişiyi tutukladıktan sonra ABD makamları ile yeterli bilgi paylaşmaması mı?

Yoksa söz konusu kişinin FETÖ bağlantılarının ortaya çıkması ihtimaline karşı bir ön alma hamlesi mi?

ABD Başkonsolosluğu'ndan daha önce FETÖ izlerini gösteren dumanlar yükseldiğini biliyoruz.


Maksat, bu şüpheleri
‘kas gücünü’
göstererek örtbas etmek mi?

Yoksa yıllarca nadiren konuştuktan sonra giderayak çenesi açılan John Bass’in dillendirdiği bağlamda mı meseleye bakacağız?

Hafta sonu Türkiye topraklarını terk edecek olan Bass, vize krizinin gerekçesini
“Çalışma arkadaşımızın avukatına yeterli erişim izni verilmedi
” diye açıklıyor.
“Ortada bir çalışanımıza dönük terör suçlaması var. Deliller ne? Neyle suçlanıyor? Bunları daha iyi görmek istiyoruz”
diyor.
Öncelikle bu sözlerin önceki gün
“Karar, Beyaz Saray’ın onayıyla alındı. Sorunu çözmeye avukat görüşmesine izin verilmesiyle başlayalım”
diyen Washington beyanıyla çeliştiğini belirtelim.
Büyükelçinin
‘yeterli erişim’
sözlerinden avukatların zanlı Metin Topuz ile görüşme imkanının hepten kapalı tutulmadığı anlaşılıyor.

Zaten bu konunun çerçevesi yasalarla belirlenmiş durumda.

Gözaltı süresi, avukat izni gibi konularda keyfi bir tutum sergilenemez.

HÜKÜMET/YARGI NE YAPMALI?

Hükümetin, ya da soruşturmayı yürüten makamların önünde, ABD yönetiminin derdinin gerçekten ne olduğunu anlayabilmemizi sağlayacak bir imkan var.

Tam da, büyükelçinin tuttuğu yerden adım atılırsa, meselenin ne olduğu anlaşılacaktır.

Yeterli avukat izninin sağlanması, yargılanan kişiyle ilgili delillerin kendileriyle paylaşılması, krizin bağlamının bunlarla sınırlı olup olmadığını ortaya koyacaktır.

Eğer, açık bir insan hakları ihlali olan vize yasağı, bu tür adımlara rağmen sürdürülürse, işin içinde başka bir bit yeniği olduğunu düşünmeye başlayacağız demektir.

Muhtemel senaryoyu atlamayalım.

Bunlar yapıldığı zaman,
“Sunulan kanıtlara güvenmiyoruz, adamımızı serbest bırakana kadar vize yasağı sürecektir”
diyecekler.

Bu da meselenin ne olduğunu ortaya koyacaktır.

Metin Topuz isimli başkonsolosluk çalışanı hakkında, FETÖ bağlamında işlem yürütülüyor.

ABD makamlarının bu konuda genel tutumun ne olduğunu da biliyoruz.

15 Temmuz’daki FETÖ’nün rolü bağlamında ne zaman bir konu açılsa,
‘Yeterli kanıt arıyoruz’
cümlesini karşımızda buluyoruz.

15 ay oldu, hala uzay aracından dünyaya yeni ayak basmış bir UFO şaşkını gibi konuşuyorlar.

O yüzden soruyoruz.

Niyetiniz, kanıtları görmek mi, bağcıyı dövmek mi diye.

ANKARA’DAN GELİP GEÇEN BÜYÜKELÇİLER

Ankara’ya 2005 yılında geldim.

Ben geleli beri dördüncü büyükelçi değişmiş oldu.

Niye bu konuya giriyorum?

Benim tanık olduğum kadarıyla, Ankara’daki ABD büyükelçilerinin sergiledikleri iletişim metodu, ikili ilişkilerdeki dalgalanmaya dair bir fikir veriyor, o yüzden.

Karşılaştığım ilk iki elçi, iletişime açık bir tutum izlemişlerdi.

Ross Wilson ve James Jeffrey gazetecileri, köşe yazarlarını belli periyotlarla elçiliğe davet eder, soru alır, görüş dinler, yorum yapardı.

Her ikisiyle televizyon programı yapmışlığımız da vardır.

Wilson ve Jeffrey’in, 1 Mart krizinin yaşandığı dönemde müstemleke valisi gibi hareket eden Edelman’ın açtığı yaraları kapatmak için çaba harcadığını söyleyebilirim.

Jeffrey, Ankara’dan ayrıldıktan sonra Türkiye meseleleri ile konuşmaya devam etti:

Bana göre hala, Türk Amerikan ilişkilerindeki temel sorunu tanımlayan,
“Mısır, Suudi Arabistan, bize yaltaklanıyor, Türkiye ise bunu yapmıyor. Çelişkilerimizi yüzümüze vuruyor. Sorunların kökeninde bu faktör var”
açıklamasını o yapmıştı.

Bu açık sözlülüğünü, Washington yönetiminin sonradan aldığı pozisyona örtülü bir itiraz olarak okumaya devam ediyorum.

Türk/Amerikan ilişkilerindeki Edelman sonrası ikinci kırılma, Francis Ricciardone’nin büyükelçiliği dönemde yaşandı.

Washington’ın Ankara’daki yönetime karşı
‘örtülü savaşı’
, Ricciardone döneminde başlamıştı.
Kapalı bir ortamda
“Yakında bir imparatorluğun yıkılışını izleyeceksiniz”
laflarını edecek kadar küstahlaştığı da oldu.
Ricciardone’nin gelişiyle birlikte Ankara’daki büyükelçilik
‘kapalı devre’
çalışmaya başladı.

Bu tutum bile başlı başına, çevrilen dümenleri ortaya koyması bakımından dikkate değerdi.

John Bass, kapalı devre çalışma yöntemini sürdürdü.

Ankara’nın nabzını ölçmek yerine, Washington’dan kendisine dayatılan nabza göre hareket etti.

Giderayak çenesinin açılmasının, karanlık odalarda yürüttüğü misyonunun tamamlanmış olmasıyla ilişkili olduğu ortada değil mi?

#ABD
#FETÖ
#Vize
#John Bass