Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Azerbaycan ziyareti öncesi yaptığı açıklamalarının, ABD ve 20 Ocak’ta başlayacak olan Joe Biden dönemi ile alakalı kısmını aktararak başlayalım:
“Yaptığımız, yapacağımız açıklamaları da erken buluyoruz. Sayın Biden şöyle bir görevi üstlensin, sonra Sayın Biden’la oturup bazı şeyleri konuşacağız. Geçmişte gerek Türkiye’de, gerek Amerika’da bir araya gelip konuştuğumuz gibi. Uluslar arasında siyasette çatışma olmaz. Diplomaside özellikle bu konular görüşülerek, anlaşarak yol bulunur. Ülkenizden birileri negatif bazı şeyler sufle edebilir. O önemli değil, onlar siyasetin acemileridir. Biz Amerika’yla bu süreci çok farklı şekilde ilerleteceğimize inanıyorum”.
Erdoğan’ın bu açıklamalarından sonra Biden’ın danışmanlarından Michael Carpenter’ın, “Türkiye’nin bir sonraki yönetimle açık bir diyalog işareti vermesi memnuniyet verici” diyen bir paylaşımda bulunması da dikkat çekici oldu.
Biden dönemine hazırlık babında değerlendirilebilecek adımlardan bir tanesi, Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’ne Tokyo’da aynı görevi yürüten Murat Mercan’ın atanması oldu.
Ak Parti’nin kuruluşunda yer alan, milletvekilliği yapan, dış ilişkiler, daha da özelde ABD ile ilişkilerde yapıcı roller üstlenen Mercan’ın, Biden yönetiminde görev yapacak birçok isimle önceden tanıştığı, yakın bir diyalog içinde olduğu söyleniyor.
Bu atamayı bu yönleriyle akılda tutmak yararlı olabilir.
Geçtiğimiz günlerde New York Times Gazetesi’nde Türk-Amerikan ilişkilerinin Biden dönemindeki karakterini konu alan önemli bir yazı çıktı.
Yazıya göre gazeteye konuşan Biden’ın danışmanları, “Türkiye ile geleneksel ve teknik diplomasi kanalları üzerinden bağlantıya geçeceklerini, daha önce Trump ve Erdoğan arasındaki ani görüşme trafiği gibi bir iletişime yaslanmayacaklarını” söylemişler.
Bu ne demek oluyor?
Geleneksel ve teknik diplomasi kanallarını kullanmak demek, kurumlar arası iletişim kanallarının daha etkili şekilde devreye sokulacağı bir dönem anlamına geliyor.
Bu, geçiş sürecinde yeni büyükelçi Mercan’a yüklenen misyonun ne kadar önemli olduğunu gösteren bir başka işaret olarak görülebilir.
New York Times Gazetesi’nde çıkan haberde değinildiği gibi, Biden yönetiminin S-400 füzelerine yaklaşımı yeni dönemin ilk sınavı olacak.
Bu konuda iki tarafın pozisyonuna bakıldığında ‘aradaki makasın’ bir hayli açık olduğu biliniyor.
2019’da Osaka’da yapılan G-20 zirvesinde Donald Trump herkesin gözü önünde bu konuda Türkiye’nin haklılığına değinen açıklamalar yapmasına, “Bizim hatalarımız nedeniyle Türkiye’nin başka seçeneği kalmadı” demesine rağmen, ABD’nin kurumsal pozisyonunda bir değişiklik olmadı.
Sadece füze bataryaları gelene kadar “Bir çivisi dahi gelirse yaptırım uygularız” tehdidinin yerini, füzeler geldikten sonra “Madem geldi, hiç olmazsa bunu aktif hale getirmeyin” şeklindeki ‘B planının’ alması dışında.
Bu böyle diye Türkiye’ye gelen S-400 bataryalarının geri gönderilmesi, bir başka ülkeye satılması gibi seçeneklerin Ankara’da kabul göreceği düşünülemez.
O aşamalar çoktan geride kaldı.
Peki ama bu zorlu başlıkta her iki tarafın da kabul edebileceği bir formül var mı?
S-400’lerin satın alınması süreçlerinin içinde yer almış, sistemin teknik niteliklerini çok iyi bilen tecrübe sahibi bir ismin ifadesiyle:
“Evet var.”
Peki, nasıl bir formül bu?
İsminin kullanılmaması kaydıyla konuşan kaynağa göre bu formülün adına Pakistan modeli diyebiliriz.
Şöyle ki;
90’lı yıllarda Pakistan’a F-16 satışı gündeme geldiğinde, Amerikalılar, bu uçakların istemedikleri şekilde kullanılmayacağından emin olmak için Pakistan yönetimi ile bir anlaşma yapmışlar.
Daha doğrusu bu ülkede ortak şekilde kullanılmak üzere bir ofis açılmış ve
F-16’ların kullanımı buradan izlenmiş.
Kaynağıma göre, benzeri bir yöntem S-400’ler için de işletilebilir.
Buna göre;
Türkiye ile ABD, Pakistan’daki modele benzer bir anlaşmaya varır, o doğrultuda Türk ve Amerikalı isimlerin birlikte görev alacakları bir ofis açılır.
Bu formüle göre S-400 sisteminin aktif halde tutulmasında bir sorun yok.
Yalnız, F-35 uçakları için oluşabilecek risk durumlarında S-400 bataryalarının yönü başka tarafa çevrilir ve bu durum, ortaklaşa oluşturulacak ofiste görev alan Amerikalılar tarafından izlenerek teyit edilir.
Böylece, Amerikalıların F-35’lerin sırları S-400 tarafından ele geçirilecek korkuları bertaraf edilmiş olur.
Böylece her iki taraf için de bir orta yol bulunmuş olur.
ABD ile müzakerelerde böyle bir formül konuşulur, tartışılır mı bilmiyorum.
Niyet üzüm yemekse bu ya da buna benzer parlak fikirler gündeme gelebilir.
İzlemeye devam.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.