AB ile normalleşme, Fransa ile sükûnet arayışları

04:0023/12/2020, Çarşamba
G: 23/12/2020, Çarşamba
Mehmet Acet

Hatırlayalım, bu yılın Şubat ayında Rusya destekli rejim birlikleri İdlib’i ele geçirmek için harekete geçince, yeni ve büyük bir sığınmacı krizi Türkiye’nin kapılarına dayanmıştı.Ağır kayıplar pahasına, Esed rejimine bu fırsat verilmedi.SİHA sürüleriyle başlatılan operasyonla, rejim saflarına ağır kayıplar verdirildi ve bu kararlılık gösterisi sonrası, milyonların sınıra dayanması engellenmiş oldu.Bu mevzuyu Türkiye’nin AB ile ilişkilerine şuradan bağlayacağız:18 Mart 2016’da Brüksel ile yapılan

Hatırlayalım, bu yılın Şubat ayında Rusya destekli rejim birlikleri İdlib’i ele geçirmek için harekete geçince, yeni ve büyük bir sığınmacı krizi Türkiye’nin kapılarına dayanmıştı.

Ağır kayıplar pahasına, Esed rejimine bu fırsat verilmedi.

SİHA sürüleriyle başlatılan operasyonla, rejim saflarına ağır kayıplar verdirildi ve bu kararlılık gösterisi sonrası, milyonların sınıra dayanması engellenmiş oldu.

Bu mevzuyu Türkiye’nin AB ile ilişkilerine şuradan bağlayacağız:

18 Mart 2016’da Brüksel ile yapılan anlaşmanın 9’uncu maddesi, Avrupa Birliği’ne Türkiye ile sınırın Suriye tarafında işbirliği yapma yükümlülüğü getirmesine rağmen, 2020 Şubat’ında İdlib’deki operasyon sırasında AB, işbirliği yapmak şöyle dursun, Türkiye’ye silah ambargosu uygulama karar aldı.

Öyle olunca Ankara, aynı anlaşmanın Türkiye’ye bir yükümlülük olarak öngördüğü, mültecilerin Avrupa’ya akınını
‘engelleme sorumluluğunu’
askıya alarak bu duruma cevap verdi.

Malum, Türkiye-AB ilişkileri açısından yıllar öncesinden gelen şöyle bir durum var:

Avrupa Birliği ile müzakerelerin ilerlemeyeceği anlaşıldığı için, hiç olmazsa ilişkilerdeki ‘
atmosfer
’ kötü olmasın diye, ‘
pozitif gündem
’ diye bir kavram kullanılıyor.
İdlib’deki gelişmelere atıf yaptık ama ilişkilerdeki ‘
güvensizliği
’ besleyen asıl faktörün, 15 Temmuz’daki darbe girişimi sonrası, Avrupa’nın aldığı ‘
ikircikli
’ ya da ‘
lakayt
’ tutumu olduğunu dillendirmek yanlış olmayacaktır.

Öyle, evet, krizin derinlerinde temelde bu sorun var.

On yıllardır Türkiye’yi demokratik değerler üzerinden denetleyen Avrupa’nın, demokrasinin en zor gününde gösterdiği o samimiyetsizlik, Ankara’daki tepkisel tutumu besleyen temel bir faktör olarak orta yerde duruyor.

AB İLE İLİŞKİLERDE İLK HEDEF 18 MART ANLAŞMASININ CANLANDIRILMASI

Bu cümleler burada böyle dursun.

Avrupa ile yaşadığımız krizleri, sürekli bir şekilde Türkiye’deki yönetimin hatalarına bağlayanların da okuyup üzerinde düşünmeleri için.

Şimdi başlıkta sözünü ettiğimiz AB ile normalleşme, Fransa ile sükûnet arayışlarına gelelim.

10-11 Aralık’ta yapılan AB liderler zirvesinden, öncesinde ortaya çıkan işaretlerin aksine Türkiye’ye yaptırım kararının çıkmaması, pozitif gündeme dönüş anlamında yeni bir fırsat sundu.

2021 yılının ‘
krizsiz
’ şekilde ilerlemesi için Ankara’da da bir takım hedefler belirlenmiş durumda.

Yunanistan ile istikşafi görüşmelerin başlaması, Doğu Akdeniz için daha önce öneri olarak gündeme gelen konferansın toplanması, Fransa ile gerilimin yumuşatılması, 2016 Mart ayındaki anlaşmaya dönülmesi gibi hedefler var.

Avrupa Birliği ile Mart 2016’da yapılan anlaşmadan sonra, Suriye’den gelen sığınmacılar için harcanmak üzere, bugüne kadar AB kasasından 3,4 milyar avro para çıkışı oldu.

Anlaşmada bu fon yaklaşık 6 milyar avro olarak belirlenmişti.

Ankara, bu rakamın güncellenmesini, sadece Suriye’den değil, Asya’nın diğer bölgelerinden Türkiye’ye gelenleri de kapsayacak şekilde genişletilmesini arzu ediyor.

Öğrendiğimize göre, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Alman Şansölye Angela Merkel’le yaptığı telefon görüşmesinde bu konu da gündeme gelmiş.

Merkel, AB’nin 1,1 trilyon avroluk bütçesi geçtiği için, bu bütçeden bu alanda kullanılmak üzere bir fon ayrılacağı yönünde üstü örtülü bir vaatte bulunmuş.

FRANSA İLE GERİLİMİ AZALTMA GİRİŞİMLERİ

Farkındaysanız, çok uzun olmasa da, bir süredir Fransa’dan Türkiye’ye, Türkiye’den Fransa’ya yönelik sert açıklamaların yerini, görece sükûnet havası almış durumda.

Bunun arka planında, her iki tarafın da bir ihtiyaç olarak ortaya koyduğu ortak bir irade var:

İlişkileri kriz atmosferinden çıkarmak.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, iki hafta önce Fransız mevkidaşı Le Drian’la bir telefon görüşmesi yapmıştı.

Gelinen nokta itibarıyla, Türkiye ile Fransa arasındaki ilişkilerin daha ‘
vizyoner
’ daha ‘
sağlıklı
’ bir zemine oturabilmesi için bir çalışma yürütüldüğünü söyleyebiliriz.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un Ağustos 2018’de durduk yere sarf ettiği bir cümle var.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’si, Kemal döneminin (Mustafa Kemal) Türkiye’si değil”
demişti.

Yani ilk taşı o attı.

Erdoğan’ın Şansölye Merkel’le gayet iyi bir diyalog kanalı varken, Macron’la yıldızlarının neden barışmadığını iyi anlamak lazım.

Ayrıca mesele bundan ibaret değil.

Malum, Türkiye’nin AB ile müzakerelerini kilitleyen ülkelerin başını hep Fransa çekti.

Sarkozy döneminde başlayan
‘fasılları kilitleme’
tutumunu biliyorsunuz.

Son dönemde ise, Macron’un Türkiye’yi bir gölge gibi takip etmesi, adım attığı her yerde karşısına dikilmesi, işin tadını iyice kaçırdı.

Şimdi ilişkilerdeki atmosferi yeni bir ‘
dengeye
’ oturtmak için karşılıklı bir iradenin ortaya çıktığı görülüyor.

Hedef, demin dediğimiz gibi ilişkileri vizyoner ve sağlıklı bir zemine taşımak. Bakalım bu mümkün olabilecek mi?

#AB
#Fransa