1 Kasım seçim sonuçları yeni bir dönem açtı. Bunu ilk fark eden şüphesiz AK Parti olacak, ama ülke için bu yeterli değil. Muhalefet kötü durumda. Daha doğrusu henüz muhalefet olma vasfını kazanmış değil. Bir yandan AK Parti, bir yandan millet sürekli taşları yerlerine oturtarak bu menfaat gruplarını bir muhalefet partisi olmaya zorluyor. 1 Kasım sonuçları da bu kulüpleri hem yol ayrımına getirdi, hem değerlendirirlerse onlara bulunmaz bir
fırsat yarattı.
7 Haziran sonuçları olağanüstü süreçlerin bir yansıması olmuştu. Gezi krizinden itibaren düğmeye basıldığını, paralel çetenin önce gizli, sonra 17/25 Aralık ile açıkça meşru hükümete savaş açtığını gördük. Arkalarına aldıkları küresel güçler ve yıllardır devlet içinde kümelenmiş olmanın güveni ile, kibirli bir ayaklanma hareketine giriştiler. Medyanın kontrolü ellerindeydi. Medyanın dörtte üçüne, 400 köşe yazarının çoğuna hakimdiler. Dışarıdan da etkin gazetelerin, STK'ların desteğini alıyorlardı.
Sorun basit bir siyasi farklılaşmaya işaret etmiyordu. Amaç ülkenin kontrolünü, son seksen yılda olduğu gibi ellerinde tutmaktı.
Bu nedenle her yenilgiden sonra daha pespayeleştiler, safları daha sıkılaştırdılar. En nihayetinde Demirtaş/Yüksekdağ ve PKK üzerinden Kürt hareketini Çözüm Süreci'nden koparıp beyaz Türklere lehimlediler. Doğan ve cemaat medyası da bu noktada profesyonel bir işbirliği gösterdi. Öcalan pasif bir pozisyonda kalarak, kazananı gözlemek suretiyle kendisini aktör olmaktan çıkardı. Böylelikle muhatap olarak hem HDP'yi, hem Öcalan'ı aynı anda bitirdiler. Muhatap artık doğrudan Kürt halkı olacak, ülke demokratikleşmesine devam edecektir.
Burada kritik olan “kutuplaşma” argümanını bize mal etme girişimleriydi. Kutuplaşmayı bizzat üretip, her türlü pespayeliği sergileyip, insanları muhafazakarlara karşı kışkırtıp, savaş naraları atıp, her gün bu ülkenin meşru cumhurbaşkanına hakaret ederek, PKK ve DHKP-C'yi meşrulaştıranlar, bir de utanmadan gerginlikten Sayın Erdoğan ve Sayın Davutoğlu'nu mesul tuttular.
Ama bunun nedeni sadece bir kart yaratma gayreti değildi. Bu taarruzun asıl amacı, liderlik/parti ve muhafazakar seçmenin birliğini bozmak, parti içinde temenni ettikleri bir çatlak yaratmaktı. Sayın Erdoğan'ın ülke için bir risk ve yük olduğunu kanıksatmak istiyorlardı. Muhafazakarlar üzerinde ağır bir yük yaratarak, kaleyi içten çökertmek istediler.
Şimdi taşları yerine oturtalım. Başbakan Sayın Davutoğlu'nun balkon konuşması, parti sözcüsü Sayın Ömer Çelik'in açıklamaları ortadadır. AK Parti hiçbir zaman rövanş partisi olmamıştır. AK Parti rövanş, intikam gibi hastalıklı durumların antitezidir. Seçim sonuçları itibarıyla hezimete uğrayan partiler vardır; ama kaybeden vatandaş yoktur. Biz de kimseyi gücendirmemek için azami dikkat sarf ediyoruz. Çünkü amacımız üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil.
Hasılı, normalleşmesi gereken teröre açık destek veren medya, paralel çetenin güdümüne giren siyasi kulüpler, kendilerine jilet atan sözde akademisyen ve sözde aydınlar, bir bölüm Kürt halkının barış ümidi ile verdikleri desteği, darbecilere payanda yapan Demirtaş/Yüksekdağ liderliğindeki HDP'dir. PKK ve FETÖ kesin yenilgiye uğramışlardır ve silahlarını gömmek dışında bir seçenekleri yoktur. Toparlanıp yeniden saldırmak için Öcalan'a sığınmalarının bir getirisi yoktur. Umarız HDP kendisini PKK'dan koparacak zihinsel dönüşümü gerçekleştirir. Bunun somut işaretlerini görmek sadece bizi memnun eder.
Bu grupların normalleşmesi kaçınılmaz. Ancak, bu temennimiz, özellikle son üç yıldır işlenen suçların sineye çekileceği anlamına gelmez. Türkiye bir hukuk devletidir. Anayasal düzene ve meşru hükümetlere karşı darbeye kalkışmak, devletin sırlarını ifşa etmek, MİT tırlarını durdurmak, dışişlerinin sağır odasını dinlemek, insanların ölümüne yol açmak bir suçtur ve normalleşme tartışmasının dışındadır. Cezasızlık ve dokunulmazlık söz konusu olamaz. Seçmen AK Parti'ye bu konuda da sorumluluk yüklemiştir. Normalleşmenin bir gereği de, adaletin yerine gelmesidir.
Kısaca, normalleşme konusunda, bu ülkeye çok zarar vermiş bu darbe mekaniğinin estirdiği rüzgarlara kapılanların atacağı adımların olumlanması ile bu mekanik içinde suç işlemiş kişilerin hesap vermesi ayrı şeylerdir. Bunlar birbirine alternatif veya tezat olmayacaktır.
Seçmen 1 Kasım'da milliyetçi kulüplerden kaçarak yurtsever merkez hareketi AK Parti'ye yönelmişdir. Ne yazık ki, seçmen CHP'yi merkez partisi olarak algılamamış, AK Parti'ye yüzde 2,1'lik bir oy kaptırmıştır. Bunun nedeni, CHP'nin marjinalleşmesi, cemaatin payandası olması, seçilen vekillerin bazılarının mesela Şehit Savcı Mehmet Selim Kiraz'ın katillerine selam gönderen, bir muhtemel savaşta Türkiye'ye karşı İran'ı destekleyeceğini söyleyen, Cumhurbaşkanı'nın ailesine saldıran kişilerden seçilmesidir. Bu görüntü CHP'nin merkez partisi olarak algılanmasını engellemiştir. Sayın Kılıçdaroğlu'nun partisini yeniden merkeze çekmesi, DHKP-C ve PKK'ya, ama özellikle FETÖ'ye mesafe koyması yerinde olacaktır. Hatta bu zaruridir.
Türkiye, AK Parti'nin yüzde ellilik seçim zaferi ile normalleşme konusunda yeni bir ivme kazanmıştır. Türkiye artık yeni şartlara sahiptir. Bu şartlar tüm vatandaşlarımızın lehine olacak, bu ülkede her meşrepten, her hayat biçiminden, her ırk ve dinden insan özgür, güvende ve refah içinde yaşayacaktır.