DTK ve Demirtaş'ın yaptığı son açıklamalar, yine çözüm odaklı değil... Ama çözüme dönük olmadığı kadar kendi açılarından işlevsel. Çözüm Süreci'nin başından beri, buna benzer sayısız taktik adımları gözlemledik. Pek çok aktörden gelen pek çok açıklama ya birbiri ile çelişiyor, ya da bir diğerini ortadan kaldırıyor gibi görünüyordu.
Haliyle, çözümü önemseyen, bunun çok değerli bir şans olduğunu düşünenler bu durumu rasyonalize etmeye çalıştı.
Acaba kaç PKK vardı? Örgüt barışa hazırlıksız mı yakalanmıştı? Zamanla adapte mi olacak, yoksa iyi/kötü PKK olarak ikiye mi ayrılacaktı? Örgütü, İmralı, Kandil, Avrupa kolu, HDP ve sahadaki silahlı/başıboş güçler olarak tasnif etmek ve öyle mi değerlendirmek gerekirdi? İmralı ile Kandil arasındaki çelişki derin miydi?
Bu kafa karıştıran çok parçalı görüntü, üstte ve altta iki farklı gündemin aynı anda savunulmasını, istenen zaman, istenen yönde adım atılmasını kolaylaştırıyordu.
Yani sanki devlet ile silahları bırakmak için müzakere ediliyor, sanki talepleri devlet karşılasa (ama talepler nedense hiçbir zaman somut değil, ucu açık oluyordu) hemen kongre toplanıp PKK silahları bırakacakmış izlenimi veriliyordu.
Mesela, aslında bütünün içinde bir ayrıntı olan “İzleme Komitesi” üzerine bu kadar abanılması da yoktan kart yaratma amaçlıydı. Devlet bunu kabul etse, değeri hemen azaltılacak, gündemden düşürülecek ve yerine bir başka koşul konacaktı.
Amaç çatışmayı da çatışmasızlığı da, ülkenin siyasal kimyası ve toplumsal yapısına müdahale etmek için kullanmaktı. Bu noktada PKK ve HDP'nin Kürtlerin talepleri ile ilgili bir gündemleri olmadığı ortada. Dindar Kürtleri dönüştürmek veya teslim almak ya da Rojava'da olduğu gibi örgütten olmayan Kürtleri bölgeden sürmek, birlikten yana olanları ayrılmaya ikna etmek, bu arada devletin artık refleks veremeyecek duruma gelmesi için her türlü yıkıcı ittifak ve söylemin içinde yer almak.
Suriye'de yaşanan durumu açgözlüce kendi lehine kullanan, “Rojava devrimini” Türkiye'nin Güneydoğusu'na doğru genişletmeye çalışan PKK ve HDP'nin gerçekten devlet kurma niyetinde olduğundan da tam emin değilim.
Çünkü aslında 6-7 Ekim'de KCK ve Demirtaş'ın çağrısı ile, 7 Haziran'dan sonra, özellikle 22 Temmuz'da başlayan terör, daha çok Türkiye'nin devlet olarak refleks gösteremeyeceği varsayımına dayanıyordu. Tabii bu kargaşadan, Suriye'de olduğu gibi bir Kürdistan değil, bir PKK derebeyliği çıkarma açgözlülüğü söz konusu. Ama PKK'ya destek, cesaret, medya gücü ve silah sağlayanlar için asıl hedef, Türkiye'nin, onu oyundan düşürecek denli karışmasıydı.
PKK, bunu yapabilme gücünün olduğuna garanti vererek bu ihaleyi almıştı ama zamanında teslim edemedi. Demirtaş'ın son Rusya gezisi de yeni hami bulma çabası olarak görülüyor. Çünkü AK Parti=DAEŞ formülünün miadı doldu. Konjonktür değişti.
Şimdi, bağımsız devlet söylemi ile bu başarısızlık kamufle edilmeye ve kendilerini terk eden Kürtler ırk asabiyesi ile geri döndürülmeye çalışılıyor. Bu arada DTK bildirisindeki Avrupa özerklik şartı gibi ehven unsurlarla aynı anda iki keskin uca dönebilme esnekliği yine ihmal edilmemiş.
6-8 Ekim ile başlayan süreç ve DAEŞ tuzağı çöktü. PKK'nın Kürtleri umursamayan bir başka paralel/taşeron örgüt olduğu gerçeğini, devlet kurma söylemi ile meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Bu şekilde Kürtleri heyecanlandırabileceklerini, paralel yapısını gizleyebileceğini, aynı anda Türkleri ve Kürtleri kışkırtarak, “devrimci durum” oluşturabileceklerini sanıyorlar.
Hasılı, Sykes-Picot ile ülkeye yerleştirdikleri “bağımsızlık tehlikesi halinde camı kırınız” butonlarına basılmış, iki paralel örgüt PKK ve FETÖ harekete geçirilmiş durumda.
Kulağı olan işitsin, özellikle de Sayın Kılıçdaroğlu, partisi ve medyası…