Demirel’den Kılıçdaroğlu’na, halka teslim olmamanın hazin hikâyesi…

04:0024/06/2015, الأربعاء
G: 13/09/2019, الجمعة
Markar Esayan

İki gün önce Sabah gazetesinden Hasan Bülent Kahraman, Süleyman Demirel ile ilgili yazısında, Demirel'in esas olarak Cumhuriyetçi ideoloji (Ve onu hazırlayan Kemalist devletçilik) ile Batıcı bir sağ politikayı benimseyişi ile anlaşılabileceğini ifade ediyordu.Kahraman şöyle önemli bir tespitte bulunuyordu.“Demirel bütün siyasal ömrünü devletle vatandaş arasında, büyük metropol sermayesiyle küçük taşra sermayesi arasındaki salınımda geçirdi. Dolayısıyla bu alanların ürettiği kültürel değerleri de

İki gün önce Sabah gazetesinden Hasan Bülent Kahraman, Süleyman Demirel ile ilgili yazısında, Demirel'in esas olarak Cumhuriyetçi ideoloji (Ve onu hazırlayan Kemalist devletçilik) ile Batıcı bir sağ politikayı benimseyişi ile anlaşılabileceğini ifade ediyordu.

Kahraman şöyle önemli bir tespitte bulunuyordu.

“Demirel bütün siyasal ömrünü devletle vatandaş arasında, büyük metropol sermayesiyle küçük taşra sermayesi arasındaki salınımda geçirdi. Dolayısıyla bu alanların ürettiği kültürel değerleri de siyasetinde birbiriyle yarıştırdı. Siyasal koşulların oluşturduğu denge politikası içinde bazen birinden yana bazen diğerinden yana çıkmıştır.”

Kahraman'ın ifade ettiği gibi, günün sonunda Demirel'in bugünkü CHP (ve AK Parti'nin merkez sağdan kovduğu irili ufaklı partiler) ile aynı noktaya hizalanması da şaşırtıcı değildi.

28 Şubat'ta muhtemelen merhum Erbakan'ın başına bir iş gelmesinden de korkmuştur. Demirel “açık askeri bir darbeyi önledim” derken buna inandığı da doğrudur. Lakin Demirel kumaşında yetenekli bir siyasetçinin halkın gönlünde yer edememesinin asıl nedeni, halka uygulanan bir toplum mühendisliğine (muhafazakârlara) gönüllü olarak kendisini vakfetmiş olmasıdır. 28 Şubat tavrını asıl açıklayan temel eğilimi budur.

Ancak 3 Kasım 2002'de denkleme Sayın Erdoğan ve AK Parti girdikten sonra, Türkiye siyasetinin kimyası değişmeye başlamış, Demirel ve CHP'nin inandığı, içselleştirdiği devlet ideolojisinin taşıyıcısı/teminatı olan iktidar merkezlerinde önemli kaymalar meydana gelmiştir.

Sivil ve askeri bürokrasinin tayin edici gücünün azalmasıyla Batıcı/devletçi siyasi hareketler hamisiz kalmış, Deniz Baykal 2007'ye kadar eski devletten medet ummuş, sivil ve askeri bürokrasi elinden geleni yapmış, ama gücü Sayın Erdoğan ve AK Parti'ye yetmemiştir.

Sayın Erdoğan, Demirel gibi, devlet ile halk, İstanbul ile taşra sermayesi arasında salınım yapmamış, net biçimde ilk ikisine mesafe almış, diğer ikisinin de siyasi temsilcisi olmuştur. (Bunları yaparken askeri ve İstanbul sermayesini de ötekileştirmemiştir.)

Bu kritik değişim, bugün AK Parti dışındaki siyasi partilerin aynılaşmasının, nüanslarını kaybetmelerinin ve müdahalelere açık hale gelmelerinin ana nedenidir. Sivil ve askeri bürokrasinin yerini, paralel örgüt ve bürokrasisi, dışarıdaki ve içerideki Batı medyası ve hatta artık PKK doldurmuştur.

Eski devletin sağladığı koruyuculuğu yeni mekanizma üstlenirken, bu partilerin 2010'da dizayn edilmeleri gibi kaçınılmaz bir sonucu da doğurmuştur. Aslında hikâye değişmemiş, aktörler aracılarını değiştirmiştir.

Erdoğan'a dönük, “Seni başkan yaptırmayacağız” şemsiye sloganı, Batıcı/laikçi vesayetin seçimlere düşmüş izdüşümüdür ve etkili olması aynı köhne ideolojinin paylaşılması nedeniyledir. “Laik muhafazakârlara” karşı “jakoben laikçi Batıcılık” karşılaşmasının seferberlik halidir ve Erdoğan'ı hedef alması son derece doğaldır.

CHP ve MHP'den küçük sağ partilere, HDP ve PKK'dan DHKP-C'sine, Doğan ve paralel medyasından New York Times ve Alman gazetelerine, ittifakın şemsiyesi din ve dindarlar üzerinde tahakküm kurmanın tarifi olan Batıcı/Jakoben laikçiliktir.

Şüphesiz AK Parti 13 yılında bu temel çelişkinin yönetilmesi adında daha becerikli davranabilirdi. Lakin ne Sayın Erdoğan, ne de AK Parti'ye “teslim olmak” veya “linç” dışında bir seçenek sunuldu. Her türlü akıl almaz zelil yol ve yöntemlere başvurulması, operasyonlara maruz kalınması, teslim alamama halinin getirdiği bir savrulmadır.

Şayet CHP ve diğer meşru ittifak üyeleri, ezbere bir iktidar mücadelesi vermek, hatta Proxy bir iktidar kavgasının nesneleri olmak yerine, ne istedikleri yönünde derinlikli bir düşünce geliştirebilmiş olsalardı, Sayın Erdoğan ve AK Parti'nin, kuruluşta yapılan ve halkın büyük kısmını ötekileştiren hataların düzeltilmesi ve normalleşme yolunda büyük bir fırsat yarattıklarını göreceklerdi. Hem yarın kendi tabanlarına dahi anlatamayacakları bu tehlikeli/gayrımilli savrulmayı yaşamayacaklar, hem kendi tabanlarını rahatlatacaklar, hem de siyasetin doğası içinde iktidar yolunu meşru bir şekilde bulabileceklerdi.

Tüm dünyanın yan yana gelip AK Parti'nin karşısında mücadele ettikleri noktada, bugün halk AK Parti'siz bir siyasi hayat veya hükümet ortaya koymamıştır. Hatta son araştırmalara göre, AK Parti'nin oyları yüzde 43.5'lara ulaşmıştır. Halk, AK Parti'siz bir Türkiye'den hazzetmemekte, hatta bu muhalefete koalisyon şansı bile vermemektedir.

Sorun, muhalefetin bu savrulmayı nereye kadar göze aldığı veya millileşme öz gücüne sahip olup olmadıklarıdır. Bu ülkenin gerçeklerine daha ne kadar direnecekler? Tek haminin halk olduğunu ne zaman keşfedecekler?

Bunu çok yakında göreceğiz. Biz göremezsek, halk zaten ziyadesiyle gösterecektir.
#AK Parti
#demirel
#kılıçdaroğlu