Ülkemiz güzel. Bunu herkes kabul ediyor. İnsanımız da güzel. Eğer kendi küçük mahallenize sıkışmamış, biraz Türkiye'nin değişik yörelerini görmüş, insanlarına dokunmuşsanız, hele hele yurt dışında da farklı bölgeleri deneyimleme şansınız olmuşsa, bunu çok daha iyi takdir ediyorsunuz. Ülkemiz fiziki olarak güzel olmakla birlikte, Türkü, Kürdü, Lazı, Gürcüsü, Azerisi, Ermenisi, Romanı, Terekemesi, Boşnağı, Süryanisi, Ezidisi, Çerkesi, Arabı ve kim varsa daha, insanımız çok değerli ve güzel.. Siyasete atılmanın en değerli getirisi, insanlarımızı daha yakından tanıma, onların evlerine, işyerlerine, gönüllerine girme şansını vermiş olması kanımca. İnsanın, insanımızı tanıdıkça bu ülkeye inancı daha fazla artıyor.
En öfkeli veya en önyargılı kişiyle bile birkaç kelam ettiğinizde, size gönlünü ve evini, sofrasını açıyor. Bunu birlikte geçirdiğimiz yüzlerce yıllık beraber yaşama geleneğine, beraber yaşadığımız zorlu ve güzel tecrübelere borçlu olduğumuz ortada. Belki de en değerli yönümüz budur.
Medyanın gözümüzün içine soktuğu aslında bu toplumun genel karakterini yansıtmıyor. Mesela, AK Partili kadınlara saldıran, demokratik haklarını engelleyen, onları hırpalayan kişiler, bu toplumun kalitesini temsil etmiyorlar. Bilakis, doğrudan bu kuvvetli özelliği yıkma, bozma amacı taşıyorlar. Ya hastalanmış kişiler, ya da profesyonelce işlerini yapan provokatörler. Buradan insanımız ve ülkemiz için genel sonuçlar çıkarmak büyük haksızlık olacaktır.
Tabii ülkemiz ve toplumumuz hatadan münezzeh değil. Yaşam varsa sorun da var. Ancak birey gibi, toplumun da gelişmek ve doğru yönde ilerlemek için kendisini doğru konumlandırması da önemli. Yine birey gibi, toplumun da bir özgüveni olmalıdır. Bu özgüveni sağlamak için kendimize dair doğru bilgilere haiz olmalıyız. Ne olduğumuzdan kötü, ne de olduğumuzdan iyi hayali bir yere konumlanmak bizlere fayda sağlamaz.
Türkiye halkları, bu açıdan büyük haksızlığa uğradı. Birlikte büyük bir imparatorluk ve değerli bir uygarlık kurmuş bu halk, geçmişinden, geleneklerinden, dilinden, inancından bir günde koparılmak suretiyle, ondan kendisine yabancı bir elbiseye girmesi beklendi. Sadece beklenmedi, buna zorlandı. Bu olmayınca da, düşman addedilen özgün kimlikler aşağılandı, değersizleştirildi ve bu bir ölçüde etkili de oldu. Çünkü bu mühendisliğe eşlik eden baskı, sürekli hale gelen fakirlik ve başarısızlıklar toplumun özgüvenine zarar verdi.
Bunun simetrisinde ise, Batıcı toplum mühendisliği pespayece bir yüzeysellikte kaldı.
İktidarın nimetlerinden ve gardırop batıcılaşmasının kolaylığından faydalanan dar bir kesim oluştu. Bu kesimde, maalesef, onlara da zarar verecek türden bir gerçeklikten kopuş yaşandı. Bu insanlar, gerçekten üstün ve soylu, bilgili, çağdaş, laik, demokrat olabildiklerini zannettiler. Zarf ve mazruf yer değiştirdi. Eski Türkiye devlet sistemi, bu simülasyonu tüm olanakları ile ayakta tuttuğu müddetçe, acı gerçek bir kenarda sabırla bekledi. Ta ki, aşağı, hakir, çağdışı, akılsız bulunan “ötekiler” iktidara gelip, ülkeyi muassır medeniyetler seviyesine gerçekten çıkartana kadar...
Bu ertelenmiş yüzleşme, ertelenmiş kazayı da gündeme getirdi. İki sosyoloji arasında karşılaşma yaşandı. Bugünlerde yaşadığımız sertliğin tarihsel/sosyolojik temeli budur. Devlet olanakları ve soğuk savaş konjonktüründe oluşturulan simülasyon dağılınca, bu kesimler kendilerini çıplak, korumasız hissettiler. Avrupa'da burjuvazinin aristokrasiye karşı sergilediği üstünlüğe benzer bir dönem yaşanmakta. Hazırdan yemeye, hazırdan yemiyorsa bile rakipsiz olmaya alışmış kesimler, bu değişimden nefret ettiler. Aslında, önünde sonunda bitecek bu dengesizlik, anomali, AK Parti ve muhafazakarlar sayesinde olabilecek en barışçı şekilde dengeye geliyor, bu dengeleme süreci, elitleri veya kendisini elit zanneden orta sınıf kentlileri de olumlu etkiliyor. İstanbul sermayesi, engellenmek bir yana, beş kat zenginleşiyor, muhafazakarların gerçekleştirdiği sessiz devrimin tüm olanaklarından faydalanıyor. Bunun değerini bilebilecek durumda değiller ama.
AK Parti doğru yolda. Edepsizlik yapmadan, şiddete bulaşmadan ülkeyi normalleştiriyor. Eski Türkiye'nin ideolojik tornasından geçmiş, o projeye inanmış, nimetlerinden faydalanmış neslin, iyileşebileceğini zannetmiyorum. Üstelik iyileşmeme haklarına da saygı duyuyorum. Ancak bu hak, faşizme, şiddete, şirretliğe ve suça dönüştüğünde tabii ki ayıplanacak ve kendilerine fayda sağlamayacaktır.
Her halükarda, bir dönem kapanıyorsa, dönemin sahipleri sıkıntı yaşayacaklar, dönemi kapatanlara iyi hisler beslemeyecekler, ahlaki noksanlık kendilerini nesneleştirecektir. Bu nesneleşmenin en grotesk hallerine bugünlerde şahitlik ediyoruz. Bu kesimleri PKK, DHKP-C ve Paralel Örgüte sempati duyar hale getiren durumun özeti budur.
Kimse bence fazla şikayet etmesin. Ne beyaz Türkler, ne de muhafazakarlar. Bu karşılaşmayı olabilecek en hasarsız şekilde atlatıyoruz. Yük muhafazakarların sırtında. Çünkü sorumlu davranma mecburiyeti onlarda. Yaratılan cendereye dayanmak kolay değil. Ancak sonuna kadar dayanan kurtulacaktır. Bu kurtuluşun en büyük ödülü gönül ve vicdan rahatlığıdır.
1 Kasım seçimleri bu açıdan tabii ki önemli. Ciddi bir ayaklanma ve darbelendirme sürecinin içindeyiz. Bunu bastıracak en önemli fırsat, operasyonların boşa çıktığını tüm dünyaya gösterecek seçim sonuçlarıdır. Yeni Türkiye'nin doğuşunu engellemek adına, ülkede Türk/Kürt, Sünni/Alevi kavgasını göze alanların suratına inecek tokat, seçim sonuçlarıdır.
Mükemmel bir son yok. 1 Kasım'da ne olursa olsun, hayat devam edecek, yeni olanakların yanında yeni handikaplar, yeni handikapların yanında da yeni fırsatlar bizleri bekliyor olacak. Bu da hayatın bize bir müjdesidir aslında. Hayat devam ettikçe umut da vardır. Hiçbir zaman için ne enseyi karartmanın, ne de cennetteymişiz gibi davranmanın bir anlamı olacaktır.
Allah bu seçim sonuçlarını ülkemiz, bölgemiz ve dünya için hayırlara vesile kılsın.