Suriye Devrimi'ne Kur’an penceresinden bakış-I

04:0020/12/2024, Cuma
G: 20/12/2024, Cuma
Mahmut Ay

Binlerce yıllık insanlık tarihinde, insanlık ailesinin fertleri, birbirleriyle lüzumlu lüzumsuz nice savaşlara girmiş; kimileri galibiyetin gururunu, kimileri ise mağlubiyetin üzüntüsünü yaşamışlardır. Nice zamanlar, bazı milletler, ordular ve komutanlar için hiç umulmadık bir anda talih kapıları açılmış ve kimsenin öngöremediği şekilde zaferler kazanılmıştır. Tarih, zalim Baas rejimine karşı Suriyeli yiğit devrimcilerin/mücahitlerin zaferini de, kimsenin beklemediği/öngöremediği kadar kolay ve

Binlerce yıllık insanlık tarihinde, insanlık ailesinin fertleri, birbirleriyle lüzumlu lüzumsuz nice savaşlara girmiş; kimileri galibiyetin gururunu, kimileri ise mağlubiyetin üzüntüsünü yaşamışlardır. Nice zamanlar, bazı milletler, ordular ve komutanlar için hiç umulmadık bir anda talih kapıları açılmış ve kimsenin öngöremediği şekilde zaferler kazanılmıştır. Tarih, zalim Baas rejimine karşı Suriyeli yiğit devrimcilerin/mücahitlerin zaferini de, kimsenin beklemediği/öngöremediği kadar kolay ve hızlı bir şekilde kazanılmış bir zafer olarak kaydedecektir.

Öncelikle, doğrudan sahadakilerden alınan bilgiler ışığında, bu tarihî devrimin nasıl gerçekleştiğini özetleyelim. Bilindiği üzere İdlib, uzun zamandır Ahmed eş-Şara (Colânî) yönetimindeki Heyet Tahrir eş-Şam’ın (Şam’ı Özgürleştirmesi Hareketi) yönetimindeydi. HTŞ, doğrudan Türkiye Cumhuriyeti’nin kontrolünde olmamakla birlikte, Türkiye ile iyi ilişkilere sahipti. İdlib, 3-4 Mayıs 2017 tarihlerinde gerçekleştirilen 4. Astana toplantısında, “çatışmasızlık bölgesi” ilan edilmişti. Ancak İdlib’in güneyinde konuşlanmış olan Esed birlikleri, zaman zaman bu anlaşmaya aykırı davranarak bölgeye bazı saldırılarda bulunuyordu. HTŞ’nin Esed birliklerine karşılık verme istekleri, gerginliğin daha da artırılmasını önlemek adına, Türkiye’den destek görmüyordu. Fakat HTŞ, Esed birliklerinin saldırganlıklarına daha fazla sessiz kalamayacağını ısrarla Türkiye’ye iletti. Türkiye’nin, derin istihbarat analizlerinden sonra, “Evet, şartlar uygun. Bu sefer, kendinizi savunmak için tedbir alabilirsiniz. Harekâta başlayabilirsiniz.” şeklindeki onayı ve lojistik desteği sağlandıktan sonra, aslında İdlib ve civarında “düşmanı püskürtme” operasyonu başlatıldı. Başlangıçta kimsenin aklında Şam’ı, Hama’yı bırakın, Halep’i almak dahi yoktu. Fakat HTŞ harekâta çok iyi hazırlanmıştı. Türkiye’nin istihbarat ve lojistik desteğinin de etkisiyle, zaten moral ve maneviyatı çok zayıflamış olan Esed birlikleri, HTŞ birlikleri karşısında çil yavrusu gibi dağıldı. Böylece önce Halep’in ve nihayet hiç kimsenin hesaplamadığı ve öngöremediği bir şekilde Şam’ın fethi müyesser oldu. Herkesin aklında şu soru var: “Türkiye, bu harekâtı ne kadar destekledi?” Sahadan gelen bilgiler ve bizzat devlet yetkililerimizin beyanatları dikkate alındığında, bu soru şöyle cevaplanabilir: Türkiye, doğrudan müdahil olmadı; ancak HTŞ’ye lojistik ve istihbarat desteği sağladı. Ayrıca bizzat kurup desteklediği Suriye Milli Ordusu (SMO) ile de bu harekâta destek verdi. Özellikle PKK/YPG unsurlarının olduğu bölgelere yoğunlaşıp oraları temizledi. Ayrıca yine sahadan gelen bilgilere göre, HTŞ bu operasyonda, savaş tecrübesi olan Afganistanlı mücahitlerin bazı taktiksel tavsiyelerinden de faydalandı. Neticede, on bir gün gibi çok kısa bir süre içerisinde, kuzeyde YPG’nin kontrolündeki bölgeler hariç neredeyse Suriye’nin tamamı özgürleştirilmiş oldu.

Kur’ân-ı Kerîm’in Cenâb-ı Hakk’ın gönderdiği ilâhî bir mesaj olduğuna inanan müminler olarak “Kur’an bize Suriye Devrimi hakkında ne söyler? Kur’an penceresinden meseleye bakıldığında, bu hadise nasıl okunmalı?” sorusunu sorabiliriz/sormalıyız. Bu soru, “On dört asır önce nazil olmuş olan Kur’an, bugün meydana gelen bir hadise hakkında ne diyebilir ki?” şeklinde karşı bir soruyu da akla getirebilir. Şunu ifade etmek gerekir ki; Kur’an, bütün insanlar için bir öğüttür (Yusuf 12/104) ve bize tarihte ya da indiği dönemde meydan gelen olayları birer örnek kabilinden anlatmaktadır. Bunları anlatmasından maksat bilgi değil, bilinç vermektir. Muhatabından beklediği, ders ve ibret almaktır. Kur’an’da kıssalar anlatıldıktan sonra, hemen muhataba dönülerek bu anlatılanlardan öğüt alması salık verilir. Yani anlatılan hikâyeleri, kendi hayat hikâyemize uyarlamamız, benzerlikler kurarak sanki günümüze dair bir şeyler söylüyormuş gibi anlamaya gayret etmemiz istenmektedir. Şu hâlde, yaşadığımız önemli hadiseleri nasıl okumamız gerektiğine dair Kur’an’da genel ilkeler ve benzer örnekler bulmamız gerekir. Bu bakış açısıyla baktığımızda Suriye Devrimi’ne dair şunlar söylenebilir:

1.
Sayıları çok fazla olmayan ve teçhizatları da pek gelişmemiş olan devrimci mücahitlerin, bu kadar kısa sürede Suriye’yi özgürleştirmelerinin nasıl mümkün olduğu hemen herkesin sorduğu bir sorudur. Kimileri “Bunun altında bir bit yeniği var. Bu, Amerika ve İsrail’in gizli bir planının neticesi olmalı.” diye şüphelenmekte ya da kesin hükümler vermektedir. Oysa ki hem bizzat adı geçen devletlerin yetkililerinin beyanatları hem de sahadan gelen genel ve özel bilgiler, durumun asla böyle olmadığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. O hâlde, böyle bir başarı nasıl elde edilebilmiştir? Bedir’de, Nihavend’de, Malazgirt’te, İstanbul’da ve Çanakkale’de normal şartlarda kazanılması oldukça zor görülen savaşlar nasıl kazanıldıysa, bu savaş da öyle kazanılmıştır. Hikmetli Kitap’ta Bedir Savaşı anlatılırken şöyle buyurulur: “(Allah sizi öyle bir zamanda ve yerde düşman ordusuyla karşılaştırdı ki) Şayet onlarla sözleşmiş olsaydınız bile, sözleştiğiniz vakitte öyle buluşamazdınız. Lâkin Allah, önceden takdir etmiş olduğu bir şeyi meydana getirmek için sizi böyle buluşturdu.” (Enfâl 8/42). Âyet-i kerimenin ifade ettiği hakikat şudur: Cenâb-ı Hak, sebepleri öyle yaratır ki, bazı şeyler bize şans ve talih gibi görünür; ama aslında bu olaylar zinciri tamamen ilâhî planın işleyişinden ibarettir. Hani “… diye yazılır; … diye okunur” şeklinde güzel bir deyimimiz vardır ya; işte kâinatta meydana gelen hadiseler de “
şans, tesadüf, rastlantı, talih, kader
diye yazılır; lâkin
“Allah” diye okunur
. Hikmetli Kitap’ta Hz. Yusuf’un kıssası anlatılırken şöyle buyurulur: “Allah, dilediğini yapma konusunda mutlak galiptir.” (Yusuf 12/21). Bunun tam Türkçesi, kamyonların arkasında yazan şu meşhur sözdür: “
Allah’ın dediği olur.
” Evet, büyük devletlerin elbette küresel çapta planları, tezgâh ve tuzakları var; ancak “
Allahu ekber!/Allah en büyüktür!
” hakikati, her daim her yerde caridir. Bu devrimi başarıya götüren süreç incelendiğinde, her şey (İran’ın Lübnan, Rusya’nın Ukrayna ile meşgul olması, Esed birliklerinin üst komuta kademesindeki ciddi çözülmeler vs.) bir takdir-i ilâhî dahilinde bu devrimin başarıya ulaşması için hazırlanmış görünmektedir. “Allah’ın dileği, mutlaka gerçekleşen bir kaderdir.” (Ahzâb 33/38). Hâsıl-ı kelâm, Cenâb-ı Hak, sebepler dairesinde oldukça zor görünen bir meseleyi, bir sevk-i ilâhî ile son derece kolay bir hâle dönüştürmüş ve bu zaferi müyesser kılmıştır.
#Suriye
#devrim
#Kur'ân-ı Kerîm