Yeni Şafak

Seküler aklın din talebi ve Diyanet'in hutbeleri

01:009/05/2025, Cuma
G: 9/05/2025, Cuma
Mahmut Ay

Yaşadığı çağın izlerini üzerinde taşıyan bir varlık insan. İçinde bulunduğumuz zaman ve mekânın şartları, her açıdan üzerimizde etki bırakıyor. Az ya da çok, ama mutlaka etkiliyor insanı. Yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz. İnsanlık, zamanın bu dilimine gelinceye kadar çeşitli açılardan pek çok evreler geçirdi. Konumuz gereği insanlığın din ve inanç açısından yaşadığı gelişim ya da değişim evrelerine baktığımızda “zamanın ruhu” denilen şeyle karşılaşıyoruz. Mesela Ortaçağ’da dünyanın hangi coğrafyasına

Yaşadığı çağın izlerini üzerinde taşıyan bir varlık insan. İçinde bulunduğumuz zaman ve mekânın şartları, her açıdan üzerimizde etki bırakıyor. Az ya da çok, ama mutlaka etkiliyor insanı. Yirmi birinci yüzyılda yaşıyoruz. İnsanlık, zamanın bu dilimine gelinceye kadar çeşitli açılardan pek çok evreler geçirdi. Konumuz gereği insanlığın din ve inanç açısından yaşadığı gelişim ya da değişim evrelerine baktığımızda “zamanın ruhu” denilen şeyle karşılaşıyoruz. Mesela Ortaçağ’da dünyanın hangi coğrafyasına bakarsanız bakın, toplumsal hayatın temel belirleyicisinin dinî inanç ve pratikler olduğunu görürsünüz. O çağlarda kutsalı olmayan bir birey belki bulunabilir, ancak kutsalı olmayan bir toplum hatta küçük bir topluluk bile bulmak imkânsız gibidir. Bugünkü tablo ise özellikle Batı’da tamamen farklıdır. Günümüzdeki Batı toplumlarının pek çoğunda artık ateizmin, apateizmin (Tanrı umursamazlık), agnostisizmin (bilinemezcilik) ya da deizmin yaygınlığı, dinlerden daha fazla hissedilmektedir. Dinin toplumsal hayatı şekillendirici hiçbir etkisi de görülmemektedir.

Peki, zamanın ruhundaki bu değişiklik nasıl oldu? Avrupa’nın aslında kendi içinde yaşadığı reform, rönesans ve aydınlanma süreçleri, insanın kutsaldan uzaklaşmasıyla sonuçlandı. İlk başlarda bu süreç, yalnızca siyasete aşırı bir şekilde bulaşmış olan, pek çok ticarî menfaate sahip olan ve kendi hegemonyasını korumak için insanların özgür düşünmelerine karşı çıkan kilise müessesesine, bir başka ifadeyle dinin kurumsal şekline bir başkaldırı görünümündeydi. Ancak zamanla tümüyle dinden ve kutsaldan uzaklaşmaya dönüştü.

Aydınlanma sürecinin sonunda ortaya çıkan modernlik, sekülerliği de beraberinde getirmiştir. Bugün dünya üzerinde hiçbir büyük şehir yoktur ki modernlik ve sekülerlikten nasibini almamış olsun. Peki, nedir sekülerlik? “Seküler” kelimesi, Latince “saeculum” kelimesinden gelir. “Saeculum” kelimesinin zamansal ve mekânsal bir delâleti vardır. O da “şimdi” ve “burası”dır. Dolayısıyla sekülerlik, ölüm sonrasını dikkate almadan şimdiyi, metafizik âlemle ilgilenmeksizin fizik âlemle ilgilenmeyi salık verir. Bu sebeple “İnsan aklının ve dilinin, dinî ve metafizik denetimden kurtarılması” olarak tanımlanabilir. “Sekülerleşmek, nasıl bir sonuç doğurur?” sorusunun cevabını Richard K. Fenn şöyle verir: “Dinî kurumların mallarının kamulaştırılması, dinî kurumların toplumsal gücünün azalması, kutsal yapıların kutsallık derecelerinin sorgulanması, aynı toplumda farklı dinî kültürlerin ortaya çıkması, gelenekçiliğin çözülmesi, bilgi kaynaklarının mistik ögelerden uzaklaşması, dinin etki gücünü kaybetmesi, toplumdaki dinsiz sayısındaki artış, din inancındaki ve dinî kurumlardaki seküler dönüşümler, öbür dünya nimetleri yerine bu dünya nimetlerine yönelme.” (Volkan Ertit, Sekülerleşme Teorisi, s. 103-4). Seküler aklın talip olduğu şey, dinî otoriteden kurtarılmış bir dünyevileşmedir. Bu sebeple, dünyevileşmek, sekülerleşmenin kaçınılmaz bir sonucudur.

Sekülerleşmenin, ülkemiz özelinde iki versiyonundan söz edilebilir. Birincisi, bireysel ve toplumsal hayatı, tamamen dinî inanç ve pratiklerden bağımsız bir şekilde düzenleme isteği ve gayretidir. İkincisi ise, teoride İslam’ı kabul etmekle birlikte dinin ve dinî kurumların sekülerleşmesi için çaba sarf etmektir. Birincisi, açık bir şekilde dinsizlik iken ikincisi, geleneksiz ve kurumsuz bir dindarlık arayışıdır. Bazı ilâhiyatçıların son zamanlarda seküler dindarlığa methiyeler düzmeleri bu kabil bir arayıştır. Görünürde oldukça masum duran bu söylem, Batı’da da asırlar önce benzer bir şekilde ortaya çıkmış ve zamanla sadece dinî kurumların değil dinin ve kutsalın tamamen toplumsal hayattan çekilmesiyle sonuçlanmıştır. Batı’nın modernleşme tarihi içinde sekülerleşmenin vardığı/varacağı son nokta, Nietche’nin “Tanrı öldü.” sözünde en net bir şekilde tezahür etmiştir. Başka bir ifadeyle, her ne şekilde ortaya çıkarsa çıksın sekülerleşme sürecinin sonu, Tanrı’yı öldürme hevesiyle ve sanrısıyla sonlanacaktır. Şu hâlde, seküler aklın istediği din, aslında dinsizliktir. Linda Woodhead’ın ifade ettiği gibi “No religion is the new religion (Dinsizlik, yeni dindir)”.

Seküler akla sahip bir insan için dinî kurumlar, en büyük problemdir. Dolayısıyla bu kurumlar, birey ve toplumun hayrına ne kadar gayret ederlerse etsinler, zararlıdır ve yok edilmelidir. Ülkemizde meselelere salt seküler bir akılla yaklaşan milyonlarca insan olduğu kesin. Bunlara ilaveten, az ya da çok sekülerliğin etkisinde kalmış bir akla sahip olan milyonlarca insan daha var. Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurumun varlığının, bu tür insanları rahatsız ettiği anlaşılmaktadır. Anayasal bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kanunda görevi, “İslam dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” şeklinde ifade edilmiştir. Dolayısıyla İslam dininin inanç ve pratiklerini mutedil bir yolla insanlara anlatmak, onun en doğal hakkı, hatta vazifesidir. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, toplumun en geniş kesimlerine ulaşma imkânı, hutbeler aracılığıyla olmaktadır. Son zamanlarda, toplumumuzda gittikçe yaygınlaşan ancak İslam dini açısından tasvip edilmesi mümkün olmayan bazı sorunlara dair, gayet yerinde hutbeler okundu. Fakat bu hutbeler, seküler akla sahip insanlar tarafından çok ağır bir şekilde eleştiriye tabi tutuldu. Zira bu hutbeler, ahlâk ve hukuk alanlarına girmekte ve bu sahalarda insana İslâmî bir rota belirlemeye çalışmaktadır. Seküler akıl için ise, bu durum hayata ve özgürlüğe müdahale gibi görülmektedir. Hâlbuki hayata müdahale etmeyen bir din, ölü bir dindir; insanı eğitmeye talip olmayan bir inanç sistemi ise ruhsuzdur. Sekülerler, dinin ve dinî kurumların lüzumsuz olduğuna inanabilirler, ancak bir dinin nasıl anlatılacağını o dinin müminlerine ve uzmanlarına bırakmalıdırlar. Şu hâlde vazifesi İslam’ı anlatmak olan Diyanet’in; kumarın, içkinin, zinanın ve fuhşa götüren yolların haram olduğunu, İslam’ın bunu yasakladığını anlatmasından daha doğal ne olabilir?

Bu güzel ülkede barış ve kardeşlik içinde yaşamanın temel şartı, şiddet içermediği ve başka insanlara zarar vermediği sürece birbirimizin fikir ve yaşantısına saygı duymaktır. Dinsizler dinsizliklerini özgür bir şekilde yaşayabildikleri gibi dindarlar da dinlerini özgürce yaşayabilmelidirler. Biz, bu topraklarda asırlarca farklı milletlerden ve dinlerden olan insanlara dahi özgür bir yaşam ortamı sağlamış bir medeniyetin varisleriyiz. Birbirimize bu kadar toleranssız ve anlayışsız davranmak, asırlardır bu topraklara ruh vermiş bir dinin inanç esasları ve pratikleriyle alay etmek ve bunları aşağılamak asla doğru değildir.

Birileri, sekülerliği tercih etmiş olabilir. Ama bu ülkenin kahir ekseriyeti İslam’ı tercih etmiştir ve elinden geldiğince onu yaşamaya çalışmaktadır. Onların tercihlerine de saygı duyulmalıdır. Seküler akıl, kendisi için dinsizliği veya sonunda ona götüren dünyevileşmeyi benimsediği gibi dindarlar için de kurumsuz ve cemaatsiz bir din talep eder. Ancak kitlesel dindarlık, kaçınılmaz bir şekilde kurumsallaşmayı ve cemaatleşmeyi ister/gerektirir. Milyonlarca Müslümanın yaşadığı bir ülkede mutlaka dinî kurumlar ve cemaatler olacaktır. Bu, sosyolojinin gereğidir. Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Cumhuriyeti için son derece gerekli ve bu ülkede yaşayan Müslümanlar nezdinde güvenilir bir dinî kurumdur. Sekülerler, bu kurumu eleştirirken “Onun yokluğunda ya da zayıflığında meydana gelecek boşluğu kimler/hangi kurumlar doldurur?” sorusunu iyice düşünülmelidirler. Diyanet’in bir kurum olarak pek çok eksiklikleri olabilir. Ancak genel olarak bakıldığında, artıları eksilerinden çok fazladır. Onun güvenirliğine zarar vermek, bu ülke için ciddi bir güvenlik sorunudur.


#Din
#seküler
#Mahmut Ay
Yorumlar

Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.

tuncaykorkmaz1572

Diyanet, cuma hutbelerinde sekulerlesme, dunyevilesme konusu üzerinde daha çok durmalı , hatta ısrar etmeli, birbaska konu diyanet personelinin eğitimi üzerinde durulmalı ( maalesef yetersiz, istisnalar hariç) , üst düzey de bulunan yöneticilerin bir kısım şatafattan uzak durmaları (maalesef kötü örnek oluyorlar) , vs.........

8 g önce
ekremfazlioglu05729

Çok yerinde tespitler. Teşekkür ederiz.

8 g önce
Kapat

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.