Ütopik düşünmek gibi distopik düşünmek de faydasız hatta zararlıdır. Umut tur insanı hayatta tutan; endişe dir insana önlemler aldıran. Şu halde en doğrusu, hal ve istikbale dair bir yandan endişe duymak; öte yandan umut beslemektir. Zira bütün çözüm ler, endişe ve umudun izdivacından doğar. Geçen haftaki yazımızda Cenâb-ı Hakk’a dair samimi bir tevhid inancı nın, mutlaka “ ehl-i tevhid ile ittihad ” şuurunu beslemesi gerektiğinden söz etmiştik. Ancak Müslümanların birleşemediklerinden de esef etmiştik.
düşünmek gibi
düşünmek de faydasız hatta zararlıdır.
tur insanı hayatta tutan;
dir insana önlemler aldıran. Şu halde en doğrusu, hal ve istikbale dair bir yandan endişe duymak; öte yandan umut beslemektir. Zira bütün
ler, endişe ve umudun izdivacından doğar.
Geçen haftaki yazımızda Cenâb-ı Hakk’a dair
nın, mutlaka “
” şuurunu beslemesi gerektiğinden söz etmiştik. Ancak Müslümanların birleşemediklerinden de esef etmiştik.
Öncelikle şu hususun altını çizelim ki, iki milyarlık bir bünyede elbette farklı yorumlar ve yönelimler olacaktır. Ancak Müslümanların, “ümmet”i ilgilendiren temel meselelerde itikâdî, fikrî, siyâsî, ictimâî ve iktisâdî açıdan mümkün mertebe birlik olmayı başarabilmeleri, bu gaye uğrunda çabalamaları, en azından bu birliğin önemine samimiyetle inanmaları gerekir. Buna inanan ve bu uğurda gayret sarf eden
milyonlarca samimi ve ihlaslı Müslüman
ın ve
binlerce kurum, kuruluş, cemaat ve cemiyet
in olduğu da müsellemdir. Ancak İslâm dünyasının umumi manzarasına bakıldığında, bir
dağınıklık ve parçalanmışlık
halinin varlığı da yadsınamayacak bir olgudur.
Madem, tablo vahim; öyleyse gelin, umum itibarıyla “Müslümanlar tevhid ve ittihad şuurunda olsalardı ne olurdu?” sorusunu cevaplamaya çalışalım.
*İslâm’ın hikmetli öğretilerinin, çok kapsamlı ve dünya çapında organize olmuş meydan okumalarla karşılaştığı günümüzde; İslâm’ın (dolayısıyla kendilerinin) modern çağda varlığını tehdit eden bu
meydan okumalarla mücadeleye odaklanırlar
; birbirleriyle
ün içine girmezlerdi.
*Siyasi ve içtimai konulardaki görüş farklılıklarını, milli kültürlerinden kaynaklanan kendilerine has bazı gelenek ve göreneklerini, coğrafi sınırlarını vb. kendilerini “ümmet”in ana gövdesinden ayıran önemli bir
olarak görmezlerdi. Bilakis bunları, o ana gövdenin gücüne ve kuşatıcılığına katkı sağlayan
olarak görürlerdi.
*İki milyarlık İslâm âlemi,
’deki kardeşlerinin aylardır ölüme, açlığa ve vatansızlığa mahkûm edilmesine
; kardeşlerine bu zulmü reva görenlerden, anlayacakları dilde hesap sorardı.
nda günlerdir aç susuz kalmış masum yavrular, kadınlar ve siviller, üzerlerine yağan bombalarla yakılırken; İslâm âleminin müntesipleri, kendi
refah seviyelerini artırmakla
meşgul olamazlardı. Halklar, birkaç sokak gösterisi yapmakla; yöneticiler de üç beş hamâsî nutuk atmakla yetinemezlerdi.
*“Müslümanları siyâsî açıdan güçlendirmeliyiz.” mottosuyla ortaya çıkan, ama zamanla
kendi ikballerini güçlendirme
nin esiri olan; Müslümanların birliği için çalışmak bir yana, şahsi menfaatleri için her türlü ihtilafı körükleyerek
oynayan
ve
lar zuhur etmezdi.
*Modern çağın meydan okumaları karşısında; imanında, düşüncesinde ve duygularında şiddetli savrulmalara maruz kalan günümüz Müslümanlarına; herkesi kapsayıcı ve kucaklayıcı bir şekilde temel meselelere ağırlık vererek hizmet etmek yerine,
peşinde koşan,
sayısal ve parasal üstünlüğü
manevi bir başarı ve bereket zanneden,
en temel meselelermiş gibi
ciddi ihtilaf ve tefrika sebebi
yapan, gücü eline geçirdiğinde
edip halkına
a bile beis görmeyerek
oynayan acınası kişiler ortalığı doldurmazdı.
*Başına
yi, sırtına
yi geçirip, tasavvufun özel mevzularını ve içinde büyüdüğü tarikatın en mahrem meselelerini
edasıyla ifşa etmeyi büyük bir manevî vazife (!) zanneden;
Ehl-i Sünnet’i ehl-i tasavvufa indirgeyen
, üstüne üstlük tasavvufun ve hatta Ehl-i Sünnet’in neredeyse yegâne temsilcisi ve akredite edicisi rolüne soyunarak
oynayan zavallılar türemezdi.
* Her bireyin, her milletin ve her toplumun; dinleri ve ideolojileri yaşarken, detaylarda kendine has yorumlar yapmasının gayet tabii olduğunu bir türlü
; tek bildiği şey, hadis literatürünü son derece
dan ibaret olan, kendinden gayrı İslâm’ın hiçbir yorumunu otantik kabul etmeyen ve dolayısıyla Müslümanlar arasında “
” belasını yayan, yeri geldiğinde de tekbir eşliğinde
Müslümanları kıtır kıtır kesmek
te beis görmeyerek
oynayan
tuhaf varlıklar peydahlanmazdı.
* Nurettin Topçu’nun “Bizim münevverlerimiz, vagonlarından kopmuş lokomotiflere benzerler.” teşbihini hatırlatırcasına,
denince aklına
gelen,
ve
gibi Müslümanların neredeyse tamamının asırlardır inanageldiği bazı temel inanç konularına inanmanın
ya da
olduğunu zanneden; Kur’ân-ı Hakîm’den bahsederken alaycı bir dil kullanan ve onun bugüne dair pek bir şey söyleyemediğini vehmeden; kimi
, kimi
, kimi bilmem neci; akademisyenlik ile din adına ahkâm kesme makamı arasında gelip giden, söyledikleri sözlerin bireylerin inanç dünyasında ve toplumun bütünlüğü açısından nasıl bir tahribat yaptığının farkında ol(a)mayarak
oynayan
tayfası pıtrak gibi çoğalmazdı.
Gönlü
yla, zihni
iyle yoğrulmuş samimi müminleri elbette
ederiz. Dikkat ederseniz; bütün bu “
”ların ortak noktası, “
” olmaktır.
Peki; madem, Müslümanların ekseriyeti tevhid ve ittihad şuurundan mahrum bir vaziyette ve madem, din adına bir şeyler yaptıklarını zanneden; lâkin aslında oyun oynayan zavallıların bini bir para, o halde ne yapmalı?
Sorun belliyse, çözüm nedir?
Onu da haftaya ele alalım inşallah.