Kur’ân’ın Mâhiyet ve Hakikatine Dair

04:0013/03/2024, Çarşamba
G: 13/03/2024, Çarşamba
Mahmut Ay

Değerli dostlar, dünkü yazımızda Ramazan’ın mübarekliğinin Kur’an’dan geldiğini, Kur’an’ın o ayda inmeye başlamış olması sebebiyle Ramazan’ın diğer aylardan ayrı bir hususiyet kazandığını ifade etmiştik. Öyleyse bizim Ramazan’ımızı mübarekleştirmenin yolu, Kur’an’ın mâhiyet ve hakikatini mümkün mertebe idrak edip, mana ve mesajını gönlümüze indirirerek buyruklarını hayatımızda tatbik etmekten geçecektir. Bugünkü yazımız, Kur’an’ın mâhiyet ve hakikatine dair kısa bir serimlemeden ibaret olacaktır.

Değerli dostlar, dünkü yazımızda Ramazan’ın mübarekliğinin Kur’an’dan geldiğini, Kur’an’ın o ayda inmeye başlamış olması sebebiyle Ramazan’ın diğer aylardan ayrı bir hususiyet kazandığını ifade etmiştik. Öyleyse bizim Ramazan’ımızı mübarekleştirmenin yolu, Kur’an’ın mâhiyet ve hakikatini mümkün mertebe idrak edip, mana ve mesajını gönlümüze indirirerek buyruklarını hayatımızda tatbik etmekten geçecektir. Bugünkü yazımız, Kur’an’ın mâhiyet ve hakikatine dair kısa bir serimlemeden ibaret olacaktır.

Öncelikle şunu ifade edelim ki, İmam Rabbânî Hazretleri’nin (ö. 1034/1624) de ifade ettiği gibi, çok yüce bir mertebe olan Kur’ân’ın hakikatini tam anlamıyla ancak Allah Teâlâ bilir (Mektûbât, C. III, s. 99, m. 77). Lâkin Kur’an, bizim anlamamız ve mucibince amel etmemiz için indiğine göre, onun mahiyetine (neliğine) ve hakikatine (kendine mahsus gerçek varlığına) dair sahih bir tasavvura sahip olma gayretimizin de olması gerekir.

Bizim tasavvurumuza göre, her şeyden evvel, Kur’ân âlemlerin Rabbi olan Allah Teâlâ tarafından son kutlu elçi Muhammed Mustafa’ya (sav) gönderilen, çağrısı ve mesajı evrensel olan ilâhî hikmetlerden oluşan bir kelâmdır. Kur’ân’da kullanılan bazı yerel unsurlar ve tarihî olaylar, onun çağrı ve mesajının cihanşümullüğüne mani değildir. Kur’ân, tüm insanlık için Muhammedî bir çağrıdır.

Mesaj ve çağrısı evrensel olan, ama bir taraftan da indiği çağda yaşayan insanlara hitap etmek durumunda olan Kur’ân, bu dengeyi öyle hassas bir ölçüde kurar ki, asırlar öncesinde yaşanmış bir hadise ya da diyaloğun, muhatap tarafından sanki şimdi ve burada yaşanıyormuş gibi anlaşılmasını kolaylaştırır. Mesela gerek eski peygamberler döneminde yaşanmış hadiseleri gerekse Resûl-i Ekrem (sav) devrinde yaşanan hadiseleri anlatırken şahıs, yer ve tarih bilgisi vermez. Doğrudan mesaja odaklanır. Böylece muhatap da, değişken detaylara değil değişmeyen gerçekliğe yoğunlaşır. Asıl gösterilenin bu gerçeklikte yatan mesaj olduğunu anlar.

Kur’an’da kâinat, mevcudât ve hâdisâtı anlatılırken son derece yoğun bir kavramsal dille oldukça özet bir anlatım sunulur. Üstad Bediüzzaman’ın (1878-1960) ifadesiyle Kur’ân, “denizi bir ibrikte gösterecek” kadar özet anlatır. (Sözler, s. 372) Zira onun hedefi, muhatabına bu varlık âleminin ve yaşadığı bütün hâdisâtın aslında mutlak hükümranlık sahibi bir Yaratıcı tarafından yaratılıp tasarlandığını anlatmaktır. Odak nokta hep Cenâb-ı Hakk’ın varlığı ve fark edilen ya da edilemeyen kudretidir. Bu manada Kur’an’ın dili Tanrı merkezli (teosentrik) bir dildir. Bütün anlatımlar, O’nun merkeze alınması suretiyle kurgulanmıştır. Recaizade Mahmud Ekrem’in (1847-1914) “Bir kitabullah-ı azamdır serâser kâinat/ Hangi harfi yoklasan, manası hep Allah çıkar.” beytinde ifade ettiği mana, Kur’ân’ın her bir âyetinde, her bir anlatısında mevcuttur.

Kur’an, manalarını selim kalp sahiplerine açar. Onun manalarına yalnızca manevî kalbini, iç alemini temizleyenler dokunabilir ve vâkıf olabilirler. Bu hakikat, Kur’ân’da şöyle ifade edilir: “Şüphesiz o, çok değerli ve ikramı bol bir Kur’ân’dır. Saklı bir kitaptadır. Ona ancak arınmış olanlar dokunabilir.” (Vâkıa 77-79). Bu âyet, çoğunluk tarafından metinsel bağlamından koparılarak Kur’ân’a abdestsiz dokunulamayacağı şeklinde bir yoruma tâbi tutulmuştur. Ancak İbn Kayyim el-Cevziyye’nin de (ö. 751/1350) ifade ettiği gibi âyetin metinsel bağlamı dikkate alındığında çıkan mana şudur: “Ancak kalbini akidevî sorunlar ve manevî lekelerden temizleyenler, Kur’an’ın hikmetli buyruklarından istifade edebilirler.” (İbnu’l-Kayyım, Bedâiu’t-Tefsîr, III/121). Nitekim İmam Rabbânî de bu ayetten, Kur’ân’da saklı bulunan ilâhî sırları ancak iç dünyalarını beşerî alakalardan arındırmış olan kimselerin keşfedebileceği manasını çıkarmıştır. (Mektûbât, C. III, s. 9, m. 4).

Muhyiddin İbnu’l –Arabî Hazretleri (ö. 638/1240) ise, Kur’ân’ın tabiri caizse canlı ve dinamik bir varlık olduğunu, hangi gönle girip yerleşeceğinin Allah tarafından kendisine öğretildiğini söylemiştir. İlginç bir şekilde Rahman Suresi’nin başındaki âyetleri şöyle anlamıştır: “Rahman, Kur’an’a öğretti.” Geleneksel yorumlar, “Rahman, Kur’an’ı öğretti.” şeklindedir. Ancak İbnu’l –Arabî, âyetin gramatik yapısının buna uygun olmasından hareketle, “Rahman’ın, Kur’an’a hangi kullarının gönüllerine gireceğini öğrettiği” manasının pekâlâ çıkarılabileceğini söyler. (Rahmetun mine’r-Rahman, IV/233). Böyle bir anlayış, Kur’ân’ı anlama eyleminin nesnesi olan salt bir metin olmaktan çıkarıp ontolojik açıdan son derece aktif bir özne konumuna getirmektedir.

Kur’ân-ı Hakîm’in anlam sahası öyle muazzam bir vüsate sahiptir ki, milliyeti, cinsiyeti, kültürü, eğitimi, mesleği ve mizacı ne olursa olsun, onun kelâm-ı ilâhî olduğuna şeksiz bir şekilde inanan her muhatap, kendi durumuna ve seviyesine uygun farklı manalar ve işaretler bulabilir. Kur’ân’ın yoğun bir kavramsal dil kullanması da bunu kolaylaştırmaktadır. Sözgelimi onu okurken bir siyasetçi, “adalet” kavramına; bir bilim adamı, bilimsel merak ve araştırmaya; bir tarihçi, tarihî hadiselere ne kadar önem atfedildiğini görür ve adeta sanki kendi mesleğine her şeyden daha çok vurgu yapıldığı sonucunu çıkarır. Böylece Kur’ân ile muhatap arasındaki ilişki çok canlı, doğrudan ve sıcak bir hal almaktadır.

Kur’ân, bir hatırlatmadır; bize “öz”ümüzü ve zorunlu olarak dönmeden evvel gönüllü olarak o “öz”ümüze dönmemiz gerektiğini hatırlatan. Bir nurdur; gaflet ve dalâletteki yürekleri ışıtan. Bir rehberdir; aklı karışıklara, kalbi bulanıklara, hakikate şaşı bakanlara yol gösteren. Bir şifadır, aklı ve gönlü manevî hastalıklara mübtelâ olanları iyileştiren.

Hasılı, Kur’ân, kendisini okurken, bize her türlü mevcûdât ve hâdisâtın yaratılıp tasarlanmasında yegâne kudretin Cenâb-ı Hak olduğunu öğretir. Buradan hareketle, kendi varoluşumuz ve hayatımızda gördüğümüz varlıkların ve yaşadıklarımız olayların ardında da daima O’nun olduğunu anlayıp alemdeki “vahdet”i görerek “tevhid”e ermeyi ve böylece evrendeki “mutlak anlamın Allah olduğu” hakikatini idrak etmeyi bize öğretir. Nitekim bu irfana erenlerden Hz. Mevlânâ (ö. 672/1273) şöyle buyurmuştur: “el-ma’nâ huvallah (Mana, Allah’tır).” (Mesnevî, I/555).

Mevlâ, bizleri manayı bulanlardan eylesin!

#Ramazan
#Din
#Aktüel
#Mahmut Ay