Kur’an nasıl bir kalple okunmalı?-3

04:0018/03/2024, Pazartesi
G: 18/03/2024, Pazartesi
Mahmut Ay

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz. Üçüncü madde şu şekilde çevrilebilir: 3. Kalbin Odaklanması ve Başka Bir Şey ile Meşgul Olmaması (Huzûru’l-Kalb ve Terku Hadîsi’n-Nefs): Gazzâlî, bu maddeyi şöyle açıklar: “Ey Yahya! Kitab’a kuvetlice sarıl!‘ (Meryem 19/12)’ meâlindeki âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir: ‘Kuvvetlice


İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız

yazı serimize devam ediyoruz. Üçüncü madde şu şekilde çevrilebilir:

3. Kalbin Odaklanması ve Başka Bir Şey ile Meşgul Olmaması (Huzûru’l-Kalb ve Terku Hadîsi’n-Nefs):

Gazzâlî, bu maddeyi şöyle açıklar: “Ey Yahya! Kitab’a kuvetlice sarıl!‘ (Meryem 19/12)’ meâlindeki âyetin tefsirinde şöyle denilmiştir: ‘Kuvvetlice sarıl!’ demek ‘Ciddiyet ve gayret göster!’ demektir. ‘Kitabı ciddiyetle almak’ ise, ‘kişinin Kur’an’ı okurken, kendini başka şeylerden tecrit edip sadece ona vermesi, bütün dikkatini ona odaklaması’ demektir. Birine şöyle soruldu: ‘Kur’an okurken içinden başka bir şeyle meşgul olur musun?’ Cevaben dedi ki: ‘Benim için Kur’an’dan daha sevimli bir şey mi var ki, gönlümü onunla meşgul edeyim?’ Rivayet edilir ki bazı selef âlimleri, bir âyeti okuduklarında kalbinin orada olmadığını, âyete odaklanamadığını hissettiklerinde, âyeti tekrar okurlardı. Bu durum; okuyan kişinin, okuduğu söze olan hürmetinden kaynaklanmaktadır. Zira bir sözü, ona saygı duyarak okuyan kişi; onun verdiği müjdelerle neşelenir, onunla ünsiyet bağı kurar ve ondan asla gafil olamaz. Kur’an’ın muhtevası, kalbin yeterince ünsiyet bağı kurabileceği vasıftadır; tabii, okuyan kişinin bu konuda ilgili ve kabiliyetli olması şartıyla. Güzel bir mesire alanında gezintiye çıkan kişinin, oradaki güzellikle meşgul olup gönlünden başka şeyleri geçirmemesi gibi, Kur’an okuyan kişi de adeta manen bir mesire alanında gezintiye çıkmış gibidir. Dolayısıyla onu okurken başka bir şeyi düşünmeyi istemesi nasıl mümkün olabilir? Denilmiştir ki: Kur’an’ın meydanları, bahçeleri, has odaları, gelinleri, ipekleri, bağları, konakları vardır. Elif-lâm-mîm ile başlayan sureler, Kur’an’ın meydanlarıdır; Elif-lâm-râ ile başlayan sureler, bahçeleridir; hâ harfiyle başlayan sureler, has odalarıdır; müsebbihât (tesbih kökünden gelen kelimelerle başlayan sureler) gelinleridir; hâ-mîmler ipek elbiseleridir; mufassal sureler bağlarıdır; geri kalan sureler de konaklarıdır. Şu halde Kur’an okuyan kişi; bu meydanlara girip, bahçelerdeki meyveleri devşirir, has odalara girer, gelinleri görür, ipek elbiseleri giyer, bağlarda gezintiye çıkar ve konaklarda istediği gibi konaklarsa; onun aklını, fikrini ve gönlünü başka ne meşgul edebilir ki!” (İhyâ, I, 394-395).

Gazzâlî, bu meseleyi latif bir üslup ve sonunda da çarpıcı bir temsille anlattığı için doğrudan tercüme etmeyi tercih ettik. Onun bu ifadelerini, bir başka üslupla kısaca şöyle açıklayabiliriz: Kur’an ile ilişkimizin iki boyutu vardır: Duygusal ve zihinsel. İkisi birbirinden bağımsız işleyebilir. Yani kişi Kur’an’ı çok sevebilir; ama muhtevasından habersiz olabilir. Ya da muhtevasını çok iyi bildiği halde -oryantalistler gibi- onu sevmeyebilir, ona inanmayabilir. Kur’an’ın mana ufku; onunla duygusal ve zihinsel bağlarını, ikisini birlikte sağlam bir şekilde kurabilene açılacaktır. Şunu çok iyi biliyoruz ki, bir şeyi sevmek için de anlamak için de ona odaklanmak gerekiyor. Odaklanma ne kadar güçlüyse, sevme ve anlama da o kadar başarılı oluyor. Odaklanmak için “orada” olan hazır bir kalp ve akla ihtiyaç vardır. Ancak modern insan, zihni ve kalbi atomize edilmiş, parçalanmış bir varlık haline gelmiştir. Hızlıca hazza ulaşmanın derdiyle zihni de kalbi de meşguldür. Bu da ciddi bir dikkat dağınıklığı ve odaklanma sorununu beraberinde getirmektedir. Düşünmek, hele de ibadet esnasında yoğunlaşmak, modern insan için hakikaten zor bir şeydir.

Hepimiz, yaşadığımız çağın çocuklarıyız. Kendimizi ve çevremizi; dinî ve ahlâkî açıdan sakıncalı olan hususlardan ne kadar korumaya çalışsak da, bir şekilde onların etkisine açık bir dünyada yaşıyoruz. Özellikle sosyal medyanın yaygınlaşması, bunu kaçınılmaz kılıyor. Öyleyse ne yapmalı? Eğer kendimizin, akıllı cep telefonlarından daha akıllı olduğumuzu düşünüyorsak, onların zihin ve gönül dünyamızı istila etmesine mani olmalıyız. Mutlaka ama mutlaka günlük olarak düzenli bir şekilde, kendimize akıllı telefonsuz, sosyal medyasız, kendimiz ve Rabbimiz ile baş başa kalacağımız bir zaman dilimi ayırmalıyız. Akıllı telefonu kapatıp içimizdeki “akıllı insan” ile baş başa kalabilmeliyiz. İşte bunu yapmayı adet haline getirdiğimizde, Kur’an’ı okurken gerek duygusal, gerek entelektüel açıdan çok daha yüksek seviyede istifade edebiliriz.

Varlığının anlamını hızlıca haz almada arayan, tükettikçe tükenen zavallı modern insanın zihni ve kalbi tüketmekle meşguldür hep. Bu sebeple derinden sevmeye ve düşünmeye pek vakit bulamamaktadır. Zira sevmek, emek vererek duygu üretilmesini ister. Tüketilince hemen biter. Düşünce de, emekle elde edilen bir üretimdir. Bunun için de düşüncenin nesnesini seven bir kalp ve sağlıklı işleyen bir akla ihtiyaç vardır.

Yüce Yaratıcımızın bizlere göndermiş olduğu kutlu mesajı Kur’ân-ı Hakîm’e duygusal ve entelektüel açıdan sağlıklı bir kalp ve zihin ile odaklanmak istiyorsak; öncelikle onu gönderene olan inancımızı, ilgimizi ve sevgimizi tazeleyip artırmaya çalışmalıyız. Bunun için de, ana-baba, eş ve evlat sevgisi gibi meşru olanlar dışındaki dünyevî sevgileri mümkün mertebe azaltmalıyız. Zira kalp, iki zıt sevgiyi taşıyamaz (Ahzab 33/4). Aynı anda hem Mevlâ’nın, hem dünyanın sevgisiyle dolamaz. Birinin sevgisi arttıkça diğerininki azalır. Mevlâ’nın sevgisini artırmak için kalpte ona yer açmak gerekir. Mevlâ’sına kalbinde genişçe yer açan bir kul da, elbette O’nun kelâmındaki tecellisini müşahede etmenin iştiyakıyla yanacaktır. Böyle bir iştiyakla ona yöneldiğinde de, hem duygusal hem de zihinsel olarak tam bir odaklanmaya muvaffak olacaktır. İşte o zaman Kur’an’ı sevdikçe anlayacak, anladıkça sevecektir. Bunun neticesinde de, Muhâsibî’nin (ö. 243/857) belirttiği gibi Rabbini daha yakından tanıyacak ve kendi kendine “İnsan, Kur’an’ı anladığı andan itibaren, sanki gözüyle görmüşçesine Rabbine iman ediyor.” diyecektir.” (Muhâsibî, el-Akl ve Fehmu’l-Kur’ân, çev. Veysel Akdoğan, s. 292).

Mevlâ, kalplerimizi böyle bir iştiyak ve imanla meşbu kılsın!

#Aktüel
#Ramazan
#Mahmut Ay