Kur’an nasıl bir kalp ile okunmalı?-7

04:0022/03/2024, Cuma
G: 12/05/2024, Pazar
Mahmut Ay

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz. 7. Kendisini Kur’an’daki Hitapların Muhatabı Görmek (Tahsîs): Kur’an’a muhatap olan kişi, Kur’an’daki her hitabı, doğrudan kendisine yapılmış gibi hissetmelidir. Bir emir ya da yasaklama ile karşılaştığında, bu hitapların kendisine yapıldığını düşünmelidir. Bir kıssa okuduğunda, onun

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz.

7. Kendisini Kur’an’daki Hitapların Muhatabı Görmek (Tahsîs):

Kur’an’a muhatap olan kişi, Kur’an’daki her hitabı, doğrudan kendisine yapılmış gibi hissetmelidir. Bir emir ya da yasaklama ile karşılaştığında, bu hitapların kendisine yapıldığını düşünmelidir. Bir kıssa okuduğunda, onun anlatılış sebebinin, kendisinin ders çıkarması olduğunu anlamalıdır. Kur’an, sadece ilk muhataplar için gelmemiştir. Onun hitabı evrenseldir. Bunu gösteren pek çok âyet vardır.

Muhammed b. Ka’b el-Kurazî şöyle demiştir: Kur’an’a muhatap olan kişi, sanki Allah’ın kendisiyle konuştuğu kişi gibidir. İnsan, Kur’an’ı böyle bir farkındalık ile okursa, Kur’an’ı efendisinin kendisine, içinde yazılanları yerine getirmesi için yazdığı bir mektubu okuyan kişi gibi okur. Mâlik b. Dînâr da şöyle demiştir: “Ey Kur’an okuyanlar! Kur’an sizin kalplerinize ne ekebildi? Yağmurun toprağı yeşerttiği gibi, Kur’an da müminin kalbini yeşertir.” Katâde de şöyle demiştir: “Kur’an’ı okumak için oturan kişi, ya bir ziyade ile ya da bir noksanlıkla kalkar.” (İhyâ, I/399-400).

Gazzâlî’den özetle aktardığımız bu ifadeleri şöyle şerh edebiliriz:

Kur’an’ın, insanlığı saadet ve huzura kavuşturmak için gönderilmiş Allah kelâmı olduğuna inanan samimi bir Müslüman, onun her âyetini anlamaya çalışmalı, ondaki hitaplardan -aksini gerektiren bir durum olmadıkça- kendisini evvelemirde sorumlu görmelidir. “Bu âyet, falanca sahabî hakkında inmiş, şu âyet filanca münafık hakkında inmiş. Âyetin hükmü onlar için geçerli, beni bağlamaz.” dememelidir. Evet, Kur’an’ın ilk muhatap kitlesi vardır ve evet, onlara işin doğası gereği doğrudan hitap edilmiştir. Ancak şayet bu kitabın mesajı evrensel ise, ben de onun muhatabı olmalıyım. O zaman da onun hitaplarını, melekût âleminden sanki özellikle benim için yeni inmiş, manası bâkir, mesajı taptaze bir âyet olarak okuyabilmeliyim.

Nitekim sahâbîlerin Kur’an’ı bu şekilde okuduklarını öğreniyoruz. Onlar, âyetlerin ilk muhatapları olarak kendilerini görüyorlar, âyetle ilk amel etmesi gerekenin kendileri olduğunu düşünüyorlardı. Bu konuda şu örnekleri zikredebiliriz:

1. Enes b. Mâlik’in üvey babası Ebu Talha, “Sevdiklerinizden infak etmedikçe iyilik mertebesine ulaşamazsınız.” (Âl-i İmran 3/92) meâlindeki âyeti işitir işitmez, hemen Resûlullah’a koşar ve der ki “Ya Resûlallah! Allah ‘Sevdiklerinizden infak etmedikçe iyilik mertebesine ulaşamazsınız.’ buyuruyor. Benim en sevdiğim malım, Beyruhâ bahçesidir. Onu Allah yolunda sadaka olarak vermek istiyorum.” (Bk. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, II/78-9). Anlaşıldığı üzere Ebu Talha, âyeti duyar duymaz, onun sanki kendisine hitap ettiğini ve mesaj verdiğini düşünmüş ve hemen onunla amel etmenin gayreti içinde olmuştur.

2. “Kim Allah’a güzel bir ödünç vermek ister?” (Bakara 2/245) meâlindeki âyeti duyduğunda Ebu’d-Dahdâh şöyle demişti: “Ya Resûlallah! Şimdi Yüce Allah benden borç mu istiyor?” Efendimiz (sav) “Evet.” buyurdular. O zaman “Elini uzat ya Resûlallah!” dedi. Efendimiz (sav), elini ona uzattı. “Öyleyse şimdi ben bahçemi Rabbime ödünç verdim.” dedi. Bu bahçede altı yüz kadar hurma ağacı vardı. Efendimiz (sav) ile bu konuşmasından sonra Ebu’d-Dahdâh, koşarak hanımının yanına geldi ve şöyle dedi: Ümmü Dahdâh! Bu bahçeden çıkalım. Artık burası bizim değil. Onu Rabbime ödünç verdim.’” (Bk. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, I/654).

3. Hz. Ömer, gece namazına ev halkını kaldırır ve o esnada Tâhâ 20/132’de geçen şu meâldeki âyeti okurdu: “Ailene namazı emret ve kendin de ona sabırla devam et.” (Bk. İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’âni’l-Azîm, V/336). Hâlbuki bu âyetin doğrudan muhatabı Hz. Peygamber’dir (sav). Ancak Hz. Ömer, bu gibi hitapların mesajlarının umumî olduğunu değerlendirmiş ve ailesini namaza kaldırırken bu âyeti okumuştur.

Sahâbîlerin, bazen müşrikler ile ya da Ehl-i Kitap ile ilgili olan âyetlerden bile kendilerine pay çıkardıklarını görmekteyiz. Meselâ büyük usul âlimi Şâtıbî (ö. 790/1388) şöyle der: Bir âyet, her ne kadar putperestler hakkında inmiş ise de, Müslümanların da ondan kendilerine bir pay çıkarmaları mümkündür. Nitekim Hz. Ömer, halifeliği sırasında kaliteli olmayan yiyecekleri tercih eder, yamalı elbiseler giyerdi. Müminlerden, ailelerinin bakımı hususunda savurganlık gösterenleri görünce, “Bu dünya hayatınızda, güzellikleri götürdünüz..” (Ahkâf 46/20) meâlindeki âyet, sizi nereye götürecek?” derdi. O, bu âyetten kendisine de bir pay çıkarırdı. Hâlbuki sözün akışı, âyetin dünya hayatına razı olup ahirete aldırış etmeyen kâfirler hakkında nâzil olduğunu göstermektedir. (Şâtıbî, el-Muvâfakât, çev. Mehmet Erdoğan, III/385-86. Çeviri, tarafımızdan tasarruf ile aktarılmıştır.)

Metinsel bağlamı açısından Ehl-i Kitab hakkında indiği anlaşılan “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler, kâfirlerin ta kendileridir” (Mâide 5/45) meâlindeki âyet hakkında İbn Abbas’ın şöyle dediği rivayet edilir: “Ne kadar da rahatsınız maşallah! Keyfinize diyecek yok! (Kur’an’da) iyi ve güzel ne varsa sizin; kötü ve çirkin ne varsa Ehl-i Kitab’ın, öyle mi? İyi biliniz ki Allah’ın hükmünü, kim olursa olsun, inkâr ederse kâfir olur, fasık olur, zalim olur.” (Zemahşerî, Keşşâf, I/625).

Kur’an âyetlerinin her birinin, indiği dönemde tarihsel bir bağlamı vardır. Ancak benim de bir bağlamım var. Ben o tarihsel bağlamı, “şimdi” ve “burada”ki kendi bağlamıma taşıyamıyorsam, Kur’an’ın evrensel hiçbir iddiası yok demektir. Şu halde bağlamı ne olursa olsun, “Her bir âyetten, benim kendi bağlamım için nasıl mesajlar çıkarabilirim?” sorusunu samimiyetle ve iyi niyetle cevaplamaya çalışmalıyız. Öte yandan, Kur’an âyetlerini bağlamları dışına taşımak, beraberinde ciddi riskler taşımaktadır. Tarih boyunca pek çok art niyetli ve istismarcı kişiler, kendi arzularına göre yorumlamak için âyetleri bağlamlarından soyutlamak zorunda kalmışlardır. Böylece Kur’an’ın manasını tahrife yeltenmişlerdir. Ancak sahâbenin yaptığı şey, onlardan farklıdır. Onlar, kendi şahsî ya da mezhebi menfaatleri için bu tür yorumlara sapmışlardır. Sahâbe ise, Kur’an’ı ciddiye aldıkları için ondaki her bir âyetten kendi paylarına ne çıkarabileceklerinin gayreti içinde olmuşlardır. Kendi menfaatlerine gelecek şekilde yorum yapmak bir yana, gayr-i Müslümlerle ilgili âyetleri bile kendileri hakkında inmiş gibi değerlendirerek sorumluluk dairelerini daha da genişletecek yorumlar yapmışlardır.

Her bir Kur’an âyetini “Sanki özellikle ve öncelikle benim için inmiş” kıvamında okuyabilmek, onların maksad ve mesajını, kendi bağlamımıza sağlıklı bir şekilde uyarlayabilmek ve bu heyecanı her daim diri tutabilmek niyazıyla…

#Kur'an-ı Kerim
#İmam Gazzâlî
#İhya