Kur’an nasıl bir kalp ile okunmalı?-5

04:0020/03/2024, Çarşamba
G: 20/03/2024, Çarşamba
Mahmut Ay

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz. 5. Mana ve Maksadı Anlamaya Çalışmak (Tefehhüm): İnsan, Kur’an’ı düşünürken, her âyetten, o âyetin maksadına uygun manalar çıkarmaya çalışmalıdır. Zira Kur’an’da Allah’ın sıfatları, fiilleri, peygamber kıssaları, cennet ve cehennem gibi çok değişik konular yer alır. Kur’an’ın muhatabı,

İmam Gazzâlî’nin (ö. 505/1111), muhalled eseri İhyâ’nın birinci cildinde yer alan “Tilâvetin Bâtınî Amelleri Üzerine” isimli bölümdeki madde başlıklarından esinlenerek yazmaya çalıştığımız yazı serimize devam ediyoruz.

5. Mana ve Maksadı Anlamaya Çalışmak (Tefehhüm):

İnsan, Kur’an’ı düşünürken, her âyetten, o âyetin maksadına uygun manalar çıkarmaya çalışmalıdır. Zira Kur’an’da Allah’ın sıfatları, fiilleri, peygamber kıssaları, cennet ve cehennem gibi çok değişik konular yer alır.

Kur’an’ın muhatabı, “Hiçbir şey ‘O’nun benzeri gibi değildir. Asıl işiten ve gören O’dur.” (Şûrâ 42/11) gibi âyetlerle karşılaştığında Allah’ın isim ve sıfatlarını düşünmelidir. Bu sayede, âyetlerin sırları ve maksatları kendini ona açacaktır. Nitekim Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “Resûlullah (sav), başkalarına gizleyip de bana özel hiçbir gizli ilim vermemiştir. Yalnız Allah Teâlâ bir kuluna Kitab’ını anlama konusunda özel bir anlama yeteneği verebilir. Dolayısıyla insanlar, böyle bir anlama yeteneğine sahip olma hususunda gayret göstersinler.” Şuna iyi dikkat etmelidir: Kur’an ilimlerinin çoğu, Allah’ın isimleri ve sıfatlarında gizlidir.

İnsan; yerlerin ve göklerin yaratılması gibi Allah’ın fiillerinden bahseden âyetlerle muhatap olduğunda, bundan O’nun sıfatlarını anlamalıdır. Zira fiil, fâile delâlet eder. Fiilin muhteşemliği, fâilin muhteşemliğini gösterir. Dolayısıyla fiile takılıp kalmamalı, asıl fâili görmeye çalışmalıdır. Hakikat şu ki, Hak Teâlâ’yı lâyıkı veçhiyle tanıyan birisi, O’nu her şeyde görür. Zira her şey, O’ndandır, O’nadır, O’nunladır ve O’nundur. Hakikatte O, her şeydir (Huve’l-kullu fi’t-tahkîk). Her şeyde O’nu göremeyen, O’nu tanıyamamış demektir. O’nu tanıyan, şunu iyi bilir ki O’nun dışındaki her şey bâtıldır, her şey yok hükmündedir. Çünkü her şeyin varlığı O’ndandır, her şey varlığını O’ndan almaktadır. Dolayısıyla O’ndan bağımsız bir varlığa sahip olan hiçbir şey yoktur. İşte bu hakikat, mükâşefe ilminin ilkelerindendir.

Peygamberlerin kıssalarını okuyan kişi de, o hadiselerin ardındaki gerçek fâilin yine Cenâb-ı Hak olduğunu, hiçbir şeyin O’ndan bağımsız meydana gelemeyeceğini anlamalıdır. Kur’an hakkında azıcık da olsa bir anlama yeteneği olmayan kişi “Onlardan, seni dinleyenler vardır. Lâkin senin yanından çıktıklarında, ilim sahibi olanlara ‘Az önce ne demişti?’ diye sorarlar. Bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği, hevâ ve heveslerinin peşinden giden kimselerdir.” (Muhammed 47/16) meâlindeki âyette bahsedilenler gibidir. (İhyâ, I/396-397).

İhyâ’dan özetle tercüme ettiğimiz bu bölümü şöyle şerh edebiliriz:

Gazzâlî, dün ele aldığımız dördüncü maddede Kur’an’ı derinlemesine düşünmenin öneminden bahsetmişti. Ondan sonraki bu madde ise, anlamanın önemine dikkat çekmiştir. Bununla şunu demek istemiştir: Sağlıklı bir düşünmenin neticesinde doğru bir anlayış ve anlam ortaya çıkmalıdır. Düşünmekten gaye, bir manaya ulaşmaktır. Anlatılanlardan hareketle asıl söylenmek istenen maksada ulaşabilmektir. Kur’an’da ve evrendeki en büyük hakikat ve mana, Allah’tır. İnsan, âyetlerde verilen detaylara takılmadan bu büyük hakikat ve manaya odaklanmalı, fâil-i hakikî olan Cenâb-ı Hakk’ı her Kur’ânî âyette ve her kevnî âyette müşâhede edebilmenin gayreti içinde olmalıdır.

Dünkü yazımızda da ifade ettiğimiz gibi, Rabbimiz bizi Kur’an’ı “kusursuz anlamak”la sorumlu tutmamıştır. Onu “anlamaya çalışmak”la sorumlu tutmuştur. Dolayısıyla “Yanlış anlarım” endişesiyle onu anlamaya çalışmaktan geri durmamalıyız. Eğer bir “kusursuzluk” hedeflenecekse, bu imanımızda ve samimiyetimizde olmalıdır. Kur’an’a kusursuz bir iman ve samimiyet ile yönelen insan, Allah’ın izniyle Kur’an’dan yanlış bir mana çıkarmayacaktır. Kur’an’ı ilmî açıdan anlamaya çalışmanın elbette nesnel bir yöntemi ve ilkeleri vardır/olmalıdır. Bu konu, bir bahs-i diğerdir. Gazzâlî, bu on maddede, Kur’an’ın tefsirinin ilmî açıdan nasıl bir yöntemle yapılması gerektiği üzerinde durmamıştır. Kur’an’ın nasıl bir kalple okunması gerektiği hususunda, zekâ seviyesine, ilmî ve kültürel birikime göre bazı farklılıklar gösterecek olsa da, her Müslümanın Kur’an’ı mümkün mertebe doğru anlayabilmek için manen yapabileceklerini/yapması gerekenleri açıklamıştır.

“Kur’an’ın en temel gayesi ve maksadı nedir?” sorusuna, sanırım düşünce ve duygu dünyalarının farklılığına göre çok farklı cevaplar verilecektir. Bendenizin de katıldığı Gazzâlî’nin bu açıklamalarına göre Kur’an’ın en büyük, hatta tek maksadı, Cenâb-ı Hakk’ın yegâne mabud ve -bir üst mertebeden bakıldığında da- yegâne hakikî varlık olduğunun insanlar tarafından imkânları ölçüsünde idrak edilmesidir. Onun “yegâne hakikî varlık” oluşu, varlığının kendinden oluşu ve var olmak için başka hiçbir şeye ihtiyaç duymaması, ezelî ve ebedî olmasındandır. Diğer varlıkların hiç birinde bu vasıflar yoktur. Şu halde evrendeki en büyük hakikat, Cenâb-ı Hak’tır. Bu cihetten, Cenâb-ı Hak, “Cenâb-ı Hakikat” demektir. En büyük, hatta yegâne hakikat O’dur. Kur’an’ın berceste âyetlerinden olan “Allah, hakikatin ta kendisidir (el-Hak). Onun dışında seslendiklerinizin tamamı yok hükmündedir (bâtıl).” (Hac 22/62, Lokman 31/30) meâlindeki âyetler de bu gerçekliğe işaret etmektedir. Öte yandan, Ehl-i Sünnet itikadının önemli kelâm kitapları “Sofistlerin aksine, bize göre eşyanın hakikati vardır.” cümlesiyle başlar. Dolayısıyla bu noktada hassas bir dengeyi bulmak lazımdır. Hint düşüncesinde pek çok örneklerine rastlandığı gibi, gördüğümüz âlem; tamamen bir illüzyondan, bir yanılsamadan ibaret olup, onun hiçbir gerçekliği olmasaydı, o zaman Yaratıcımızın bizi sorumlu tutmasının ve bunun neticesinde de bize ödül ya da ceza vermesinin hikmeti olmazdı. Eşyanın geçici ve kendinden olmama anlamında izâfî/göreli bir varlığı vardır. Ancak Cenâb-ı Hakk’ın varlığı, her anlamıyla hakikîdir.

İşte Kur’an’ın temel amacı, beni Cenâb-ı Hakk’ın Cenâb-ı Hakikat olduğuna götürmekse, o zaman okuduğum her âyeti bu hassasiyet ve dikkatle okuyup, o en büyük, hatta yegâne Hakikat’in Hak Teâlâ oluşunu idrak ve zevk etmenin gayreti içinde olmalıyım. “Dünya yalan, Allah gerçek; her şey fâni, Allah bâki” anlayışını her bir Kur’an âyetinde müşahede edebilmek gayesiyle Kur’an’ı okumaya çalışmalıyım.

Cenâb-ı Hakk’ı yegâne hakikat bilip, o Hakikat’te fikren ve zevken gark olabilmek niyazıyla…

#Ramazan
#Aktüel
#Mahmut Ay