“Resul, “Rabbim! Kavmim bu Kur’an’a tamamen ilgisiz kaldılar.” dedi” (Furkan 25/30).
Hikmetli Kitap’ta iki yerde Efendimiz’in (sav) “Ya Rab!” diye münacatta bulunmasından bahsedilir. Bunlardan birisi bu âyettir (Diğeri için bk. Zuhruf 43/88). Efendimiz’in (sav) bu münacatı, dünya hayatındayken Mekkelilerin kendisine ve Kur’ân’a iman etmeyip düşmanlık etmekte ısrar etmeleri üzerine yapmış olabileceği gibi Hesap Günü’nde yapacak olması da muhtemeldir. Metnin bağlamı, ikinci ihtimali daha da güçlendirmektedir. Bir kâfirin, bir müşriğin ve bir münafığın Kur’ân’dan yüz çevirmesi ve ona ilgisiz kalması anlaşılabilir bir ş.eydir. Lâkin Muhammed Mustafa’ya (sav) ve onun getirdiği Kur’ân-ı Hakîm’e inandığını iddia eden bir kişinin Kur’ân’a ilgisiz kalması anlaşılabilir bir şey değildir. Samimi bir müminin hayatında Kur’an’ın çok özel bir yeri olmalıdır. Onun mübarek âyetlerini vahyin dili olan Arapçasından okumaktan tutun, onun delâlet veya işaret ettiği manaları anlamaya çalışmak için özel bir gayret sarf etmek, düzenli okumalar yapmak gerekir. Bir hadis-i şerife göre müminin ahiretteki derecesini belirleyecek olan şeylerden biri, Kur’ân okumalarıdır (Tirmizî ve Ebû Davud). Kişi, Kur’ân’ın lafzını ne kadar çok okumuş ve manasını ne kadar çok düşünmüş, hayatında tatbik etmeye çalışmışsa, yani ne kadar çok Kur’ân ile meşgul olmuşsa cennetteki mertebesi de o kadar yüksek olacaktır. Öyleyse, bu fırsatı iyi değerlendirelim ve elimizden geldiğince dilimizi, dimağımızı ve gönlümüzü Kur’ân ile meşgul etmenin gayreti içinde olalım. Böyle olalım ki Müslim’in rivayet ettiği bir hadis-i şerifte buyurulduğu üzere Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’a lehte ve aleyhte şahitlik yetkisi ve şefaat izni vereceği o gün, onun lehte şahitliğine ve şefaatine mazhar olabilelim.
“Tanrı olarak bayağı arzularını seçen kişiyi gördün mü? Şimdi sen, bu adamı da doğru yola getirmekle yükümlü olabilir misin? Yoksa sen, onların büyük çoğunluğunun gerçekten senin davetine kulak verebildiklerini yahut akıllarını kullanabildiklerini mi sanıyorsun? Aksine onlar, sadece bir hayvan sürüsü gibidirler, hatta tuttukları yol bakımından daha da sapkındırlar” (Furkan 25/43-44).
Hikmetli Kitap’ta “hevâ” kavramı, nefsin bayağı/süflî arzularını ifade eder. Bu âyetlerde, tanrı olarak arzularını seçen kimselerden bahsedilmektedir. Âyetteki ifadede “ilâh” kelimesinin “hevâ” kelimesinden önce gelmesinde bir vurgu vardır ve “hevâsını tanrı edinen” değil “tanrı olarak hevâsını seçen” anlamına gelir. Bunda şöyle bir ince mana gözetilmiş gibidir: Bu tür insanlar, tanrı olarak arzularından başka bir şey bilmezler. “İnsan, arzularını nasıl tanrı edinebilir?” sorusu şöyle cevaplanabilir: İnsanın davranışlarını, tercihleri yönlendirir. Tercihler ise rastgele oluşmaz; onu hem bilinçaltındaki hem de bilinç düzeyindeki düşünce ve kabulleri şekillendirir. Kişi, ya dinî veya felsefî bir öğretiyi benimseyerek ona uyar ya da hiçbir öğretiyi kabul etmeyerek kendi arzularının peşine takılır, ona itaat eder, iradesini kullanmadan canı ne isterse onu yapar ve böylece arzularının esiri olur. Böylece “itaat etme” anlamında onu tanrılaştırmış olur. Bu manada belki de yeryüzünün en yaygın tanrısı hevâdır. Nitekim bir hadiste şöyle buyurulmuştur: “Allah nezdinde, yeryüzünde tabi olunan en büyük tanrı hevâdır” (Taberânî ve Ebû Nuaym) Peygamberlerin öğretilerini bırakıp filozofların veya devlet adamlarının öğretilerini kabul eden de yine bir nevi hevâsını tanrılaştırmış olur. Şöyle ki, filozofların veya devlet adamlarının düşünce sistemleri kendi arzularına dayanır ve birbirinden farklıdır. Onlara tabi olma hususunda, birini diğerine tercih etmede belirleyici olan da kişinin arzularıdır. Zira kendisine rehber edineceği filozofu veya devlet adamını seçerken yine arzularını esas alır. Hâlbuki peygamberlerin tebliğ ettiği tevhid inancı ve ona bağlı ahlâkî öğretilerin kaynağı vahiy olduğu için peygamberin arzuları devre dışıdır. Ona tabi olacak kişinin de burada arzularını kullanması söz konusu değildir. Zira burada istenen, Allah’tan geldiğine inanılan öğretilere ve dolayısıyla Allah’a mutlak itaattir. Şu hâlde peygamberlerin getirdiği dini kabul etmeyen, ya hiçbir öğretiyi kabul etmeyip bayağı arzularına tabi oluyor ve böylece onu tanrılaştırıyordur ya da bir filozofun veya devlet adamının arzusuna göre oluşturulmuş felsefî bir öğretiyi kendi arzusuna göre seçiyor ve onu bir nevi tanrılaştırıyordur. Netice itibarıyla insan ya vahye ya hevâsına itaat etmek durumundadır. Nitekim şu meâldeki âyet bunu açıkça ifade eder: “Senin bu çağrını kabul etmezlerse bil ki onlar sadece hevâ ve heveslerine uymaktadırlar. Hâlbuki Allah tarafından bir delil olmaksızın kendi hevâ ve hevesine tabi olandan daha şaşkın ve sapkın kimse olabilir mi?” (Kasas 28/50).
“Öyleyse artık inkârcılara boyun eğme, bu Kur’ân’la onlara karşı bütün gücünle cihat/mücadele et!” (Furkan 25/52).
“Cihat” kelimesi, “mücadele etmek” anlamına gelir. Bu mücadele silahlı da olur silahsız da. Bu âyet nübüvvetin Mekke döneminde inmiştir. Dolayısıyla o dönemde henüz savaşmak anlamında cihat izni verilmemiştir. Bu âyette Kur’ân ile cihat etmek emredilmiştir. Şu hâlde, Kur’ân’da verilen ilk cihat emri, Kur’ân ile cihat emridir. Bu, son derece mühim, üzerinde düşünülmesi ve ders çıkarılması gereken bir husustur. Demek ki her şeyden evvel, müminler Kur’ân’ı doğru anlayıp iyice özümsemeli ve anladıklarını insanlık ile paylaşmalıdır. Bir müminin yükümlü olduğu ilk ve öncelikli cihat budur.
“Onlar, “Ey Rabbimiz!” derler, “Bize gözümüzün nuru olacak eşler ve çocuklar bahşet; bizi müttakilere önder eyle!” (Furkan 25/74).
İnsan için hayattaki en büyük nimet ve huzur kaynağı eşi ve evlatlarıdır. Bu âyet-i kerîme, huzurlu bir yuva isteyen evli-bekar her müminin ezberlemesi ve manasını düşünerek bolca okuması gereken pek latif bir duadır. Âyette dikkatimizi çeken husus şudur: Cenâb-ı Hak’tan, önce huzurlu yuva, sonra da müttakilere rehberlik etmeyi nasip etmesi isteniliyor. Demek ki huzurlu bir aile ortamı olmayan kişi, Müslümanlara -daha da genişletirsek toplumlara- sağlıklı bir şekilde rehberlik ve önderlik edemez. Yuvasında huzuru olmayandan, yurduna huzur getirmesi beklenemez. Öte yandan, ailesine kötü davranan birinin, diğer insanlara iyi davranması düşünülemez. Zira iyi insan, önce en yakınındakilere iyilik gösterir. Hâsılı; huzurlu bir toplumun temeli huzurlu aileye dayanır.
“De ki: “Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin!” (Furkan 25/77).
Demek ki Rabbimiz katındaki değerimiz ve ederimiz, duamız kadardır. Ne kadar içten dua edebiliyorsak o kadar derin bir Allah duygusuna sahibiz demektir. Bir hadis-i şerifte buyurulduğu üzere “Dua, kulluğun özüdür” (Tirmizî). O hâlde, O’nun nezdindeki değerimizi artırmak için bol bol, ama gayet derinden ve samimi bir şekilde O’na niyaz edip yalvarmalı.
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
Değerli Hocam; Ramazan'ın Rahmet ve Mağfiretinden yararlanmış olup cehennemden azabından azad olma müjdesine nail olmamızı niyaz eder selam ve saygılarımzı sunarız. Öncelikle "Kur'an Günlüğü" projeniz çok isabetli ve istifadeli olmuştur. Katkı olması yönünden tabi ki Maide/2 çerçevesinde birkaç noktayı sunmayı gerekli görüyoruz: Kur'an'ın okunması ile ilgili bölümde, kast edilenin ve asıl olanın kıraat değil tilavet olduğu ayrımının hatırlatılması daha faydalı olurdu. Nefsin ilahlaştırılması bölümünde söz konusu ayet-i celile "ارايت من اتخذ هواه الاهاذ " olmuş olsaydı işaret buyurduğunuz husus söz konusu olmaz mıydı? "Mekke döneminde Kur'an ile cihat" Tesbiti genelde farkında olunmayan ve gündeme gelmeyen çok önemli bir tesbit. Allah razı olsun. Mekke dönemi şartlarında yaşayan mü'minlerin kanaat önderlerinin kulakları çınlasın. Rabbım idrakler nasip eylesin. Son iki bölümde zikredilen hususların "Rahman'ın Has Kulları"nın özelliklerinden olduğu ve duaların fiili dualar ile tamamlanabileceğinin altı çizilse idi çok daha iyi olurdu diye de düşünmedik değil. "Sarı nokta" sınavından geçmekte olduğumuz için sesli mesaj imkanı da olmadığından bir kardeşimizin oku-yazarlığıyla size ulaşmış oluyoruz. Ne mutlu sizlere... Herhalde,efendimizin "haset değil gıptadır." buyurduğu bir hususla nimetlenmişsiniz. Allah daim eylesin. Selamlar ve saygılar.. Süleyman ÖNSAY. 19.03.2025
Rabbimiz şefaat yetkisini istediği kullarına ve kitaplarına verecektir. Bizim şefaate nail olabilmemiz için dünya hayatımız sırasında şefaat verebilecekleri ifade edilenlere samimi ilgi ve alaka göstermemiz ve onlarla hayatımızı düzenlememiz, onlarla hem hal olmamız gerekmektedir. Dünya hayatımızda kime sevgi gösterirsek hesap gününde ancak onun şefaati bize nasip olacaktır.
"Cenâb-ı Hakk’ın Kur’ân’a lehte ve aleyhte şahitlik yetkisi ve şefaat izni vereceği o gün, onun lehte şahitliğine ve şefaatine mazhar olabilelim."
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.