Kalem’e ve kalemime yemin olsun ki!..

04:0017/05/2024, Cuma
G: 17/05/2024, Cuma
Mahmut Ay

Bismillâhirrahmanirrahim. Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk’a nâmütenâhî hamdü senâ ve son kutlu elçi Muhammed Mustafa Efendimiz’e sonsuz salâtü selâmdan sonra deriz ki; Ecelimizin, rızkımızın ve imtihanımızın O’nun kudret eli tarafından takdir edildiği bir “kader (düzen)” içinde yaşıyoruz. Spinoza “Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, kendi iradesiyle havada uçtuğunu söylerdi.” demiş. Hepimiz havaya fırlatılan taş gibiyiz aslında. Kimimiz bunun farkında, kimimiz değil. Hikmetli Kitap’ta “Ey Musa!

Bismillâhirrahmanirrahim.

Âlemlerin Rabbi olan Cenâb-ı Hakk’a nâmütenâhî hamdü senâ ve son kutlu elçi Muhammed Mustafa Efendimiz’e sonsuz salâtü selâmdan sonra deriz ki;

Ecelimizin, rızkımızın ve imtihanımızın O’nun kudret eli tarafından takdir edildiği bir “kader (düzen)” içinde yaşıyoruz. Spinoza “Havaya fırlatılan taş konuşabilseydi, kendi iradesiyle havada uçtuğunu söylerdi.” demiş. Hepimiz havaya fırlatılan taş gibiyiz aslında. Kimimiz bunun farkında, kimimiz değil. Hikmetli Kitap’ta “Ey Musa! Bir kader çizgisi doğrultusunda huzurumuza geldin.” (Tâhâ/40) buyurulur. Bütün geliş ve gidişlerimiz; bize özel yazılmış bir kader, bize özel tasarlanmış bir düzen doğrultusundadır. Bunu fark eden kişi; o kaderi yazan, o düzeni tasarlayan “El” ile dost olur. O’nunla dost olunca, O’nun kendisi için yazdığı her şey ile de dost olur. Dost, benim için kötü bir şey yazmaz ya! O halde, Dost’un benim için yazdığı her senaryoyu kemâl-i aşk ile okumalıyım. Yazan O, bense okuyanım…

İşte bu fakir için “Dost Eli” tarafından yazılmış bir kader de, sizlerin karşısına bu köşede bir yazar olarak çıkmakmış. O halde bu ilâhî senaryoyu da aşkla ve şevkle okumalıyım. Demek ki; bu köşede ben aslında yazan değil, okuyanım.

Bu kaderin, sebepler âlemi çerçevesindeki hikâyesine gelince… Geçtiğimiz ramazan ayı boyunca her gün Yeni Şafak gazetesinde yazılarımız çıkmıştı. Evvelce, Yeni Şafak gazetesinin “Düşünce Günlüğü” sayfasında bazı yazılarımız yayımlanmıştı. Ancak köşe yazıları yazmak ilk defa nasip oluyordu. Hem de her gün. “Ramazanın kendine has yoğunluğu içinde her gün yazı yazabilir miyim?” diye başta tereddüt etmeme rağmen, O’nun yardımına sığınarak bu teklifi kabul etmiştim. Biavnillâh her gün yazılarımızı yetiştirmek de müyesser oldu. Şimdi de gazetenin değerli yöneticileri, haftada bir gün bu köşede yazı yazmamızı talep ettiler; biz de “Eyvallah” dedik. Umarım mahcup olmayız.

“Dilin görevi, hakikati gizlemektir” diyen Talleyrand’a inat, bu köşedeki yazılarımda dilimle gücüm yettiğince hakikati -hâşâ- ifşanın değil, ancak ona işaret etmenin gayreti içinde olacağım. Dilimi ve yazımı, hakikate götüren birer “işaret levhaları” olarak kullanmaya çalışacağım. Ama elbette ki “mutlak hakikat” iddiasıyla değil, “görebildiğim hakikat” inancıyla.

Meriç’in ifade ettiği gibi “Karanlıkları devirmek ve aydınlık bir çağın kapılarını açmak için en mükemmel silah”tır kalem (Kırk Ambar, s. 454). Ben de biiznillâh kalemimi, karanlık ile aydınlığın ezeli mücadelesinde, aydınlığın bir neferi olarak onun zaferleri için bir “silah” olarak kullanmaya gayret edeceğim.

Yine Meriç, sanatkâr için “Agoraya inmek, hayırla şerrin savaşında ister istemez yer almak mecburiyetindedir. Fildişi kuleye kapananlar şerrin zaferini (bilerek veya bilmeyerek) kolaylaştırmış olurlar” der (Bu Ülke, s. 42). Aynı şeyi, ilim ve fikir insanları için de söyleyebiliriz. Gazete yazıları, onların agoraya inmeleri için bir vesiledir. Biz de, ilim ve fikir insanı tarafından, zaman zaman agorada da söylenmesi gerekenler olduğuna inanarak; günü birlik, geçici meselelerle değil, ama önemli gördüğümüz güncel konularda polemiğe girmeden ve bu köşeyi “şahsi bir mevzi” olarak değerlendirmeden, toplum yararına olduğunu düşündüğümüz fikirlerimizi burada paylaşmaya çalışacağız inşallah.

“Teori” kelimesi, Yunanca theoros kelimesinden gelir ki, manası “izleyici, seyirci”dir. Yalnızca teori üreten, fildişi kulesinin cazibesine kapılıp oraya çekilen ve orada yaşadığı çağın meydan okumalarına umarsızca, “Akademik araştırmalar yapıyorum, ilim ve fikir üretiyorum” vehmiyle kendince ütopik “Erdemli Şehir”ler ya da “Güneş Ülke”leri tasarlayıp “agora”ya inme zahmetine katlanmayanlar, yaşadıkları çağın yalnızca teorisyeni, yani seyircisi olabilirler. Elbette doğru bir eylem için, önce doğru bir gözlem gerekir. Lâkin gözlem, nihayetinde eyleme dönüşmüyorsa, kişi yalnızca seyrettiğiyle kalır; kurtarmanın çilesine katlanmadan, kurtulmanın kolaylığına talip olur. Hâlbuki Topçu’nun ifadesiyle “Kurtulmak için, kurtarıcı olmaktan başka yol yoktur.” (Yarınki Türkiye, s. 185). “Kurtarıcı” olmak ise, gerektiğinde “kurtarmak istediği insanlar” uğrunda bedel ödemeyi, çile ve cefâ çekmeyi ister. Şu halde, sorumluluk sahibi bir ilim ve fikir insanı, sadece izlemek ve gözlemekle kalmamalı, gerektiğinde eyleme geçip topluma öncülük etme cesaret ve fedâkârlığını gösterebilmelidir.

Bu şuur ve hassasiyetle başladığımız köşe yazarlığı sergüzeştimizin, ne kadar süreceğini bilemiyoruz. Ancak Rabbimizden tazarru ve niyazımız odur ki, ilkinden sonuncusuna kadar bu köşede yazacaklarımız;

*Yazarı için
dünyevî bir menfaat
aracı değil, bereketli bir
âhiret azığı
olsun.
*
Sahih bir tefekkür
ve sarih bir taakkulun usâresi olsun.
*On dört asırlık muazzam
İslâm düşünce geleneğinin evleğinde yeni ve taze tohumlar
saçabilsin.
*
Hakikate telmihte bulunsun
, işaret etsin. Gerektiğinde de; “Hakikat”e talip olmaktan başka yaşama sebebi olmayan bir hakikat aşığının, nassların peçesini sıyırıp -görebildiği kadarıyla-
hakikati göstermesine
vesile olsun.
*Her bir cümlesi ve her bir fikri, yazarının
ilmî ve fikrî ahlâkına ve sorumluluk bilincine
şahitlik etsin.
* “
İkilik
”e değil “
birlik
”e çağırsın.
*Müminler ve iyiler arasında
tefrikaya değil, tevhide
vesile olsun.
*
Kavga
ya değil
sevgi
ye yönlendirsin; nefret tohumları değil muhabbet tohumları eksin.
*Düşmana karşı
salâbetli
, dosta karşı
merhametli
olsun.
*Gerçek entelektüel, önce ülkesinin haklarını, düşman bir dünyaya haykırmakla görevlidir” (Bu Ülke, s. 58) ilkesinden hareketle, hem doğduğu ülkesinin hem de manevî ülkesinin ya da gönül coğrafyasının haklarını, ona düşman olanlara karşı korkusuzca, ama ahlâklıca
millî
ve
yerli
bir şekilde savunsun.

İlkeleri olan Allah’a inanan (Bk. En’âm/12 ve 54) bir mümin olarak, burada yazdığım her bir niyazımı bir ilke kabul ederek, bu köşede yazacağım her yazıdan önce kendime hatırlatmaya söz veriyorum.

Kalem’e ve kalemime yemin olsun!..

#kader
#irade
#Mahmut Ay