Hüznü zevk edinmek ve gam ile neşelenmek-II

04:006/12/2024, Cuma
G: 6/12/2024, Cuma
Mahmut Ay

Geçen haftaki yazımızda, hüznün iki çeşidi olduğunu ifade edip “metafizik hüzün”den bahsetmiştik. Bu yazımızda ise “dünyevî hüzün”den söz edeceğiz. İnsanoğlu, ruhen içine doğduğu “âlem-i ervâh”tan ayrılışından kaynaklanan ruhânî/metafizik bir hüzün duyduğu gibi, dünyevî acılar ve ayrılıklar nedeniyle de hüzün yaşar. Dünyaya, cennetten düşmüş olan insan, bu âlemde türlü türlü mihnet ve musibetlere dûçâr olmaktadır. Ruhaniyetten az ya da çok nasiplenen ve manevî yetilerinin farkında olan insan, dünyevî

Geçen haftaki yazımızda, hüznün iki çeşidi olduğunu ifade edip “metafizik hüzün”den bahsetmiştik. Bu yazımızda ise “dünyevî hüzün”den söz edeceğiz.

İnsanoğlu, ruhen içine doğduğu “âlem-i ervâh”tan ayrılışından kaynaklanan ruhânî/metafizik bir hüzün duyduğu gibi, dünyevî acılar ve ayrılıklar nedeniyle de hüzün yaşar. Dünyaya, cennetten düşmüş olan insan, bu âlemde türlü türlü mihnet ve musibetlere dûçâr olmaktadır. Ruhaniyetten az ya da çok nasiplenen ve manevî yetilerinin farkında olan insan, dünyevî sebeplerden kaynaklanan hüzünden de zevk alabilir. Zira bu hayatın bir mektep olduğunu ve bunların, imtihan dünyasında birer olgunlaşma/tekâmül vesilesi olduğuna inanır. Hatta müşahede ettiğimiz her bir varlığın ve hâdisenin, ilâhî sıfatların tecellisinden/yansımasından ibaret olduğuna inanan insan için, hiçbir şey Allah’tan bağımsız değildir. Her şey O’ndan başlar ve O’nda sonlanır. Zira Evvel de O’dur, Âhir de. O hâlde, insanın şu âlemde yaşadığı ve gördüğü her şey, aslında O’nun esmâ ve sıfatlarının tecellilerinden ibaret ise, insan dünyevî olandan dolayı neden derin ve uzun süreli bir hüzün yaşasın, niçin gam çeksin?

İnsan, bu âlemde yaşadığı nimet ve musibetlerin, nihayetinde Cenâb-ı Hakk’tan geldiğini, O’nun kader planı çerçevesinde gerçekleştiğini idrak ederse, bu hüznünü manevî bir zevke dönüştürecektir. Başına gelen musibetlerden, yaşadığı sıkıntılardan dolayı geçici bir elem ve hüzün yaşasa da, sonunda bunları yaşatanın O olduğuna dair güçlü inancı sayesinde “Değil mi ki her şey O’ndan geliyor; o hâlde her şey bana hoş geliyor.” diyebilmenin ruhânî lezzetini yaşayacaktır. Necip Fazıl, bu ulvî idraki şöyle terennüm etmiştir: “Güzel Allah’ım, senden ne gelecekse gelsin/ Sen ki; rahmetinle de kahrınla da güzelsin.”

Yahya Kemal ise “Koca Mustafapaşa” şiirinde İslâm irfanıyla yoğrulmuş Türk insanının, hüznü zevk edindiğini şöyle ifade eder:

Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!

Ta fetihten beri mümin, mütevekkil, yoksul,

Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.

Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rüyada.

Şiirde geçen ifadeleri dikkatlice okursak, fakir ve yoksul Türk insanının hüznü nasıl ve neden zevk edindiğinin de cevabını bulabiliriz: Mümin ve mütevekkil olduğu için. Yani hayata, ölüme, yaşadıklarına ve yaşayamadıklarına iman ve tevekkül penceresinden bakabilenler, hüzünden zevk alabilirler. Yaşadıkları acı ve ıstırapları, hicran ve hasretleri, bunlara mümince bir bakışla ve dervişâne bir tavırla yükledikleri anlam sayesinde, manen keyifli bir hâle getirebilirler. Hayata ve hâdisâta iman ve tevekkül penceresinden bakamayanlar için elem ve hüzün sebebi olan şeyler, onlar için manen zevk ve keyif vesilelerine dönüşebilir.

Hilmi Yavuz’un “Hüzün ki en çok yakışandır bize/Belki de en çok anladığımız” mısralarında dile getirdiği gibi, Müslüman Türk insanı, yaşadığı ıstıraplı hayatlar neticesinde hüznü kanıksamış, benimsemiş, kendi inancı ve değerleri doğrultusunda algılayıp anlamlandırmıştır. Dilimizde hüzün ile alâkalı kelimelerin çokluğuna bakıldığında, kültürümüzde bu kavram ve duygunun ne kadar detaylı bir şekilde yerleştiği, içselleştirildiği ve işlendiği görülecektir.

Hüzünden zevk almak, asla melankoli değildir. Bizi dünyevî manada hüzne gark edecek belâ ve musibetleri istemek, Efendimiz (sav) tarafından hoş görülmemiş ve yasaklanmıştır. Hayata iman ve tevekkül penceresinden bakabilen bir insan, dünyevî hüzne talip olmaz. Ancak başına, onu hüzne ve kedere sevk edecek hadiseler geldiğinde, bunları manevî olgunlaşması için birer vesile kabul eder ve içinde bulunduğu sınavı en güzel şekilde vermeye çalışır.

Hüznü zevk edinmek, başına ne gelirse gelsin asla hüzünlenmemek değildir. Zira Efendimiz (sav) de başına gelen bazı hadiseler sebebiyle hüzünlenmiştir. Önemli olan, hüznü nasıl anlamlandırdığımızdır.

Hâsıl-ı kelâm, insanın ruhu ve özü âlem-i ervâhta yaratılmıştır. Dolayısıyla farkında olsun ya da olmasın, aslında hayatı boyunca o âleme, bir başka ifadeyle ruhâniyete dair derin bir özlem ve hasreti vardır. Bu hicran duygusu, onda derin bir metafizik gerilim ve hüzün meydana getirir. Bunun farkındalığına varan, bu hüznü manevî bir zevke dönüştürür; Hz. Mevlânâ’nın ifadesiyle “Gamdan neşe duyar.” Bu derin hüznünün ve hicran duygusunun farkındalığından yoksun bir hayat yaşayanlar ise, hayatları boyunca bu duygunun kökenine ve kaynağına inememenin, onu anlamlandıramamanın elem ve ıstırabını hissedecekler ve bu hayatı derin bir manevî yoksunluk ve ruhânî yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm olacaklardır. Bir insan düşünün. Çok zeki ve kabiliyetli olmasına rağmen eğitim alamadığı için zekâ potansiyelinden faydalanamayan, çok saygın bir konuma ve yüksek bir hayat standardına sahip olma imkânı varken çok bayağı bir işte çalışıp yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm olan. Böyle bir insan, kendisindeki potansiyeli açığa çıkaramadığı için hayatı boyunca çok derin bir gerilim içinde yaşayacaktır. İşte, kendisindeki manevî potansiyeli açığa çıkaramayan insan da hayatı boyunca manevî bir gerilim içinde yaşayacaktır. İnsanın bu dünya hayatında yaşadığı elemler ve ayrılıklar da onu hüzünlendirmektedir. Ancak hem geldiğimiz ruhânî ve ebedî âleme olan özlemimizden, hem de bu dünyanın sıkıntılarından kaynaklanan hüznümüzü zevke dönüştürebiliyorsak, bundan manen haz duyabiliyorsak, işte o zaman insan olmanın tadını alıyoruz demektir. Öyle olunca da, O’ndan gelen, O’nun esmâ ve sıfatlarının tecellilerinden ibaret olan her şey, bize hoş gelecek, hoş görünecek ve bizi hoş kılacaktır. “Boşluk”ta gerilmek yerine, böyle bir “hoşluk”la hayata bakan insan, yaşadığı bu manevî zevki şöyle terennüm edecektir:

Hoştur bana senden gelen

Ya hil’at u yahut kefen

Ya taze gül yahut diken

Kahrın da hoş lütfun da hoş

Gelse celâlinden cefa

Yahut cemalinden vefa

İkisi de cana safa

Kahrın da hoş, lütfun da hoş

Gerek ağlat, gerek güldür

Gerek yaşat, gerek öldür

Âşık Yunus sana kuldur

Kahrın da hoş, lütfun da hoş.

#hüzün
#ruh
#Mahmut Ay