Hüznü zevk edinmek ve gam ile neşelenmek-I

04:0029/11/2024, Cuma
G: 29/11/2024, Cuma
Mahmut Ay

Geçen haftalarda yazdığımız “Allah varsa, neden kötülük var?” başlıklı yazı dizisinde vurguladığımız gibi, yaşadığımız bu âlemde türlü türlü zorluk ve sıkıntılarla, bitmeyen özlemler ve son bulmayan ayrılıklarla yüz yüze gelmekteyiz. Bunların varlığı, kaçamayacağımız bir gerçeklik olduğuna göre, “Bunları nasıl anlamlandırmalı ve nasıl karşılamalıyız?” sorusuna doğru bir yanıt bulabilmek çok önemlidir. Peygamberler ve bilgelikten nasibini almış tüm düşünürlerin üzerinde ittifak ettikleri hususlardan

Geçen haftalarda yazdığımız “Allah varsa, neden kötülük var?” başlıklı yazı dizisinde vurguladığımız gibi, yaşadığımız bu âlemde türlü türlü zorluk ve sıkıntılarla, bitmeyen özlemler ve son bulmayan ayrılıklarla yüz yüze gelmekteyiz. Bunların varlığı, kaçamayacağımız bir gerçeklik olduğuna göre, “Bunları nasıl anlamlandırmalı ve nasıl karşılamalıyız?” sorusuna doğru bir yanıt bulabilmek çok önemlidir.

Peygamberler ve bilgelikten nasibini almış tüm düşünürlerin üzerinde ittifak ettikleri hususlardan birisi şudur: İnsanı zevk u sefâ içinde yaşamak değil, mihnet u gam içinde yaşamak olgunlaştırır. Tıpkı çiğ bir yiyeceğin ateşte piştikten sonra lezzetli bir hale gelmesi gibi, aslında insanı da ıstırap ve acıları, ayrılık ve özlemleri olgunlaştırır. Ancak kişinin, bunları doğru anlamlandırması ve bunlara kendi olgunlaşması için birer vesile gözüyle bakması çok önemlidir. Zira olgunlaşmak, iradeli bir tercih neticesinde verilen bir mücadelenin sonunda elde edilebilir. Bilinçli bir çaba ve gayret gerektirir. Şu hâlde, olgunlaşmak için mücadele etmek gerekir. Mücadele etmek için de zorlukların olması gerekir. Dolayısıyla zorlukların ve sıkıntıların varlığı, aslında insanın olgunlaşabilmesi için vesilelerdir. Bir eli yağda, bir eli balda olan bir insanın, elde etmek için çalışıp çabalayacağı yüksek gayeleri olmayacaktır. Hevâ ve hevesinin peşinden koşan insanın, manevî bir olgunlaşma için mücadele etmeye ne enerjisi ne de arzusu olacaktır. Gülmekten ağlamaya fırsat bulamayanlar, manevî olgunlaşmaları ve kişisel gelişimleri hususunda asla yol alamayacaklardır.

Hüzün; arzu edildiği hâlde elde edilemeyen bir şeye karşı duyulan özlemin neticesinde ortaya çıkan bir duygudur. Arzu edilen şeyden “ayrı kalmak” hüznün kaynağıdır. O hâlde nedir insanın hüznünün kaynağı? Bir başka ifade ile nedir ayrılığı/ayrılıkları? Neye karşı özlem duyar insan?

İki tür hüzünden bahsedebiliriz: Metafizik hüzün ve dünyevî hüzün. Şu hususun altını çizmek gerekir ki; sahih bir iman, sağlam bir tefekkür ve derin muhabbetle hüznünü anlamlandırmaya çalışan insan, bunalıma düşmek yerine hüznünden manen zevk alabilecek bir kıvama erişecektir.

Öncelikle metafizik hüznü ele alalım. “Biz nereden geldik? Nereye gidiyoruz?” sorusuna mümince bir cevap vermek istesek herhalde şöyle deriz: Allah’tan geldik; O’na gidiyoruz. Peki, Allah’tan gelmek ve O’na gitmek ne demek? Hikmetli Kitap’a göre, şu müşâhede ettiğimiz maddî âleme gelmeden evvel, ruhlarımız manevî bir âlemde “Ben sizin Rabb’iniz değil miyim? (elestu bi Rabbikum?)” hitâb-ı ilâhîsine mazhar oldu. Hep birlikte ruhlarımızla “Evet! (belâ!)” dedik. (A’râf 7/172). İşte o gün bugündür ruhlarımızın işittiği o lâhûtî sesi aslında ruhlarımız hiç unutmadı. Hangi kültürel kodlarla yetişmiş olursak olalım; o ulvî ve kudsî sese özlem duyan ruhlar taşıyoruz hepimiz. Bir güzel sesin, bir lâhûtî çağrının bizi yukarılara/yücelere çağırdığını işitiyor gibiyiz. Lâkin hem o sesin netliğini ve ne taraftan geldiğini tam hatırlayamamak hem de o sesin geldiği yere nasıl ve ne şekilde gidileceğini tam olarak bilememek, idrak edememek geriyor insanoğlunu.

İşte; geldiğimiz yere olan hasret ve iştiyakımız, oradan ayrı düşmekliğimiz, bizi derin bir hüzne sevk etmektedir. İnsan, “Benim yerim burası değil! Bu âlem beni kesmiyor; benim içimde sonsuzluk hissi var; sonsuzluğa açılmak isteyen bir ruhum var!” diye hissettiğinde, o sonsuzluğa kanat çırpamamak ve hâlâ yeryüzünün maddeyle sınırlı ve sonlu hayatı içinde nefes aldığını hissetmek, onu metafizik bir gerilimin içine çekmektedir. İnsanın yaşadığı bu hüzne “metafizik hüzün” diyebiliriz. Bu hüznün derinliği, kişinin ruhânî/mistik kabiliyetinin büyüklüğü oranındadır. Meselâ Fudayl b. Iyaz âlem-i cemâle göçtüğünde, Vekî şöyle demiştir: “Bugün, yeryüzünden hüzün göçtü.” Düşünme yeteneğine sahip her insan, az ya da çok bu metafizik gerilimi ve hüznü hisseder. Zira kendisini ve evreni biraz düşündüğünde, kendisindeki manevî potansiyelin farkındalığına varır ve sadece beşeriyeti ile insan olmadığını, onu insan yapan yönünün ruhâniyeti olduğunu idrâk eder. Cenâb-ı Hakk’ın nefha-i ilâhiyyesine mazhar olmuş bir varlık olarak insan, içindeki bu kutsal tözün, bu ulvî cevherin az ya da çok farkındadır.

Bir rivâyette Efendimiz (sav) şöyle tasvir edilir: “Az konuşur, sürekli düşünür ve devamlı mahzun görünürdü.” (Taberânî ve Hâkim). İbnu’l-Kayyım gibi bazı âlimler, Efendimiz (sav) gibi bir peygamberin sürekli hüzünlü olmasının uygun olmadığını ifade ederek bu rivayetin senedini ve muhtevasını eleştirmişlerdir. Ancak aslında buradaki tasvir, tam da bilge bir insana yakışır bir tasvirdir. Tabii, Efendimiz’in (sav) hüznünü doğru anlamlandırmak şartıyla. Yukarıda anlatmaya çalıştığımız haliyle metafizik bir hüzün söz konusu ise, bu en çok ona yakışır. Zira böyle bir ayrılığın hüznünü en derinden o yaşayabilir. Tıpkı O’na olan kavuşma özlemini en üst düzeyde onun yaşayabileceği gibi.

İnsan, Allah’a kavuşma özlemi duyar mı? Hikmetli Kitap’ta on yerde “Allah’a kavuşmak” ifadesi kullanılır. Bunlardan beşinde “Allah’a kavuşmayı özlemle bekleyenler”den bahsedilir (Bk. Yunus/7, 11 ve 15; Kehf/110 ve Ankebût/5). Ruhundaki sonsuzluk arzusunun farkına varan, varlığının sadece şu kısacık dünya hayatıyla sınırla olamayacağına, bilakis ezelden ebede uzandığına inanan ve bunu bilfiil hisseden insan için, madde ile sınırlandırılmış şu dünya zindanından kurtulup O’na kavuşma arzusundan daha büyük ne olabilir ki!

İnsanın, âlem-i ervahtan ayrılığını, kamışın sazlıktan ayrılmasına benzeten Hz. Mevlânâ, “ney”in çıkardığı sesin ve feryadının aslî vatanına olan özleminden kaynaklandığı gibi, insanın (özellikle insân-ı kâmilin) feryadının da aslî vatanından ayrı düşmesinden kaynaklandığını belirtir. Böyle bir ayrılıktan kaynaklanan hüzün ve gam, aslında insana manevî bir sürur ve huzur verir. Bu manada neşeyi artıran gamdan söz eder Hz. Mevlânâ: “Gam, neşeni artırmaya başladı mı, can bahçeni güller, süsenler kaplar. Başkalarının korktukları sana eminlik verir.” (Mesnevî, Gölpınarlı çevirisi, c. II, s.207-209). Demek ki böyle bir hüzün ve gam, aslında insanı iç dünyasında manen neşe ve huzura sevk eder.

Neşemizi artıran nice gamlara gark olmak niyazıyla!...

#toplum
#İslam
#Mahmut Ay