EDISYON:

Gün birlik günüdür!

04:0016/08/2024, Cuma
G: 16/08/2024, Cuma
Mahmut Ay

“Bizi bu hale düşüren hep tefrika, hep nifak ve şikaktır. Artık bu kadar zillet, bu kadar meskenet elverir. Bundan sonra millet uyanmalı, okumalı, bu felâketlerin hep tefrika yüzünden geldiğini anlamalı da, ona göre çaresine bakmalı. Zaman artık tefrika zamanı değildir. İttifak zamanıdır, birleşmek zamanıdır.” (Mehmet Akif Ersoy, Tefsir Yazıları ve Vaazları, DİB Yayınları, s. 184). Bu ifadeler, istiklâl şairimize ait. Kasım 1910’da, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Şehzadebaşı kulübünde verdiği


“Bizi bu hale düşüren hep tefrika, hep nifak ve şikaktır. Artık bu kadar zillet, bu kadar meskenet elverir. Bundan sonra millet uyanmalı, okumalı, bu felâketlerin hep tefrika yüzünden geldiğini anlamalı da, ona göre çaresine bakmalı. Zaman artık tefrika zamanı değildir. İttifak zamanıdır, birleşmek zamanıdır.” (Mehmet Akif Ersoy, Tefsir Yazıları ve Vaazları, DİB Yayınları, s. 184).

Bu ifadeler, istiklâl şairimize ait. Kasım 1910’da, Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Şehzadebaşı kulübünde verdiği bir konferansında söylenmiş. Akif, bu konferansında, Müslümanların tarihte nasıl muazzam devletler kurabildiklerinin sırrını da şöyle açıklamış: “Müslümanlar, bu mertebeye nasıl eriştiler? Hep ittihad sayesinde. Ellerinde Allah kanunu, dillerinde tevhid lafz-ı mübareki, yüreklerinde din aşkı, millet muhabbeti olduğu halde dağları, denizleri, çölleri aştılar.” (age., s. 182).

Aradan bir asırdan fazla bir zaman geçmiş olmasına ve İslâm coğrafyasında, tefrikadan mütevellit bunca çileli tecrübeler ve kanlı olaylar yaşanmış olmasına rağmen, Müslümanlar hâlâ ders almış ve akıllanmış görünmüyorlar. İslâm dünyasındaki sorunların nedenlerini konuşurken genelde Batı’nın zalimliğinden dem vuruyoruz; ama kendi hatalarımızı yeterince konuşmuyoruz. Düşman, düşmanlığını yapacaktır. Ona “Niye düşmanlık ediyorsun?” demek abestir ve zafiyet göstergesidir. Düşmanın düşmanlığını engelleyemeyiz. Bizim öncelikli görevimiz, dost olmamız gereken kimselerle dostluğumuzu pekiştirmek ve kendi aramızda mümkün mertebe birliği sağlamaya çalışmaktır. İçimizde birliği ne denli güçlendirebilirsek, düşmanı o denli zayıflatmış oluruz. Zira düşmanın en büyük silahı, bizi tefrikaya düşürmektir.

Akif, 6 Şubat 1913’te Bayezid Camii’nin kürsüsünde, yabancı güçlerin İslâm coğrafyasını ele geçirmek için “tefrika”yı bir öncü kuvvet olarak kullandıklarını şöyle anlatmış: “Ecnebîlerin, kendi hesaplarına gayet elverişli kestirme bir siyasetleri var: Hani bir zamanlar bizim akıncılarımız vardı. Fethetmek istediğimiz memleketlere ordumuzdan evvel onları gönderdik. Bu akıncılar o memlekete girer, ahaliyi telâşa sokar, birbirine düşürür, sonra da ordu girer, istila eder, işini bitirirdi. İşte tıpkı bunun gibi, ecnebilerin de bugün akıncıları var ki, o akıncıları tefrikadır. Avrupalılar, zapt etmeyi kararlaştırdıkları memleketin ahalisinin arasına evvelâ tefrika sokarlar, senelerce milleti birbiriyle boğuştururlar. Sersem ahali bu suretle yorgun düştükten sonra gelip çullanırlar. Bugün de işte bize aynı siyaset kullanıldı. Zaten her yerdeki siyasetleri budur. Hindistan’da, daha evvel Endülüs’te, sonraları Cezayir’de, İran’da hep böyle yaptılar. Takip ettikleri siyaset hep aynı siyasettir, hiç değişmez.” (age., s. 190).

Yüz binlerce mazlum Gazzeli kardeşimiz, her gün yüzlerce şehit veriyor; en ağır şartlar altında hayatta kalabilme mücadelesi veriyor. Lâkin İslâm ülkelerinden kınama dışında bir icraat çık(a)mıyor. Düşmanın zalimliğinden önce kendi zelilliğimizi konuşmak gerekmiyor mu? Neden bu hallere düştük? Bu hallere düşmemizde sünnî-şiî, sufî-selefî, ihvancı-ılımlı vs. gibi kutuplaşmalarla uğraşmamızın etkisi çok büyük. Ulema kendi arasında birlik sağlayabilmiş değil, fikir adamları kendi fildişi kulelerinde, tekke erbabı bölük pörçük, siyasiler birbirleriyle kanlı bıçaklı. Toplumu yönlendirenler, liderlerdir. Yığınlar, liderlerin sözleri ve eylemleriyle hareket ederler. İslâm dünyasının en büyük sorunu; siyasetten medreseye, üniversiteden tekkeye ümmetin birliğini en büyük mesele ve dava edinen liderlerin yeterli sayıda olmayışıdır. Bu sahalarda öncü konumundakilerin çoğunun, ümmetin meselelerini şahsi meselelerinin üstünde görememeleridir.

İran’ı şiî, Suud’u vehhâbî, berikini bilmem neci diye tamamen ötekileştirdiğimizde, siyasi birliği kiminle kuracağız? İtikadî ve fikrî birlikten söz etmiyorum; zira böyle bir birlik muhaldir. Ancak siyasi birliğin fikrî altyapısını oluşturmak için; ilim ve fikir adamlarının, İslâm düşüncesi içindeki mezhep ve meşreplere saygı ve hoşgörüyle yaklaşıp, kendi aralarında sağlıklı bir diyalog ortamı oluşturmaları gerekmiyor mu?

Mesele şu: Müslümanların siyasi bir birliğe ihtiyacı var mı yok mu? Şayet cevabımız “evet” ise, o zaman ilim ve fikir adamları olarak buna göre tavır alıp, toplumu bu istikamette bilinçlendirerek, iyi-kötü bir birlik konusunda siyasetçilerin işini kolaylaştırmamız gerekmez mi? Cumhurbaşkanımız, 2016’da İstanbul’daki İslâm İşbirliği Teşkilâtı zirvesinde –bendenize göre bağlamına ve amacına göre gayet isabetli bir şekilde- “Mezhepçilik fitnedir. Ben, ne sünnîyim, ne şiî. Ben, Müslümanım!” demişti. Bazıları, bu sözü çok eleştirmişti. Hâlbuki, bir söz, bağlamı ile birlikte anlam kazanır. Şayet bu söz, Fatih Camii’nde bir vaiz efendi tarafından söylenmiş olsaydı, eleştirenler haklı olurdu. Siyasi açıdan eldeki imkânlara göre iyi-kötü bir birlik sağlanmak isteniyorsa, farklı mezheplere mensup Müslümanların tarihteki ihanetlerini hatırlatıp tamamen ayrıştırıcı bir dil kullanmamak gerekir. Evet, Selçuklu’yu Selçuklu, Osmanlı’yı Osmanlı yapan sünnî-sufî çizgimizi muhafaza etmek için, elimizden gelen gayreti gösterelim; İran’ın ve Suud’un geçmişte ve günümüzde ihanet derecesindeki hatalarını asla unutmayalım. Ancak ne İran’ı şiîlikten, ne de Suud’u vehhâbîlikten vazgeçiremeyeceğimizi bilerek, olanı olduğu gibi kabul ederek, mevcut durumda “Müslümanların siyasi birliğine katkı sunmak için nasıl bir söylem geliştirmeli?” sorusunu stratejik bir derinlikle ele alalım.

Son sözü, yine istiklâl şairimize bırakalım: “Ümid ederiz ki, bu sözlerin yürekten söylendiğine bütün Müslümanlar inanarak aralarındaki tefrikaları, kalplerindeki hırs ve tamaları terk ederek hepsi habl-i celîl-i ilâhîye yapışırlar, son derece bir ittifak ile, sımsıkı bir ittihad ile birbirine bağlanarak hep birlikte terakkiye çalışırlar.” (age., s. 185).

Not: Geçtiğimiz günlerde âlem-i cemâle göçen dil ve fikir üstadı D. Mehmet Doğan’ı rahmetle ve saygıyla anıyorum.

#Aktüel
#İslam
#Toplum
#Mahmut Ay

Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.

Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.