İştiyakla beklemiştik mübârek ramazanı. Ne de özlemiştik orucunu, teravihini, Kadir gecesini, sadakasını. Ve nihayet gelmişti ramazan. “Merhaba!” demiştik ona en içten ve en yürekten. İlk teravihin neşesi her sene olduğu gibi yine bir başkaydı. İlk sahur, tam bir bereket saatiydi. İlk oruç, nefsimizle ilk raundumuzdu. Böylece bir manevî iklimin ortasında buluverdik kendimizi. Rahmet ve bereket sağanağına tutulduk otuz gün boyunca. Açlık, doyurdu ruhumuzu; vermek, zengin etti gönlümüzü; Teravih,
İştiyakla beklemiştik mübârek ramazanı. Ne de özlemiştik orucunu, teravihini, Kadir gecesini, sadakasını. Ve nihayet gelmişti ramazan. “Merhaba!” demiştik ona en içten ve en yürekten. İlk teravihin neşesi her sene olduğu gibi yine bir başkaydı. İlk sahur, tam bir bereket saatiydi. İlk oruç, nefsimizle ilk raundumuzdu. Böylece bir manevî iklimin ortasında buluverdik kendimizi. Rahmet ve bereket sağanağına tutulduk otuz gün boyunca. Açlık, doyurdu ruhumuzu; vermek, zengin etti gönlümüzü; Teravih, dinlendirdi kalbimizi; itikâf giderdi yalnızlığımızı.
Pideleri bile maneviyat kokar ramazanın. Güllacından mistik bir lezzet gelir. Hurması iftar demektir, kahvesi sahur… Madde, âdeta mana ile sarmaş dolaş olur ramazanda. Sanmam ki, bedenin açlığını ruhun tokluğuyla bu şekilde dengeleyen, maddeyi mana ile dost kılan başka bir din, başka bir medeniyet olsun yeryüzünde. Bu güzellikleri bizlere yaşatan Yüce Mevlâ’ya nâmütenâhî şükürler olsun. Ve bu güzellikleri, yaşayarak bize öğreten Muhammed Mustafa Efendimiz’e (sav) sonsuz salâtü selâm olsun.
Ramazanın bize öğrettiği en mühim şey şu olsa gerek: Âdetleri bir ay boyunca terk edip, rutinleşmiş hayatı ters yüz etmek. Bir ay boyunca oruç tutmak, akşamları cemaatle teravih kılmak, elden geldiğince tasadduk etmek, verilecek zekât varsa onu vermek, bin aydan hayırlı olduğuna inanılan bir geceyi sabaha kadar ihya etmek ve onun bir ömre bedel olduğunu idrak ederek onu bu şuurla yaşamak. Bunlar, diğer aylarda hiç yapmadığımız şeyler. Dolayısıyla ramazan; bizi rutinimizden çıkarıp, bize âdetlerimizi terk ettirerek hayatın “böyle de yaşanabileceğini” göstererek çok önemli bir ders vermektedir. Her gün oruç tuttuk; ne sağlığımız bozuldu, ne hayatımızın lezzeti kaçtı, ne de işimiz gücümüz aksadı. Her akşam geç saatlere kadar teravih kıldık; ne yorulduk, ne de uykusuz kaldık. Zekâtımızı, sadakamızı verdik; ne kesemiz boşaldı ne kasamız, ne aç kaldık ne de muhtaç.
Nörofizyoloji biliminin verilerine göre, insan beynini diğer canlıların beyninden ayıran en önemli hususlardan biri, “frontal lob” denilen beynin ön kısmının hacmidir. Bu bölüm, hazları ertelemeyi sağlayan bölümdür. Dinî ıstılahla söyleyecek olursak, nefs-i emmareye karşı mücadelenin yapıldığı yerdir. İnsan beyninde bu bölüm, diğer canlıların beynine nispetle çok daha gelişmiştir. Bu sebeple, diğer canlılarda nefsini kontrol edebilme, hazlarını erteleyebilme özeliği yoktur. İnsanı insan yapan en önemli hususlardan birisi, “üst beyin” de denen bu bölgenin gelişmiş olmasıdır. Beynin bu bölgesi, hazları erteledikçe, içgüdüleri kontrol etmeyi öğrendikçe; yani irademiz güçlendikçe “alt beyin” de denen ve içgüdülerin merkezi olan limbik sisteme karşı zafer kazanır. Her kazandığı zafer sonrasında, daha da gelişir ve güçlenir. İşte ramazan, bu açıdan; orucuyla, teravihiyle, zekâtıyla ve sadakasıyla bize üst beynimizi kullanmaya teşvik eder. Yani insanı insan yapan melekeyi güçlendirmeyi öğreten, böylece “insanı daha da insânîleştiren”, hazlarımızı ertelemeyi, nefsimizi terbiye etmeyi öğreten muazzam bir mekteptir ramazan. Bize âdetlerimizin cenderesinden çıkmayı öğreten… “Hayat, öyle değil; böyle de yaşanabiliyormuş. Otuz gün üst üste oruç tutsan, ölmezmişsin. Geceleri nafile namaz kılsan yorgunluktan düşüp bayılmazmışsın.” dedirten…
Evet, mübârek ramazan bu akşam tamamlanıyor. Peki, sonrasında bizi ne bekliyor? Mübârek on bir aylar… Kullukta asıl olan devamlılıktır. Ne buyurmuştu Efendimiz (sav): “Amellerin en hayırlısı, az da olsa devamlı yapılandır.” Şu halde ramazan sayesinde elde ettiğimiz, “alışkanlıklarımızın sarmalından kurtulma ve daha çok ibadet yapabilme” özelliğini, senenin geri kalan on bir ayında da imkân nispetinde devam ettirmenin gayreti içerisinde olalım. İşte o zaman, kulluğumuzda bir terakkînin gerçekleşmesi mümkün olacaktır. Aksi halde kulluk heybemiz, ramazanda dolup, geri kalan on bir ayda boşalacak; bu durum ömür boyu böyle devam edecektir. Hâlbuki ramazanda edindiklerimizin üzerine diğer aylarda da bir şeyler katarsak, amel-i sâlih heybemiz sürekli dolacaktır.
“Namaz, camiden çıkınca; hac, Mekke’den dönünce; ramazan, oruç bitince başlar.” demiş Necip Fazıl. Şimdi, ramazanda ruh âlemimizde ektiğimiz mana tohumlarının on bir ay boyunca hasadını yapma dönemi başlıyor. Ramazanda eğittiğimiz nefsimizi on bir ay boyunca, aynı şekilde terbiye etmeye devam etmemiz gerekiyor. O halde, gelin önümüzdeki on bir ayda da, ara sıra da olsa nafile oruç tutmaya çalışalım. Meselâ; Efendimiz’in (sav) sünneti olan pazartesi ve perşembe günlerinde mümkün mertebe oruç tutmaya çalışalım. Haftanın hiç olmazsa bir gecesi teheccüd namazı kılmaya çalışalım. İmkânımız nispetinde, Rabb’imizin bize emanet ettiği malı ve mülkü, O’nun nâmına muhtaç kullarıyla paylaşmaya gayret edelim. İşte o zaman; ibadetler, bizde mevsimlik birer fantezi olmaktan çıkacak ve ahlâk hâline gelecektir.
Efendim; bu ramazan boyunca her gün bu sayfada aklımız yettiğince ve gönlümüz erdiğince bir şeyler yazmaya çalıştık. Yazdıklarımızda hatalarımız olmuşsa, bu bizim beşeriyetimizdendir. Doğrular ise, Yüce Mevlâ’nın füyûzâtındandır. Bir ramazan boyunca; âlemlerin hâlıkı ve mâbudu olan Cenâb-ı Hakk’ı, O’nun kutlu elçisi Muhammed Mustafa Efendimiz’i (sav), hikmetli kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’i, âlimlerimizden ve âriflerimizden öğrendiklerimizin ışığında anlayabildiğimiz kadarıyla anlatmaya gayret ettik. Bu aciz kuluna, bu ramazanda da çok cömert davranıp hak etmediği bu nimeti nasip eden Rabb’ime sonsuz hamdü senâlar olsun! Bu güzel dini bizlere öğreten insanlık güzeli Muhammed Mustafa’ya (sav) sonsuz salâtü selâm olsun! Fakir, bu ramazan boyunca yazdıklarımın; Hesap Günü’nde amel defterimin en mutenâ yerinde karşıma çıkması niyazıyla hepinizi Allah’a emanet eder, bayramınızı tebrik ederim.
Not: Ramazan boyunca her gün bu sayfada bize yer veren ve bu vesileyle sizlerle buluşmamıza imkân sağlayan Yeni Şafak Gazetesi’nin değerli yöneticilerine teşekkürü bir borç bilirim. Ayrıca; bu yazılar yayımlanmaya başladıktan sonra, büyük bir heyecanla fakiri telefonla arayarak hak etmediği iltifatlarla mahcup eden Prof. Dr. Mustafa Fayda ve Prof. Dr. Mustafa Tahralı hocalarıma hususi şükran ve hürmetlerimi arz ederim. Kendilerinden, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde öğrenci iken siyer ve tasavvuf dersleri almış, ziyadesiyle istifade etmiştim. O günden bugüne kadar görüşmek nasip olmamıştı. İki hocamız da, bu yazıları okuduklarında, yazarının kim olduğunu merak edip tebrik etmek için fakire ulaşmak istediklerini heyecanla ve mutlulukla anlattılar. Özellikle Mustafa Fayda hocam, çok beğendiğini belirttiği bazı yazılar dolayısıyla zaman zaman bendenizi arayıp uzunca telefon görüşmeleri yaptı. Çeyrek asrı aşkın bir süre sonra hocalarımın sesini duymak, bu şekilde takdirlerine mazhar olmak, fakiri ziyadesiyle duygulandırdı, mahcup ve mesrur etti. Hocalarımın bayramlarını hususiyle tebrik ediyor, hürmetle ellerinden öpüyorum. Rabbim, her iki hocamıza da sağlıklı uzun ömür nasip eylesin!