Efendimiz (sav), Câhiliye devrinde Kureyş’in de tuttuğu âşûrâ orucunu bi‘setten önce tutmuş, sonra bir ara terk etmişse de Medine’ye hicret edince Hz. Mûsâ’nın şeriatına uyarak ramazan orucu farz kılınıncaya kadar bir veya iki sefer o da bu orucu tutmuş ve Müslümanlara da tutmalarını emretmiştir. Hatta bu konuda henüz bir emir bulunmamakla birlikte Resûlullah (sav) münâdîler çıkararak âşûrâ orucunu halka duyurmuş, geceleyin oruca niyet etmeyenlerin günün yarısında haberdar olsalar dahi o andan itibaren oruca başlamalarını emretmiş, ancak ramazan orucunun farz kılınmasıyla bu orucu isteğe bırakmıştır. (“Aşura”, DİA)
Medine’yi teşrif ettikten sonra Efendimiz (sav), ramazan ayı dışında hiçbir ayı tam olarak oruçlu geçirmemişlerdir. Ancak ramazandan önceki ay olan şaban ayının çoğunu, ramazana hazırlık olması için oruçlu geçirirlerdi. Hatta bazı rivayetlere göre, bazı yıllarda şaban ayının tamamını oruçlu geçirmişlerdir. Diğer aylarda ise durum şöyleydi: Muharrem ayının dokuz ve onuncu veya on ve on birinci günlerinde, Zilhicce ayının ilk dokuz gününde, şevval ayının altı gününde, on üç, on dört ve on beşinci günleri olmak üzere her kamerî ayın üç gününde (eyyâm-ı bîz), her haftanın pazartesi ve perşembe günlerinde umumiyetle oruç tutarlardı. Zaman zaman Cuma gününü de oruçlu geçirirlerdi. Haram aylar olarak bilinen zilkade, zilhicce, muharrem ve receb aylarında da diğer aylara nispetle daha çok oruç tutarlardı.
Pazartesi ve perşembe günü oruç tutmasının hikmetiyle alâkalı şöyle buyurmuşlardı: “Ameller, Allah Teâlâ’ya pazartesi ve perşembe günleri arz edilir. Ben, amelimin oruçlu olduğum hâlde arz edilmesini isterim.” (Tirmizî, Savm,) “Ben pazartesi günü doğdum ve bana o gün vahiy gelmeye başladı.” (Müslim, Sıyâm,)
Zaman zaman da iki ya da üç gün süren aralıksız bir oruç (savm-ı visâl) tutarlardı. Bazı sahâbîler de aynı şeyi yapmak isteyince: “Siz buna tâkat getiremezsiniz. Benim durumum sizden farklıdır. Beni, Rabbim doyuruyor, susuzluğumu O gideriyor.” buyurarak onları bundan men ederlerdi. (Buhârî, Savm, 48)
Bazen hâne-i saâdetlerini teşrif ettiklerinde, “Yiyecek bir şey var mı?” diye sorarlardı. “Evde yiyecek bir şey yok.” cevabını aldıklarında, “Öyleyse, bugün oruç tutayım.” buyururlardı. Bazen de tam tersine, sabah nâfile oruca niyetlendiği halde, evde güzel bir yemek olduğunu öğrendiğinde orucunu bozardı. Aişe Annemiz’in (ra) naklettiğine göre bir gün hâne-i saâdete “hays” yemeği ikram olarak gönderilmişti. Efendimiz (sav), sabahleyin eve geldi ve aynı şekilde, “Evde yiyecek bir şey var mı?” diye sordu. Aişe Annemiz (ra) de, “Evet hediye olarak hays yemeği gönderildi.” dedi. Bunun üzerine, “Hâlbuki sabah olduğunda oruç tutmak istiyordum.” dedi ve oruç tutmayıp o yemeği yedi. Aişe Annemiz (ra), oruçlu iken neden orucunu bozduklarını sorunca şöyle cevapladılar: “Aişe! Ramazan orucu ya da ramazan kazası orucunun dışındaki nafile oruçlar, sadaka gibidir. Kişi; sadaka verirken ister cömert davranır, malının tamamını verir. İsterse cimri davranır, az bir kısmını verir, kalanı elinde tutar.” (Nesâî, Sıyam) Hays; hurma ve tereyağı ile süt kurusu, keş peynir ya da yoğurt gibi bir çeşit süt ürününün karışımından elde edilen ve o devirde meşhur olan bir yiyecektir.
Oruçlu iken hacamat yaptırır ve orucuna devam ederdi.
Dünkü yazımızda, ramazan orucunun farz kılındığı hicretin ikinci yılının Ramazan ayında Bedir Gazve’sinin yapıldığından bahsedip bunun anlamı ve mesajı üzerinde durmuştuk. Efendimiz (sav), ramazanda sadece Bedir Savaşı’na değil, başka pek çok küçük çaplı askerî sefere de çıkmışlardı. Asr-ı saâdetteki en büyük askerî sefer olan ve Mekke’nin fethi ile sonuçlanan yolculuğa da ramazan ayında çıkmışlardı.
Yolculuktayken şartların zorluğunu dikkate alarak bazen oruç tutar, bazen tutmazlardı. Bazı seferlerde, oruçlu olduğuna dair rivayetler mevcuttur. Bazen de yolculuğun bir kısmında tutar, geri kalan kısmında tutmazlardı. Meselâ; Mekke’nin fethiyle sonuçlanan sefere oruçlu olarak çıkmışlardı. “Kedîd” denilen yere vardıklarında oruç tutmayı bırakmışlardı. Nitekim bir sahâbî kendilerine “Yolcu iken oruç tutayım mı?” diye sorduğunda, “Dilersen tutabilir, dilersen tutmazsın.” buyurmuşlardı. (Buhârî, Savm) Bir sefer esnasında, oruç tutan bir sahâbî fenalık geçirmiş, sahâbîler hemen yardımına koşup ona gölgelik yapmışlardı. Efendimiz (sav): “Nesi var bunun?” diye sorduğunda, “Oruç tutmak ağır geldi.” cevabını alınca şöyle buyurmuşlardı: “Yolculuk halindeyken (şartlar zorsa) oruç tutmak, iyi bir amel değildir.” (Buhârî, Savm)
İftarı acele eder, sahuru geç yapardı. Sahur yapmayı ısrarla tavsiye eder, sahurda büyük bir bereket olduğunu ifade buyurulardı.
Hâne-i saâdetteki iftar ve sahur sofralarına, ashâbını da davet eder; mütevazı sofralarını onlarla paylaşırlardı.
İftar ve sahurdaki öğünleri son derece sade idi. Çoğunlukla hurma ve su ile iktifa ederlerdi. Bazen de döneminin kendine has sade yiyeceklerini bereketlendirirlerdi. Meselâ; bir sefer esnasında, iftar vakti girince Hz. Bilal’den (ra) “sevîk” yemeği hazırlamasını istemişlerdi. (Buhârî, Savm) Sevîk; kavrulmuş buğday ve arpa ununun su ile karıştırılmasından elde edilen bir bulamaçtır.
İşte O’nun (sav) orucu özetle böyleydi. Ya bizimkisi?!
Ey insanlık güzeli! Ey rahmet elçisi! Ey benim cânım Efendim! Salât sana, selâm sana, bu canlarımız hep feda sana!
Dünyada sünnetinden, ahirette şefaatinden mahrum olmamak niyazıyla…
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.