Ey benim Cânım Efendim! Her ne kadar dünyevî kirlerin izlerini ruhumda lekeler halinde taşımanın manevî yükünü çekmekten iki büklüm olmuş olsam da, Sana “Cânım Efendim” diyebilmemin süruru, içimi ferahlatmaya yetiyor. Seni bana, bize ve tümüyle kâinâta “Efendi” olarak seçen ve gönderen âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a nâmütenâhî hamd olsun. Ya Resûlallah! Mübarek velâdetini kutladık birkaç gün evvel. Yine ve yeniden şenlendik; neşelendik. Mevlidin bu dünyayı teşrif edişinle ilgili bölümünü terennüm
Ey benim Cânım Efendim! Her ne kadar dünyevî kirlerin izlerini ruhumda lekeler halinde taşımanın manevî yükünü çekmekten iki büklüm olmuş olsam da, Sana “Cânım Efendim” diyebilmemin süruru, içimi ferahlatmaya yetiyor. Seni bana, bize ve tümüyle kâinâta “Efendi” olarak seçen ve gönderen âlemlerin Rabbi olan Yüce Allah’a nâmütenâhî hamd olsun.
Ya Resûlallah! Mübarek velâdetini kutladık birkaç gün evvel. Yine ve yeniden şenlendik; neşelendik. Mevlidin bu dünyayı teşrif edişinle ilgili bölümünü terennüm ederken, sanki o an yeniden doğmuşsun gibi sevincimizden ayağa kalktık. Ve kalbimize usulca seslendik: “Bu gelen Muhammed Mustafa’dır ey gönlüm! Kapılarını O’na sonuna kadar aç! Aç ki, açılasın! O’nu sev ki, sevilesin. O’nu say ki, sayılasın. O’nu öv ki övülesin. O’nu bil ki bilinesin. O’na uy ki uyulasın.”
Ey benim Cânım Efendim! Nâdân, dünyanın geçici zevklerine dalarak ruhaniyetini unutup beşeriyetini tatmin etmek uğruna kendine yazık ederken; bu aciz kulunun, Senin mübarek mevlidini kutlamak için bir araya gelmiş “âşikân-ı Mustafa” ile cem olması ne büyük bir bahtiyarlık! Senin muhabbetinle gönlümüzü süsleyen Mevlâ’ya sonsuz şükürler olsun!
Ey Allah’ın Kutlu Elçisi! Ben, Sana inandım. Madde perdesinin ardındaki manevî hakikatleri göremiyorum. Ama o hakikatleri birilerinin görmüş olma imkânına inandım. İşte bu sebeple, duvarın ardındaki benim göremediğim hakikatlere dair ne söylemişsen cümlesine “belî” dedim ve inandım. Senin inandığın ve öğrettiğin gibi Allah’a inandım. Senin inandığın ve öğrettiğin şekilde peygamberlere, meleklere, ahirete, kadere ve diğer hususlara inandım. Şu halde ben, aslında Sana inandım. Ve aslında ben bir “insan”a inandım. İnsandaki “peygamber olma/aşkın hakikatlere doğrudan muhatap olma” potansiyeline inandım. Bu manada, her insanın özündeki “hakikat-i Muhammediyye”ye inandım.
Ey benim Cânım Efendim! Ümmet paramparça; ulemâ şöhret, ümerâ kudret, ağniyâ servet peşinde… Şehitlerin kanları boyamış Gazze’nin topraklarını; işkence altındaki Müslüman mahpusların âh u eninleri yankılanır olmuş Filistin’in, Doğu Türkistan’ın ve dünyanın dört bir yanındaki zindanların duvarlarında. Ama hâlâ hissedemiyoruz mazlumların acılarını, hâlâ duyamıyoruz zindanlardakilerin çığlıklarını. Yeniden doğ gönlümüze ey Muhammed Mustafa (sav)! Doğ ki, kardeşliğimiz ve birliğimiz olsun; doğ ki basiretimiz ve ferasetimiz olsun; doğ ki merhametimiz ve şefkatimiz olsun; doğ ki muhabbetimiz ve hürmetimiz olsun; doğ ki adaletimiz ve hakkaniyetimiz olsun; doğ ki cesaretimiz ve izzetimiz olsun.
Ya Resûlallah! Senin yaşadığın ve nurunla aydınlattığın Medine’nde bile münafıklar vardı ya; işte o münafıkgiller familyasının mensuplarıyla sarılmış dört bir yanımız şu modern zamanlarda. Kime “hoca” diye hürmet edeceğimizi, kime “dost” diye muhabbet besleyeceğimizi, kime “kardeş” diye sarılacağımızı bilemez olduk. Etrafımız, konuştuğunda yalan söyleyen, vadettiğinde yerine getirmeyen ve emanete hıyanet edenlerle çepeçevre kuşatılmış vaziyette. En büyük endişem ise, -Allah muhafaza- bu aciz kulunun da farkına varamadan nifak izleri taşımasında.
Ey benim Cânım Efendim! Senin asr-ı saadetinde yaşayıp da Senin gözlerinin içine baka baka “Anam babam sana feda olsun ya Resûlallah!” diyemedim; Senin sahâbenden olma devletine eremedim; Senin kapıkulun olma bahtiyarlığına erişemedim; Seni ve getirdiğin hakikatli mesajı müdafaa için cihat meydanında cenk etme şerefine nail olamadım. Ama Rabbim ve kalbim şahittir ki, içimde -lâyıkıyla olmasa da- hep Senin sevgini taşıdım. En sevgili kul, en güzel insan, en ulu önder, en yüce sultan olarak hep Seni bildim. Eksik de olsa, bu sevgimin hürmetine dünyada ve ahirette şefaatini ummakta ve beklemekteyim.
Ya Habiballah! Sen bize muhabbeti öğrettin; ama beceremedik. “Birlik”i öğrettin; ama “ikilik”ten çıkamadık. İzzeti öğrettin; ama onurlu duramadık. Güzel ahlâkı öğrettin, ama bir türlü güzelleşemedik. Adaleti öğrettin; ama yerine getiremedik. Cihadı öğrettin; ama cesaret edemedik. Affet bizi ey Allah’ın Sevgilisi! Huzuruna vardığımızda, “Size Kur’an’ı ve Sünnet’imi bırakmıştım. Ne yaptınız?” dediğinde, ne cevap vereceğimizi bilemiyoruz. Ancak acziyetimizi, kusurumuzu itiraf ediyoruz ya, onun hürmetine bağışla bizi ey Allah’ın Elçisi!
Ey benim Cânım Efendim! Asr-ı saadetinde yaşamak nasıldı bilemiyorum; ama her türlü günahın ve kötülüğün bininin bir para olduğu şu modern zamanlarda mümince yaşayabilmek ve ahlâklı kalabilmek hakikaten çok zor ve gittikçe de zorlaşıyor. Böyle bir zamanda manevî hastalıklardan korunabilmek için Senin sünnetindeki kutlu reçetelere sarılmaktan başka çare görünmüyor. Mevlâ, bizleri o kutlu reçetelerin kadr u kıymetini bilenlerden eylesin!
Ya Resûlallah! İki heceli “ölüm”ü iki sebepten ötürü sevdim: Biri; beni var eden ve varlığından haberdar eden Yüce Mevlâ’ma kavuşma arzusu. Diğeri de, ömrüm boyunca ahlâkının güzelliğine, maneviyatının yüceliğine hayran olduğum Sen Cânım Efendim’e kavuşma arzusu; dünyada erişemediğim “sahâbîlik” makamına ahirette erişebilme umudu. Yüce Mevlâ, yüzü ak; kalbi pak bir şekilde Kendisine ve Sana kavuşabilmeyi nasip eylesin!
Ey benim Cânım Efendim! Seni hakkıyla anlayamadım; lâyıkıyla anlatamadım. Bir ömür bunun eksikliğini ve ezikliğini yaşadım. Ruh kemâle eremedi, ama artık yaş kemâle erdi. Şu fâni yolculuğun çoğu gitti; azı kaldı. Hâlâ olamadım; hâlâ adın anıldığında kendimden geçecek bir muhabbete ve aşka eremedim. Lâkin Seni sevebilmeyi çok sevdim. Seni sevenleri çok sevdim; onlara hep imrendim, gıpta ettim ve öykündüm. Senin hürmetine Rabbim’den tazarru ve niyazım odur ki, lutfen ve keremen bu fakirin adı da yazılsın “Muhammed Mustafa’nın ihvânı, bendegânı, yârânı ve muhibbânı” arasına.
Salât Sana, selâm Sana, en derin hürmet ve muhabbet Sana, canım feda Sana; ey benim Cânım Efendim!