1.
Bir Müslüman olarak, kötülüğün varlığını elbette kabul ederiz. Ancak “mutlak kötülüğün” varlığını, bir başka ifadeyle kötülüğün mutlaklığını kabul etmeyiz. Kötülük vardır; ama geçici ve görecelidir. Öncelikle, bütün kötülükler geçicidir; çünkü hayat geçicidir. İkinci olarak, birisi için kötü olan bir şey bir başkası için iyi olabilir. Bir final müsabakasını kaybetmek, kaybeden taraf için bir kötüdür; ancak kazanan taraf için iyidir. İşten atılmak, atılan kişi için kötü; onun yerine işe alınan kişi için iyidir. Hastalıklar, kötülüktür. Ancak hastalıklar sebebiyle hayatını kazanan milyonlarca doktor için, hastalık bir ekmek kapısıdır. Deprem, bir felâkettir. Lâkin depremzedelere yardım etmek isteyen iyiliksever insanlar için bir iyilik fırsatıdır. Ya da bazen bir kötülük, insanı daha büyük bir kötülükten koruyabilir. Meselâ; bir ağrı sebebiyle doktora giden kişi, ameliyat olması gerektiğini öğrenip ameliyat olur ve böylece hastalığının ilerlemesinden kurtulmuş olur. Netice olarak, başlangıç itibariyle kötü olan bir şeyin sonu iyi olabilir.
Hz. Yusuf’u (as) düşünelim. Onun, hasetlik eden abilere sahip olması ve onlar tarafından kuyuya atılması bir kötülüktür. Ancak bu kötülük, onun Mısır’ın saraylarında büyümesine vesile olmuştur. Hz. Yusuf’un (as) sarayda büyümesi iyi bir şeydir; ancak sarayda kralın hanımı tarafından iftiraya maruz kalması ve hapsedilmesi kötü bir şeydir. Fakat hapiste tanıştığı arkadaşı dolayısıyla kralın güvenini kazanması ve kral tarafından maliye bakanı yapılması iyi bir şeydir. Sonuç itibariyle, “mutlak kötü” yoktur. Bazen bir kötülük, bir iyiliği; bir iyilik de bir kötülüğü doğurabilir. Hikmetli Kitap’ta şöyle buyurulur: “Bazen bir şeyi sevmezsiniz; ama aslında o sizin için iyidir. Bazen de bir şeyi seversiniz; fakat aslında o sizin için kötüdür. Allah, (her şeyin aslını) bilir; fakat siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/26).
2.
Teodise/kötülük problemini kendilerince bir argüman olarak kullanan ateistler, Tanrı’yı yalnızca “mutlak iyi ve kadir-i mutlak” gibi bazı sıfatlara sahip bir varlık olarak kurguluyorlar. Sonra da bu vasıflara sahip bir Tanrı ile kötülüğün mevcudiyetinin çeliştiğini söylüyorlar. Oysaki Tanrı’nın sıfatları bu ikisinden ibaret değildir. Meselâ biz Müslümanlara göre Allah’ın pek çok sıfatı vardır. Bunların bir kısmı celâl, bir kısmı cemâl sıfatlarıdır. Âlem de, bu sıfatların tecelli ve zuhurundan ibarettir. Âlemde kötülük olarak müşâhede edilen her şey, celâl sıfatlarının zuhura gelmesiyle olur. Dolayısıyla bu kötülüklerin varlığı, celâl sıfatlarına sahip bir Allah’ın varlığıyla çelişmez. Cenâb-ı Hakk’ın celâl sıfatlarına sahip olması da, “mutlak iyi” olmasıyla çelişmez.
Öte yandan, Cenâb-ı Hakk’ın “Hakîm” sıfatına da özel vurgu yapmak gerekir. Hikmetli Kitap’ta pek çok yerde zikri geçen el-Hakîm, “her işini hikmetle yapan, yaptığı işin ardında mutlaka hikmetli bir sebep olan varlık” demektir. Bunun anlamı şudur: İster cemâl, ister celâl tecellisi kabilinden olsun, âlemde meydana gelen her ne varsa, Hikmetli Yaratıcı’nın hikmetinin eseridir. Biz ise, kapasitesi sınırlı varlıklar olmamız hasebiyle, eşya ve hâdisâttaki hikmeti her zaman, hatta çoğu zaman anlayamayabiliriz. Bizim anlayamamamız, onların hikmete mebni olmadığını göstermez. Âlemde müşâhede ettiğimiz bütün kötülükler için aynı durum geçerlidir.
Şayet bir tabibin, bilgili ve hikmetli olduğuna inanıyorsanız, onun sizin hakkınızda vereceği kararlara ve yapacağı operasyonlara razı olursunuz. Zira bilirsiniz ki, bu tabip hem çok bilgili hem de bu bilgisini yerli yerinde kullanacak şekilde hikmetli (hekim) bir kimsedir. O halde sizin hakkınızda meselâ ameliyat kararı verecek olsa, onun size kötülük maksadıyla bunu yaptığını düşünmezsiniz. Bilakis “Beni ameliyat etmek istiyorsa, vardır bir bildiği.” dersiniz. İşte kâinatın hikmet sahibi Yaratıcısı da böyledir. Eğer bir fert ya da bir toplum üzerinde -tabiri caizse- bir ameliyat yapıyorsa, O’nun hikmetine inanan müminler olarak, “Mevlâ’nın hikmetinden sual olunmaz; vardır bir bildiği.” deriz.
3.
Kötülüğün olmadığı, sadece iyiliklerle dolu bir evren mümkün değildir. Zira evren yaratılmış bir şeydir. O sebeple kusursuz ve mutlak iyi olamaz. Çünkü “mutlak iyi” olmak yalnızca Allah’a mahsustur. Bu âlem, kötülükten tamamen arındırılmış olarak yaratılamazdı. O halde iki seçenek vardı: 1. Âlemde kötülükler zorunlu olarak var olacağı için Allah, âlemi yaratmayacaktı 2. Allah; iyiliğin daha çok, kötülüğün daha az olduğu bu âlemi, iyiliklerin hatırına yaratacaktı. Cenâb-ı Hak, ikincisini tercih etmiştir ki, bu bir iyiliktir ve hikmete uygun olandır. Zira bu âlemde kötülük, iyiliğin var olması için kaçınılmazdır. Az kötülük olmasın diye çok iyilikten vazgeçmek, hikmetli bir tercih değildir. Hatta şunu söyleyebiliriz ki, az kötülükten dolayı çok iyiliğin terkedilmesinin bizatihi kendisi kötülüktür. Meselâ, ateşin insana pek çok faydası vardır. Ancak zaman zaman zararları da vardır. Az zararı için çok faydasından vazgeçip onu hiç kullanmamak doğru/hikmetli bir tercih değildir.
(Devam edecek).
Merhaba, sitemizde paylaştığınız yorumlar, diğer kullanıcılar için değerli bir kaynak oluşturur. Lütfen diğer kullanıcılara ve farklı görüşlere saygı gösterin. Kaba, saldırgan, aşağılayıcı veya ayrımcı dil kullanmayın.
Teodise kötülük konusu bundan 10-15 yıl önce İslamcı entelektüel leri tarafından yazılmış tartışılmış bir konudur.mesaka y.safak yazarı Yasin aktay hocanın yazıları meşhurdur.ve prof Necip Taylan hocanın tanrı sorunu kitabı da bu konuyu yazmıştır.imam Gazali gibi âlimler bu konuya çok doyurucu cevablari var.ve imtihan boyutunu ve herşeyin ziddiyla kaim olduğu sunnetullaha dikkat çeker ve iyilerin kıymeti bilinmesi üzerine durur.mesala sakat doğan çocuklarla Allah cc kendini hatırlattığı hayatın ölümün herşeyin sahibi Allah cc olduğunu akla getiren konular olduğunu söyler. Yazar verdiği örneklerden Yusuf as in kıssasıni Kuran'da geçmeyen hatta sünnette geçmeyecek şekilde maliye bakanlığı konusunda sünnetle ne yazık ki çelişiyor.kurtubi tefsirinde ayette geçen kralla ilk buluşmasında,"onunla uzun uzun konuşunca (kelleme ifadesinin kalıbının anlamı böyle) ayetinin tefsirinde ibn Abbas ra öğrencisi olan mücahid ra rivayetleri ile kralın müslüman olduğu geçmektedir.ve takip eden ayetlerden de anlaşıldığı gibi artık kral değil hep Yusuf as ten bahsedilmektedir.kralin tası kralın tahtı anne babasının oturduğu taht vb ve dilediğince hükmetme yetkisi verdik anlamındaki nasslardan anlaşılan kralın bütün yetkilerini kullandığı ve bunun bir bakanlık olmadığı da anlaşılır
Ve tefsirlerde, Yusuf as kardeşini kralın daha yürürlükte olan kanunları ile alikoymadigi bilâkis Allah cc babası Yakup as gönderdiği şeriatla Allah'ın kanunlarıyla bunu yaptığı anlatılır.Krakin müslüman olduğu nassla sabit olunca ve anladığımız kadarıyla sonraki Habeşistan kralı neccasi nin durumu gibi bir durum olduğu görülmektedir.toplum teba müslüman değil.. Zaten Yusuf as kısa bir süre sonra babasını kardeşlerini kavmini de Mısır'a getirtip topluma tebliğe koyulduğu kitaplarda geçer.. Yusuf as kıssası olsun Kuran'da geçen bütün bilgiler hükümler bağlamından koparmadan yani bidat ehlinin yaptığı gibi ve saptiği yöntem değil Ehlisunne yani peygamber ve ashab yöntemi ile nasslar anlaşılmalı ve günümüzde bire bir aynı ise aynı hükümler..
Sade ve anlaşılır bir yazı , bu vesileyle Gazze'ye selam olsun
Günün en önemli haberlerini e-posta olarak almak için tıklayın. Buradan üye olun.
Üye olarak Albayrak Medya Grubu sitelerinden elektronik iletişime izin vermiş ve Kullanım Koşullarını ve Gizlilik Pollitikasını kabul etmiş olursunuz.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.