Acilen “Memleket İçin Diyalog ve Hoşgörü Platformu” kurulmalıdır!

04:002/08/2024, Cuma
G: 2/08/2024, Cuma
Mahmut Ay

Türkler olarak Anadolu’yu fethettiğimiz günlerden itibaren, her daim çok kültürlülük içinde yaşadık. Rumeli’yi fethedip Balkanlara açıldıktan sonra, çok kültürlü şehirlerde yaşama tecrübemiz daha da zenginleşti. Meselâ, İstanbul’un fethinden Balkan Savaşı esnasındaki göçe kadar İstanbul’da Müslümanların nüfusu hiçbir zaman gayrimüslimlerden fazla olmamış. O çağlarda Batı’daki şehirlerin tamamında tek bir kültür hâkimdi. Osmanlılar, gayrimüslimlerle bir arada yaşama konusunda hakikaten çok iyi bir


Türkler olarak Anadolu’yu fethettiğimiz günlerden itibaren, her daim çok kültürlülük içinde yaşadık. Rumeli’yi fethedip Balkanlara açıldıktan sonra, çok kültürlü şehirlerde yaşama tecrübemiz daha da zenginleşti. Meselâ, İstanbul’un fethinden Balkan Savaşı esnasındaki göçe kadar İstanbul’da Müslümanların nüfusu hiçbir zaman gayrimüslimlerden fazla olmamış. O çağlarda Batı’daki şehirlerin tamamında tek bir kültür hâkimdi. Osmanlılar, gayrimüslimlerle bir arada yaşama konusunda hakikaten çok iyi bir tecrübeye sahiptiler. Bu, aslında sadece Osmanlı’ya mahsus da değildi. Mesela Abbasîler dönemindeki Bağdat da böyleydi. Hemen her dinden ve hemen her ırktan insanlar, bizim ana şehirlerimizde rahatça kendi dinlerini ve kültürlerini yaşayabiliyorlardı. Müslümanların yaşadığı coğrafyada ulus devletlerin ortaya çıkması, Müslümanlardaki bu kültürü olumsuz etkiledi. Bu, İslâm’dan kaynaklanan bir şey değildi. Bizzat Batı’dan gelen ulusçuluğun ve ırkçılığın etkisiyle olmuştu. Bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde de durum pek farklı olmadı. Zamanla gayrimüslimlere ve azınlıklara yönelik nefret arttı ve 1955’te 6-7 Eylül olaylarıyla zirve yaptı.

Bir zamanlar gayrimüslimlerle bile asırlarca barış ve hoşgörü içinde yaşayan insanların torunları, bir anda; ecdatlarının asırlardır yaşayageldikleri dini inanç ve uygulamalara dahi düşman kesilip tahammülsüzlük etmeye başladılar. Yeni kurulan tek tipleştirici sistemde, dinini yaşamaya çalışan bu memleketin öz evlatlarına yasaklamalar getirildi ve zulümler yapıldı. Onlar; öz vatanlarında parya muamelesi görmenin acısını yaşadılar yıllarca. İnançlarıyla ve örfleriyle dalga geçildi, kılık kıyafetleri sebebiyle eğitim hakları ellerinden alındı vs. Nihayet bu konuda son yirmi yılda peyderpey nisbî bir iyileşme oldu. Ancak son birkaç yılda İslam dinini ve geleneksel Türk kültürünü yaşamaya çalışan dindar vatandaşlara yönelik hazımsızlık maalesef artmaya başladı.

Gün geçmiyor ki, kendi vatandaşlarımız tarafından İslâm’ın mukaddes değerlerine sövülüp sayıldığına, başörtülü ya da çarşaflı bir hanıma saldırıldığına, hakaret edildiğine dair bir haber olmasın. Haşema ile denize veya oturduğu sitenin havuzuna girmeye çalışan bu vatanın öz evladı olan hanımlara yönelik anlaşılması güç olan yasaklamalara dair son günlerde epey haber çıktı. Diyanet İşleri Başkanlığı, iki hafta evvel cuma hutbesinde, Kur’an’daki tesettür ile ilgili âyetleri vurguladı. Maalesef bazı kesimler; bunu laikliğe aykırı gördü, ortalığı birbirine kattı. Hâlbuki İslâm’ın mabetlerinde, Kur’an’daki bir buyruğu hatırlatmaktan daha tabiî ne olabilir? Din adamları, İslâm’ın emir ve yasaklarını hatırlatır; uyan uyar, uymayan uymaz. Bunun nesi, “herkese din ve inanç özgürlüğü sağlamak” anlamına geldiği söylenen laikliğe aykırı, anlamak mümkün değil. Asırlardır Müslüman-Türk kadının çeşitli formlarda kullandığı başörtüsü konusundaki hazımsızlık, yüzyıllar boyunca İslâm’ın bayraktarlığını yapmış bir milletin evlâtlarına hiç yakışmıyor!

Gönül şunu arzu ediyor: Memleketimizde isteyen istediğine inansın, dileyen dilediğini giysin, insanlar düşünce ve eylemlerinde özgür olsunlar, karşıt fikirlere sahip insanlar birbirleriyle medenice tartışsınlar. Yalnız toplumsal düzeni bozucu ve devletin varlığını tehdit edici düşünce ve eylemler varsa, elbette bunlar terör kapsamında ele alınsın ve gereği yapılsın.

Amerika’da diplomatik bir görev yaptığım dönemde, benimle farklı inanç ve ideolojilere sahip olan üst düzey diplomatlarla zaman zaman çeşitli entelektüel konularda sohbet ederdik. Birlikte çalıştığım üst düzey iki diplomattan aynen şu sözü duydum: “Ben, sizinle tanışana kadar dindarların yobaz olduğunu zannederdim; ancak sizin hoşgörü düzeyinizi bizim mahallenin insanlarının hoşgörü düzeyleriyle karşılaştırdığımda, bizimkilerin dindarlardan daha yobaz olduğunu söyleyebilirim.” Bunu nakletmekteki amacım şu: Birbirimizi iyi niyetle tanıdıkça ve anlamaya çalıştıkça, aramızdaki husumetlerin azalacağını göreceğiz. Bundan, memleketimiz kazançlı çıkacak; onun düşmanları zarar görecek.

Elbette ki, her dinin ve ideolojinin müntesipleri içinde fanatikler ve yobazlar olacaktır. Günümüzde revaçta olan sosyal medya fenomenliği de, hitap ettiği kitleden daha fazla destek görebilmek için fanatik bir dil kullanmayı gerektiriyor çoğunlukla. Ancak bu devleti ve bu vatanı seven akil insanların, meydanı tamamen fanatiklere bırakmayıp; muhalif görüşleri saygıyla karşılamayı kendi mahallelerindeki insanlara bilfiil göstermeleri gerekir. Ülkemizin etrafındaki siyasi gelişmelere bakıldığında, yaşadığımız coğrafyanın şartları, bizi buna mecbur kılmaktadır. Zira gittikçe büyüyen toplumsal kutuplaşma, millî birliğimize zarar verecektir.

O halde; bu memleketi seven, bu devletin dirliğini, bu milletin birliğini isteyen her aklıselim sahibi vatandaşımızın, memleketimizin birliği için el ele vermesi gerekir. Entelektüellerden beklenen ise, bu konuda öncülük yapmaktır. 28 Şubat sürecinde, Abdurrahman Dilipak ile Toktamış Ateş, haftalık bir televizyon programı yapmışlar ve farklı mahallelerden gelmiş olmalarına rağmen sağduyu, karşılıklı müsamaha ve sağlıklı bir diyalog ile pek çok sorunun çözülebileceğinin güzel bir örneğini sunmuşlardı.

Sıcak ya da soğuk harp niteliğindeki bir 3. Dünya savaşının eşiğinde olduğumuzun konuşulduğu bugünlerde; millî birlik ve beraberliğin temini için, farklı görüşlere sahip akil insanlardan oluşan bir “Memleket İçin Diyalog ve Hoşgörü Platformu”na şiddetle ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple; vatanımızın bölünmezliği ve devletimizin bekası için halkımızı doğru bir şekilde yönlendirecek farklı inanç ve ideolojilere sahip memleket sevdalısı entelektüellerden, işadamlarından, din adamlarından ve kanaat önderlerinden oluşan böyle bir platformun kurulması hususunda çağrıda bulunmak istiyorum. Zira sokağın gidişatı hiç iyi görünmüyor.

Not: Bu yazı, neşre hazırlandıktan sonra İsmail Heniyye’nin şehadet haberiyle sarsıldık. Şehadetin kutlu olsun yiğit adam! Davan, davamızdır!

#Toplum
#Din
#Mahmut Ay