Ramazan’da bireysel arınmamıza devam ederken toplumsal ve siyasal sorumluluklarımızı da ihmal etmeyelim ve siyasal bilincimizi de inşa edelim. Olur mu yahu demeyin. Batın ve zahir iki kardeştirler, unutmayın. Sırf mazlumun, mağdurun, mustaz’afın yanında durduğu için tarikatte on derece birden atlayan dervişler olduğunu bilin.
Anti-sömürgeci ve anti-siyonist bir aktör olarak Osmanlı’nın bölgedeki toplayıcı ve birleştirici imparatorluğunun gücünün önce zayıflatılması ve sonra tamamen tasfiye edilmesi ile oluşan otorite boşluğunu suni ve peyk ülkecikler ile doldurma düşüncesi başarılı oldu. Ardından bu işgalin daha da kuvvetlendirilmesi çalışmaları bölgenin yurtsever, vicdanlı, anti-sömürgeci halklarının muhtelif direniş hareketleri doğurmasını sağladı. Bunların bazıları sosyalist ideolojilerden beslenirlerken bazıları da İslami ilahiyattan esinlendiler. Sol ideoloji beslenmeli hareketler bölge halklarının dini inançlarına bağlı olarak gelişen ontolojilerini yani varlık felsefelerini ve epistemolojilerini yani maneviyatlarını ihata edemedikleri ve hatta inkâr ettikleri için bir halk hareketi haline dönüşemediler. Daha çok aydın fantezisi olarak kaldılar.
Lakin dini kökenli hareketler böyle olmadı. Normal şartlarda, yani varoluşlarına bir saldırı olmadığı sürece kendi dünyalarında ilimle irfanla uğraşan Müslüman alimler, gözleri önünde cereyan eden bu haksız tutumlar ve zülümler karşısında sessiz kalamazdılar ve hücrelerinden, odalarından, okullarından, dergahlarından çıkarak toplumsal hareketler tanzim etmeye başladılar.
İşte tam bu noktada bazı Körfez ülkelerinin İhvan korkusuna bağlı oluşan düşmanlık politikaları ile İsrail’in Hamas düşmanlığı örtüşmeye başladı. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” prensibi burada da çalışmaya başladı.
Bunu bir tehdit değil hatta desteklenmesi gereken bir vecibe olarak gören Katar gibi ülkeleri ise bu cephe ya rehabilite edilmesi (darbe) veyahut olmazsa ortadan kaldırılması gereken bir engel olarak görmeye başladılar.
Diğer taraftan 1979 İran İslam İnkilabı’ndan sonra bu ülkede göreve gelen bütün yöneticiler sürekli olarak her fırsatta İsrail’in gayr-ı meşru özelliğine vurgu yaptılar. Hatta Ahmedinejad bunu en son merhaleye kadar taşıyarak yok edilmesi gerekli habis bir virüs olarak tanımladı. Bugün İran’daki bütün eğitim müfredatında her yaştan gençlere “aklından hiç çıkarma!“ ikazıyla hep bu “asli düşman” şuuru aşılanır. Filistin davası yediden yetmişe herkese hatırlatılır. Bu kutsal davaya kim destek verecek olursa değil mezhebine bakmak dinine bile bakılmaz diye fetva verdiler. Bu doğrultuda Hamas hareketini, sünni olmasına rağmen desteklediler. Diğer taraftan Güney Lübnan’da yerleşik Hizbullah hareketini ise hem işgal gücüne karşı direnişi ve hem de mezhebi yakınlığı ile daha farklı sevdiler. Hasılı bu siyaset İran’ın inkilab’tan sonraki devlet felsefesinin bir parçası oldu.
Türkiye’ye gelince, anti-siyonist bilinç ve buna bağlı söylemler her ne kadar bazı sol ideoloji mensuplarında var idiyseler de tıpkı Arap dünyası için söylediklerimde olduğu gibi geniş halk kitlelerine bu sayede yayılmış değildiler. Bu şuurun yaygınlaşma imkanı ancak dini referanslı siyasal oluşumlarda kendini bulacaktı. Özal, Erbakan ve en son Erdoğan liderliklerinde bu şuur zirve yaptı. Hususen son 15 yıllık Erdoğan iktidarı “Güneydeki Ülke”yi bu manada fazlası ile rahatsız etti.
O zaman bu üç ülke yani İran, Katar ve Türkiye rehabilite edilmeliydi. Bu üçü içerisinde İran sadece politika veyahut şahıs bazlı bir değişiklikle yola getirilebilecek değildi. Zira orada bütün olarak İslami rejim bir problemdi. O zaman o ülkeye o düzeyde operasyonlar planlanmalıydı (İşgal). Katar’ı ise finansal açıdan zor durumda bırakarak yola getirmek ilk merhalede düşünülmeliydi (Ambargo). Türkiye’ye gelince, rejim değişikliğinden ziyade bir kişiden kurtulma, o da Recep Tayyip Erdoğan’dan kurtulma programı üzerinde durulmalıydı (Darbe).
Fakat bunları yapabilmek için Büyük Birader’in yani ABD’nin desteğine ihtiyaç vardı. Obama tam olarak istenileni vermedi. Bazı zaafları olan bir müteahhit “kaç para?” diyerek bu işe balıklama atladı.
Burada bir şer güçler birliği oluşmuş gibi. Doğrular ise basit konular yüzünden birbirleriyle uğraşıyorlar. Bu da şer güçleri daha da güçlendiriyor.
Uyanık olmak lazım. Büyük oyunu görmek lazım.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.