Modern dünya, artık ülkelerin tek başına kararlar alabildiği ve aldıkları o kararlar doğrultusunda başına buyruk yaşayabildiği o eski dünya olmaktan çıkmıştır. Globalleşen dünyada bir ülke artık bir diğerinden bağımsız hareket edemez hale gelmiştir. Bir ülkenin aldığı kararlar bir diğerini müspet veyahut menfi doğrudan etkilemektedir. Mutlak inziva yani izolasyon mümkün olmaktan çıkmıştır. Bu da milletlerarası ilişkileri sadece bir diplomatik nezaket ilişkisi olmaktan çok daha yukarıya taşımaktadır.
Modern dünya, artık ülkelerin tek başına kararlar alabildiği ve aldıkları o kararlar doğrultusunda başına buyruk yaşayabildiği o eski dünya olmaktan çıkmıştır. Globalleşen dünyada bir ülke artık bir diğerinden bağımsız hareket edemez hale gelmiştir. Bir ülkenin aldığı kararlar bir diğerini müspet veyahut menfi doğrudan etkilemektedir. Mutlak inziva yani izolasyon mümkün olmaktan çıkmıştır. Bu da milletlerarası ilişkileri sadece bir diplomatik nezaket ilişkisi olmaktan çok daha yukarıya taşımaktadır. Birleşmiş Milletler'in girişinde Sa’di’nin şu şiiri yazar: “İnsanoğlu Birbirinin Uzvu Gibidir”. Yani birisine bir şey olduğunda diğeri de bundan etkilenir. Kadim dünyanın hümanistçe söylenmiş bu sözü artık modern dünyada başka manalara gelmektedir. Yani birbirini etkilemek, etki altına almak gerekir ki uzuvlar hakim bir uzvun kontrolü altına girsin.
Yani artık jeopolitik ve stratejik önem, askeri ve ekonomik güç bir ülkenin uluslararası pazardaki değerini belirleyen en önemli kriterlerdir. Diğerleri en güçlü olanın menfaatleri doğrultusunda hizalanırlar. Hizaya gelmek istemeyenler ise bu hizaya getirilirler. Bunun sadece derecesinde farklılıklar vardır. En güçlü ülkeler nispeten daha zayıf olan ülkeleri kendilerine bağımlı bir politik ve ekonomik yapıda olmalarını sağlamak için değişik stratejiler uygularlar. Bunun en hafifi tıpkı eski dünyanın “İmparatorluklar”ında olduğu gibi kendine yakın yandaş topluluklar oluşturmaktır. Büyük Britanya’nın şimdilerde Commonwealth adı altında eski yandaşlarını bir arada tutması bunun en masum örneklerinden birisidir. Bir benzerini Rusya yapmaktadır. Eski Sovyetler Birliği çatısı altındaki ülkelerle benzer samimi ilişkiyi sürdürmektedir. Bunun yanı sıra ortodoks ülkeler birliği çalışmaları ise tam istenilen karşılığı verememiştir. Bunun sebebi her birisinin ayrı baş çekme istemesinden kaynaklanmaktadır. Çok daha küçük çaplı bir örnek de Fransa’nın Afrika’daki eski sömürgesi ülkelerle sürdürdüğü Frankafonluk çatısı altındaki beraberliktir. Yine zayıf ölçekli ve de duygusal bir birlik olarak Arap Birliği çatısını da buna ilave edebilirim. Moritanya’dan Katar’a kadar çok değişik sosyoekonomik ve kültürel farklılıklara sahip Arap dünyası sadece dil birliğinden ibaret bir birliktir. Maalesef İslam Ülkeleri üst çatısı diye bir birlik yoktur. Uzun tahlil gerektiren bazı sebeplerden dolayı bu olamamaktadır. İslam İşbirliği Teşkilatı istenilen birliği sağlamaktan çok uzaktır. Bu arada son zamanlarda çok dikkatli ve aklı başında yürütülen stratejilerle Şia mezhebi mensupları arasında büyük bir dayanışma gözlemlenmektedir. İleride bir fiziki çatıya kavuşurlar mı bilmem ama şu an için duygusal ilişkileri en üst düzeyde. Bu bağlamda süper güç Amerika’nın oluşturmaya çalıştığı ittifaklar duygusal ve ideolojik olmaktan çok uzaktır. Belki sadece İsrail ile bu manada yakınlığı bulunabilir. Diğerleri ile sadece köle–efendi diyaloğu üzerinden ve tamamıyla kendi menfaatlerini önceleyen bir dış politikaları bulunmaktadır. Kibir ve bencillik onunla ittifak halindeki diğer ülkeleri rencide etmektedir. Yukarıda saydığım diğer ittifaklarda ana rolü oynayan hiçbir ülke diğerlerini bu kadar ezmektedir. Bu da onunla ittifak halindeki ülkeleri gönüllü olmaktan çok zorunlu müttefik olmaya zorlamaktadır. Avrupa ülkelerinin diğer ülkelere bakışı da tam olarak bu kadar olmasa da Amerika’nınkine benzemektedir. Bu da sonuçta hiçbir zaman muhabbet ortamını doğuramamaktadır. Zira varsa yoksa herşey onların çıkarları içindir.
Bu hafta Roma’da Nato Üyesi Ülkeler Parlementolar Birliği’nin Ortadoğu politikaları üzerine olan uluslararası bir toplantısına katıldım. Var olan bilgim orada bir kere daha perçinlendi. Konuşmacıların tamamına yakını özel bir perspektife sahipti. Hepsi de askeri açıdan Nato ülkeleri yani sırf kendileri nasıl güvenlikte olabilirlerdi onu esas aldılar. Mesela Türkiye bu konuda sanki üye ülke değilmiş gibi orada olan terör saldırıları hiç verilen örneklerde yer almadı. Amerikalı bir uzman ise en büyük tehlikenin İran olduğunu ısrarla vurguladı. Suudi Arabistan’la beraber yürüttükleri projeleri anlattı. Türkiye Parlamentosu’ndan gelen milletvekili Lütfi Baydar Bey’in, 'Daiş elemanları otobüslerle nereye götürülüyor?' sorusuna hiç cevap vermedi. Konuyu hep başka tarafa çektiler. Toplantıda siyasi uzmandan çok askeri ve istihbari personelin yoğunluğu gözden kaçmadı. Bu sebepten kalkıp söz hakkı istemekten dahi vazgeçtim. Sadece gözlemledim. Hele hele Hollanda delegesi bayanın, ‘İslam’ın tamamı, Kur’an’ın tamamı problemdir. Bosna ve Arnavutluk dahi bizim içimizde yer almamalıdır’ sözlerini ‘Ya Sabır’ tespihi çekerek dinlemek zorunda kalmam beni evliya yaptı.
Türkiye dış politikası iki kıskacın arasında bir türlü büyüyemiyor. Birincisi ister Osmanlı deyin ister Hilafet deyin bu duygusal mirası kullanmayı reddeden bir ideolojinin yönlendirmesiyle kaybedilen ağabeylik rolü. Batı eksenli dış politikada ise siz ne yaparsanız yapınız sizi bir türlü kendilerinden saymayanlar arasında mahcup ve önemsiz konum. Sadece ve gerektiğinde, 'Bakın bizim de içimizde bir Müslüman ülke var' demek için kullanılan bir ülke. Diğer taraftan dindar duygusallığı ile hareket edildiğinde görülemeyen bazı gerçekler. Emperyal felsefe ile dış politikalarını sürdüren ülkelerde dış politika uzmanlarından oluşan en az 200 kişilik bir mutfak var. Müesses devletlerde mutfak çok önemlidir. Müessese olamayanlarda ise 1-2 kişi sadece karar verir. Danışmanlar da ya saha ile hiç alakası olmayan birkaç gazetecidir veyahut o ülkelerin imtihansız girilen üniversitelerinde zar zor okuyarak bir nebze dil öğrenmiş ama sosyo-politik yapma becerileri olmayan çevirmenlerdir. Türkiye’nin dış politikasındaki kararsızlıklar ve çift başlılıklar bu iki eksenin zaman zaman çatışmasından kaynaklanmaktadır. İmparatorluk mirasına yakışan bir dış politika mutfağı ve vizyonu acilen elzemdir.