Yaz ayları, kuzey yarım kürenin akademik câmiâsının hem hocalarının ve hem de öğrencilerinin bir tür dinlenme ve gezme fırsatı yakaladığı aylardır. Derslere yaz tatili dolayısı ile ara verildiği için bir nebze de olsa masadan kalkma, kitaptan ve evraktan kafayı kaldırma, odadan çıkma, tabiatı ve gündelik hayatı müşahede etme, sahaya inme v.b. gibi imkanları sunar onlara. Hakikatte bunlar da yine “ilmi” birer faaliyet olmaktadır. Hz. Peygamberimiz’in ilim insanın uykusunu bile ibadet mertebesinde saymasını aynı bağlamda değerlendirebiliriz.
Yurtdışında pek çok üniversite yaz tatili günlerinde öğrencilerine hem dinlenme ve hem de ilgilendikleri sahayı yakından tanımak için oralara seyahat etme imkanı sunarlar. Ülkemizde ise ancak bazı dernekler bu tür faaliyetler organize ederler. Felsefecilerin Assos’ta, edebiyatçıların Ayvalık’ta, astrologların Bodrum’da, alternatif tıpçıların Antalya’da v.s. bir araya gelişleri böylesi çabalardır. Bazı üniversiteler ise daha çok yabancı öğrenciler için Türkçe dil eksenli yaz okulları açarlar.
Geçtiğimiz iki hafta boyunca da İstanbul’da Üsküdar Üniversitesi’ne bağlı Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü’nce Yaz Okulu (Summer School) düzenlendi. Gerek yurtiçinden ve gerekse yurtdışından 150’ye yakın öğrencinin kaydolduğu bu programın derslerini aralarında bendenizin de bulunduğu bazı yerli ve yabancı hocalar yürüttü. Mesela William Chittick vardı, Sachihiko Murata vardı, James Morris vardı v.s. (Bazı gazeteler kendileri ile röportajlar da yaptılar, okumanızı tavsiye ederim). Kayıtlı öğrencilere verilen özel derslerin yanısıra iki kere de herkese açık yarı-ilmi sohbet programı yapıldı. İşte onlardan birinde irticali olarak yaptığım konuşmada paylaştığım şeyleri şu sıcak yaz günlerinde size de sunmak isterim. Belki de bir nebze ferahlamamızı sağlar.
Dedim ki; Dostlar sizlere iki misal vermek istiyorum.
Gençliğimde bazı üstadlardan geleneksel ilimler tahsil ederken aynı zamanda geleneksel sporlarla da ilgilenmiştim. Bu minvalde Karate’nin Nanbu-do sitilinde siyah kuşağa kadar yükseldim. Federasyon’un olmadığı yıllar olduğu için Japonya’daki merkez için imtihanları hocaların hocası Namık Ekin hoca yapardı ve diplomalar Japonya’dan gelirdi (Bizimkisi nedense 35 senedir hala gelmedi?).
Malum olduğu üzere Japonya’nın Okinawa adasında Zen Budizm’e bağlı rahipler yaşardı. Bunların bir doktrinleri ve buna göre inisyatik eğitimleri vardı. Bu eğitimleri içerisinde, en büyük düşman olan nefs ile mücadeleyi teatral olarak şekillendirdikleri fiziksel hareketler bütününe “katalar” denirdi. Bu hareketler herhangi bir silah kullanmaksızın boş elle yapıldıkları için; kara: “el”, te: “boş” manalarından oluşan Karate denilen bir nefsi tanıma ritüeli meydana geldi.
Yıllar sonra yolu o adaya düşen batılı adam bunu aldı, batıya getirdi ve salt spor haline dönüştürdü. Böylece kutsallığı kayboldu, bir müsabaka, bir kavga sporuna dönüştürüldü ve ardından Holywood filmlerine malzeme yapıldı
İkinci misalimi mevlevîhâneden vermek istiyorum. Derviş denilen bir gurup hakikat arayıcısı Hakk’ı tevhîd etmek için tevhîdhâne denilen bir mekanda toplandılar. Aynı zamanda O mükemmel işiticinin (Ve hüves-Semi’) mukabil kelamını işitmek için de bir araya gelmiş olduklarından buraya “işitmehâne” yani “semâhâne” de denilirdi. O işitmenin gerçekleşmesi için ise belirli hareketler yaparlardı. Tıpkı namazın da bir bakıma hareketlerden meydana gelmesi gibi. Benzetmelerimi lütfen yanlış anlamayınız, aslında belirli hareketler ruh çağırma seanslarında kullanılır. Mesela namaz hareketleri de bir ruh çağırma seansıdır. Namaz hareketleri ile namazın ruhu oraya çağırılır. Olmazsa o zaman “Feveylün lil-musallîn” olur.
Bu dervişler de kapalı bir mekanda, mekanın kapısı hâricilere kapatılarak, tek bir çerağ uyanık bırakılarak zikrederler. En evrensel hareketlerden birisi olan dönme hareketini yaparak kozmik dönüşe katılırlar. Gözlerini kapamadan “Allah” diyerek dönerler.
Maksadım şu: Mevlevi dervişleriyle beraber o cümbüşe, o işitme seansına ya bizzat iştirak edersiniz veyahut etmezsiniz. Kısacası ya semâ edersiniz, ya etmezsiniz. Yani semâın izleyicisi olmaz. Bir gösteri sanatı değildir ki izleyicisi olsun. “Bak şu soldaki çocuk ne güzel dönüyor, sağdakinin tennuresi ne güzel açılıyor” gibisinden yorumlarla sanki at yarışı izlerkenki sen şu ata oyna ben bu ata gibisinden bir şey olamaz. Kutsallığından soyulan her hareket maddeleşir ve ardından ölür. “Rûha gıda, câna şifâ” olamaz artık.
Zaman içerisinde hususen Galata Mevlevihanesi’ne yakın bazı yabancı misyonların bu ritüeli izleme ısrarları üzerine önce “Züvvâr maksûresi” denilen bir küçük bir ziyaretçi köşesi ihdas edilerek bugünlere gelinmiştir. Bugün bu köşe oldukça kalabalıklaşmış, spor salonu haline gelmiş ve sırf gayr-ı Müslimler için olmaktan çıkmıştır artık. Namazlarında “Hamdedeni Allah İşitir” (Semiallahu limen hamide) diyen Müslümanlar da Sema’ın izleyicisi olmuşlardır artık. Ama “İşitenler” ancak semâ edenlerdir.
Bu gidişle namaz kılanların da sadece izleyicisi olacaklar. Sultanahmet Camisi’nin ziyaretçi mekanı her geçen yıl büyüyor. Eskiden sadece turistler izlerdi şimdi şehir dışından gelen Müslümanlar da izlemeyi tercih ediyor. Unutmayalım ki futbolda adamı önce yedek kulübesine gönderirler sonra da tribüne (Orada da rahat durmayanı stattan atarlar).
Hasılı gerek Okinawa adasından çıkartılarak kutsallığından soyulan bir ritüelin sporlaştırılması ve gerekse mevlevihaneden çıkartılarak kutsallığından soyulan sema’ın dans gösterisi haline getirilmesi kutsal-karşıtı modernitenin bidatleridir.
Buradan tasavvuf araştırmacılarına da bir pay çıkarmak istiyorum. Kendi payıma konuşuyorum, tasavvuf akademisyenleri, karate müsabakasını veyahut semâ gösterisini tribünden izleyen kimselerdir. Bizzat karate veyahut sema yapmıyoruz, arkadaşlar. Biz adeta müsabakaları yorumlayan maç anlatıcısı kimseleriz. İbn Arabi mi daha güzel dönüyor, yoksa Mevlana mı gibisinden size haberler geçen tv yorumcularıyız adeta.
Gerçek sûfi, sûfiyim dahi demez. Kendini gizler, zira yolu sır yoludur. Allah bilinmekliği diledi ve o kişiye onu açtı. O muayyen kişiye açtı bunu, yani mahrem bir ilişkidir bu.
Dolayısıyla akademide tasavvuf çalışmak hem çok zordur ve hem de paradoksaldır. Belki de ilmi sahaların içerisinde bu bakımdan en zor konulardan birisidir. Çünkü, aslı sır olan bir şeyi siz nasıl açıklayabilirsiniz ki?.
Çekirdekten istihbaratçı olmayan birisi MİT hakkında kitap yazar mı? Yazarsa o kitapta anlatılan MİT midir? Kıyası sen yap.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.