Hem Âkif’ti ve hem Emre

04:0028/05/2017, Pazar
G: 17/09/2019, Salı
Mahmud Erol Kılıç

Geleneğimizde tâziye üç gün sürer. Kadim dost Âkif Emre'nin âlem-i cemâle yürüyüşünün üzerinden bugün tam beş gün geçti. Bu sebepten ben bir tâziye yazısı yazmayacağım. Bir güzelleme, bir yâd-ı merdân diyebilirsiniz yazdıklarıma. Bir vazifeden dolayı yurtdışında olmamdan dolayı cenazesine iştirak edemedim. “Yanımdadır ama aslında uzaktadır. Uzaktadır ama aslında yanımdadır" deyişince dualarımla orada olmaya çalıştım. Hakkımızı helal ettik uzaklardan. İnşaallah o da bizlere helal etmiştir.



Âkif gibiydi. Doğru, dürüst bir adamdı. Her ikisi de Müslümanların ahvali ile dertlenen dava adamı idiler. Şimdi beraber yatıyorlar.



Söyleyeceğim söz bana nasıl bir menfaat sağlar kaygısında olan yeni yetme yazarlardan değildi. Onun için yalnızdı. Yalnız bırakıldı. Zira birilerine yaranma derdi olmadı hiç. Şunu iyi biliyordu ki o yaranacağı kimseler bugün vardılar belki ama yarın yoktular. Ontolojik olarak buna âmenna dediği gibi politik olarak da buna inanıyordu. Mal da yalan mülk de yalan var biraz da sen oyalan geleneğinden geliyordu. O zaman Bâki olanın veçhine hayran olmak varken Fenâ bahçesinin papağını niye olsundu ki.. Ama sokaktan, sahadan gelen birisi olarak ne onun Bosna bilgisine, ne Ortadoğu bilgisine hiçbir zaman müracaat edilmedi. Kendisinden istifade edilmedi. Çoluk çocuğun eline kaldı ciddi işler..



Emre gibiydi, Yunus Emre gibi.. Dergaha hep düz odun toplamaya çalışırdı. Hatta bunu adeta bir takıntı haline getirdiğinden düz odun kalmamasına çok üzülürdü. Bacanağı Yusuf Kaplan onun için Mehmed Zahid Efendi bahçesinde yetişen güldü dedi. Karşı mahalleden Soner Yalçın onun için bir sufi idi dedi. Biz de şahidiz onun böyle olduğuna. Bugün nesli tükenen Sufi-İslamcı'lardan idi. Selefileşmemiş, Şiileşmemiş..



Gerçek mürşid nedir tanıdığı için hasbelkader gündelik siyasate atılmış ama herkesi kendisine mürid olmaya zorlayan kimilerine eyvallah etmedi. Her zaman yaptığı gibi sessizce ceketini aldı çıktı oradan.



Son yıllarda sık görüştüğümüzü söyleyemesem de dostluğumuz eskiye dayalı. 70'lerin sonu 80'lerin başı. Fatih'teki ortak muhitler. Sarıgüzel'de kaldığı öğrenci evinde sabaha kadar “Ne olacak bu memleketin hali" muhabbetleri.. Sonra yollarımız Londra'da kesişti. Aynı zamanlarda orada idik. O kendi öncelediği sahalarda araştırmalar yapmak üzere ben kendi öncelediğim sahalarda. Bazen ikinci el kitap satan kitapçılarda karşılaşırdık. Bazen rahmetli Şakir Kocabaş ağabeyin kendi pişirdiği tavuktan yemeğe evine giderdik. Bazen aziz dost Mevlüt Ceylan'ın evine muhabbete..



Sonra İnsan Yayınları'nda halef selef editör olduk. Ben o görevden ayrılıp üniversiteye katılınca o benim yerime editör oldu.



Vahdet'e inanırdı. Tefrikaya, mezhepçliğe, tekfirciliğe karşıydı. Süper güçlerin Türkiye'yi İran'la savaşa sokmak için ön hazırlıklar yapmakta olduğunu görürdü. Bu sayede hem iki güçlü Müslüman ülke perişan olacak ve hem de Sünni-Şii mezhep savaşları bütün İslam alemine yayılacaktı. Hafazanallah Fetö darbesi başarılı olsaydı ilk uluslararası operasyon bu olacaktı. O başarılı olamayınca bu proje bazı İslamcılara kaldı. Mezhepçi bakış büyük fotoğrafı görmeye mani idi. Türkiye ve İran sorunlarını araya kimseyi almadan masaya oturarak çözmeliydiler. Amerika'nın ve de Körfez'in aynı ülke ile problemleri varsa buyursunlar kendi başlarının çaresine baksınlar. Biz bu ülkeyi Lawrence'ten bahşiş olarak almadık.. Tabii böyle düşündüğümüz için Âkif'in, Salih'in ve benim resmimi yanyana basıp bu vahdetçileri okumayın diye boykot çağrısı yaptılar kimileri. Orada da beraberdik Akif'le..



Âkif ketum diyebileceğimiz bir arkadaştı. Fazla konuşmayı sevmediği gibi her şeyi de yazmazdı. Yanlış yapan, yozlaşan, şımaran, yalaka ve ne oldum delisi olan öyle insan vardı ki tanıdıklarından yazacak olsa bugün bundan payını almayacak kimse kalmazdı. Kendisine yönelik o boykot çağrıları yapanların dahi arkasında kimler olduğunu iyi bilirdi. Ama öyle yapmadı, incinse de incitmedi. Vahdet duygusunu hep muhafaza etti. Tekfir edeni tekfir etmedi. Duygusal, hassas, kırılgan bir yapısı vardı oysa ki. İçine attı her şeyi.



Onunla anılarımdan bir tanesini sizinle paylaşmak istiyorum. Zira daha evvel ne o ve ne de ben paylaşmadık. 85'ti. Daha Yugoslavya parçalanmamıştı. Kosova ve Üsküp'deki arkadaşları ziyaret etmek üzere Akif'le Aksaray'dan kalkan bir otobüse bindik. O yıllarda oralardaki Müslümanların üzerinde büyük baskılar vardı. Her şeyi ülkeye sokamıyorlardı. Bu yüzden biz de çantalarımıza bazı kitaplar, tesbihler v.s doldurmuştuk. Otobüs firmasının sahibi tanıdığım birisi idi. Şöförüne bizim bavulları kendi tabirleri ile zulaya atmasını söyledi. Şöför denileni yaparken bize “Ancak çok detaylı arama yaparsalar bunların size ait olduğunu da söylerim ha" dedi. Yolculuk başladı. Sohbet ede ede gidiyoruz. Bulgar'ı da geçtik Niş kapısına yaklaşırken otobüsteki Arnavut yolcular bizim Türk pasaportlu olduğumuzu görünce bize gelerek yardım istediler. Şöyle ki bazıları İstanbul'a bavul ticareti yapmaya geliyor, yani bazı şeyleri Türkiye'den alıyor ötede satıyorlardı. Fakat yolcu beraberinde getirebilecekleri şeyler kısıtlı idi. Biz onlara göre yabancı pasaportlu olduğumuz için bazı ilave haklara sahiptik. Sevaptır dedik getirin ne varsa dedik. O ana dair bir fotoğrafımızın olmadığına bugün çok yanıyorum. Âkif ve ben üzerimizde iki kat giyilmiş deri mont, altımızda yine iki kat üstüste giyilmiş kot pantolon, ellerimizde ikişer karton sigara ile bayağı asi genç görüntüsünde idik. Bir tek Harley-Davidson motor yoktu altımızda. Birbirimize bakıp gülüyorduk. Fakat ilginç bir şey oldu. Kapıda daha ilk kontrolde bir Sırp polisi otobüse bindi, içeriye baktı ve sadece biz ikimizi işaret ederek “inin" dedi. Biz eyvah dedik herhalde kontrol yapacaklar. Hayır öyle olmadı. Polis şoföre dönerek bunların bavullarını ver gerisin geri gitsinler dedi. Biz ve şöför neden niçin demeye kalmadı adam daha da sertleşti ve Hayde dedi. Bunun üzerine Şoför bavullarımızı getirir getirmez hareket etmek zorunda kaldı. Biz herhalde bavulları arayacaklar ve bunlar ne deyip bize eziyet edecekler diye düşünürken adam sadece pasaportlarımızı elimize verip bize geriyi, Bulgar gümrüğünü göstererek Hayde gidin diyerek sınırdan geri çevirdi. Hiçbir gerekçe gösterilmeden.. Hani tipini beğenmedim senin kabilinden.. Orada kalakaldık.. Bulgar'a geri dönüşümüz, soğuk bir odada sabahlamamız, Türkiye'ye geri dönüşümüz v.s. hepsinde anlatılacak o kadar şey var ki hem sizleri daha fazla rahatsız etmeyelim hem de ayrılan yer doldu, burada keselim.



Aklın arkada kalmasın, Yeryüzü hep problemli Âkif, seyahatleri de hep meşakkatli. Cemâl-i yâr hep güzeldir Âkif, seyr ilallah hem zevkli.



Her mahalleden insan bu güzel adam için hep güzel şeyler yazdılar, söylediler. Onun güzel ahlakına şâhidlik ettiler. Tıpkı adaşının dediği gibi “Bu şehâdetler ki dinin temeli" ise keyfine bak Âkif şimdi Yâr'in ile başbaşasın!…


#Gelenek
#Taziye
#Akif Emre