Bir kardeşimiz İmam hatip okuduktan sonra İngilizce mütercim tercümanlık bölümünü kazandı bu yıl. İkinci dil olarak da Arapçayı seçecekmiş. Ne kadar isabetli olur dedim. Maneviyatla beslenen kültür dilimizin başka dillerdeki karşılığında yaşamak, sadece spontane çeviri yapmaktan ibaret değil ne de olsa.
İster devletin bir kurumuna girsin, ister özel sektörde geniş bir skalada iş imkanı bulsun, ister dil öğretmenliği yapsın; başka dillerde yaşamak öncelikle anadilini iyi konuşmaktan geçiyor. Çünkü taliplere dilimizi öğretirken iç sesimizi (gönül dilimizi) işittirmek, aktarılanın dilden öte köklü bir kültür olduğu gerçeğine yaklaştırır bizi.
Lakin annesinden duyduğum yakıcı gerçek beni maalesef şaşırtmadı: “Bu çocuklar şimdi soru cevap yazılı sınavlarda imla hatası olmadan İngilizce ifade ediyorlar meramlarını. Fakat aynı şeyi Türkçe yazdıklarında onlarca imla hatası çıkıyor.”
Ah dedim, bilmez miyim! Üniversite hocaları bile profesör olsun ister olmasın, o kadar imla hatası ve ifade bozuklukları dolu metinler yazıyorlar ki, okuduğumu anlamakta zorlanıyorum. Aynı şekilde şu da bir o kadar gerçek: Türkçeyi -belki de öğrendiği dördüncü dil olarak- öylesine benimsemiş bir Rus tanıdığım var ki pek çoğumuzdan daha mükemmel bir Türkçeyle yazıyor.
Hadi geçtim imla hatalarını (başta de, da ve ki ekini yanlış kullandığının dahi farkında olmayan her düzeyde kişinin kesintisiz hatalı cümlelerini) anadilimizde kendimizi ifade etme güçlüğü nereden kaynaklanıyor böylesine katmanlı, zengin bir dilimiz olmasına rağmen?
***
Bunun ilk nedeni elbette slogan düzeyinde sığ ve vasat bir zihinsel arka planla yetinmemiz. Düşünce akışı, kendimizi odaklama becerisi, tefekkür pratiği, kendimizi bilme konusundaki tatbiki tecrübe (mürşid ile seyr ü süluk çıkarma) gibi kadim yaşantı kültürümüzü bugüne getirememekten kaynaklanan zevk ve birikim eksikliğimiz Türkçe ifadedeki zayıflığımızın başlıca nedenleri.
Geleneğimizin dilini okuyamadığımız için de tabii bugün güncel olanı evrensel olarak kodluyor dil hafızamız. Kendini kısıtlı terimlerin dünyasına hapsettiğini göremiyor. Kullandığımız dilin anlamlarını genişletip derinlik kazandırmadığımız sürece de ifade yeteneğimiz son derece sınırlı kalıyor.
Gençlerin roman veya hikâye diye yazdığı metinlere bakıp edebiyatla herhangi bir ilişki kurmak giderek zorlaşıyor mesela. Sadece gençlerin değil bizlerin de. 30 küsur yıldır gazete dergi ve kitaplar vesilesiyle kesintisiz olarak okurla buluşan benim gibilerinin gözlemleri az çok benziyordur:
Okurların 30 yıl içerisinde okuduklarını giderek daha az anladıklarını görüyorum. Yorum yapmaktan veya kendi diyeceğini söyleyip metne müdahale etmekten, kopuk kopuk okumaktan metnin içine giremiyorlar. Derinleşemiyorlar. Algı seviyeleri çok düşük.
Her fırsatta belirttiğim gibi: Bir toplumun dili hangi seviyedeyse gönül medeniyeti o kadardır. Maneviyatı tevhid gerçeğiyle anlamını bulmayan bir medeniyetin insanın evrensel değerlerini ihya edemeyeceğinden bahsediyorum. Yaşayan, canlı bir kültürün dilini kendini bilme (arifane mertebe) seviyesine çıkarmanın bugünün ruhunu nasıl dirilteceğinden dem vuruyorum.
İşte bu devrede Yunus Emre’nin temsil ettiği mana dilimize geliyoruz her seferinde.
***
Anadolu aşk ve irfan geleneğimizde Yunus ve onun takipçisi iki bin küsur arifin nutk-ı şeriflerini bugün okuyup şerh ederken her seferinde farklı anlamlar vererek manayı kanatlandıran Yunus’u yutmuş Yunus’lara ihtiyacımız var. Zira bu hak dostları vahiy dilini bu toprakların kesintisiz zikri olan gönül dilimize yansıtarak belli bir zevk ve edep içinde kadim yaşantımıza can vermişlerdir.
Sokakta evde bağ bahçede konuştuğumuz dili hakikat dili haline getirmiş Yunus’u bu anlamda “Türkçe’nin Cebrail’i” olarak niteleyen Yunus ehlinden Mustafa Tatcı hocamla birlikte devletin yurtdışında açtığı ve Yunus Emre adını uygun buldukları enstitülerden birinde Yunus konuşmaya gitmiştik.
Pek çok defa olduğu gibi yine aynı sözü duyduğumda serzenişte bulunmuştum. Ortak söylem şu idi çünkü: “Evet biz yurtdışında yabancılar için Türkçe öğreten bir kurumuz. Yunus Emre ile bir bağlantımız yok!” İşte mayamızdaki Yunusça ile bu kopmayan bağın farkına varana kadar imla hatasız Türkçe öğretmekten ibaret bir kurum olarak kalırsınız diye geçirmiştim içimden.
Dil ki gönüldür. Maneviyatı, insan ve eşya algısı, enfüsten afaka delillerini mimariden musikiye sanatın farklı ifade biçimlerine tahvil eder. Ve dahi edebiyata ki üsluptur, dil edebidir ve her tür sanata yansımasıyla medeniyetin mihenk taşı olur anadilimiz.
Yoksa dünyanın farklı yerlerinde evrensel insanlık değerlere maneviyatsız, yaşamayan, hakkıyla konuşulmayan, ifadeleri bozuk, imla hatalı vasat bir dil öğreterek nasıl bir katkıda bulunmuş olabiliriz ki?
Anadilimizi kanatlandırıp manayı miraç ettiren Hak erenlerin nutk-ı şeriflerinden bugünün dilini kendimize has sesimizle diriltemezsek, Türkçe öğretirken kalpten kalbe geçmiş olur muyuz Yunus Emre enstitüsü bina ettiğimiz ülkelerde?
Şimdi müthiş atılımlar içinde bu kurum. Pek çok ülkede farklı vesilelerle tanışıp konuştuğum Yunus Emre’ci kardeşlerin canla başla çalıştığını görüyorum. İnşallah anadilimizi öğretme vesilesiyle gönül dilimizin efendilerinin her devirde canlı sözlerine bugünün sesiyle yeni manalar verecek bir sistemle dünyanın pek çok yerinde Yunus’ların yetişmesine vesile olurlar. Yunus’un tabiriyle Tapduk manasını saçmaya devam ederler.
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.