Yeni bir gönül eğitimi

04:0017/04/2018, الثلاثاء
G: 17/04/2018, الثلاثاء
Leyla İpekçi

Asıl savaş aslımıza dönme yolculuğunda nefsimize karşı kazandığımız zaferdir şüphesiz. Benliğimizi terbiye etmek. Kini kibri hasedi riyayı hırsı şehveti gazabı yani nefsimizin zaaflarını terbiye etme savaşı en uzun soluklu savaş.Düşman orduları dize getirilirken kişinin benlik ordularının dize getirilmesi için kişiye özel silahlar imal etmek gerekiyor. Bu sebeple aklı ve bütün azaları gönül kılmış, gönlün imamlığında bir eğitim gerekiyor. Yani gönül eğitimi elzem.Gelgelelim bıkıp usanmadan bu dıştan

Asıl savaş aslımıza dönme yolculuğunda nefsimize karşı kazandığımız zaferdir şüphesiz. Benliğimizi terbiye etmek. Kini kibri hasedi riyayı hırsı şehveti gazabı yani nefsimizin zaaflarını terbiye etme savaşı en uzun soluklu savaş.


Düşman orduları dize getirilirken kişinin benlik ordularının dize getirilmesi için kişiye özel silahlar imal etmek gerekiyor. Bu sebeple aklı ve bütün azaları gönül kılmış, gönlün imamlığında bir eğitim gerekiyor. Yani gönül eğitimi elzem.

Gelgelelim bıkıp usanmadan bu dıştan içe derinleşme gerektiren mücadeleden hemen her yazımızda dem vursak da, savaşın maneviyatı üzerinden bu ilişkiyi kurmak ortalama okur için kolay olmuyor.

O halde en derinden değil, orta seviyeden devam edelim diyor, yine bıkıp usanmadan asıl savaşın tavırda ve yaşantıda verilmesi gerektiğini en somut olaylarla gündeme getiriyoruz. Eğitim, zihniyet, kültür sanat alanlarında vs.

Sığ, katmansız, ezberci, köşeyi dönme odaklı, zihinleri hadım eden, gönülleri sulayamayan şipşak bir eğitimden geçmeye mahkum kalan gençleri sonra da şiddete odaklandıkları için, kitap okumak yerine akıllı tabletlerle sanal alemlerde oyalandıkları için, obez oldukları için filan günah keçisi ilan ediyoruz. Hep söylerim. Bizim nefsimizin ve bu kadavra düzenimizin aynasıdır onlar.

Bu memleket için canını feda edenlerin kanı on yıllardır pıhtılaşmamışken, gece gündüz hafta sonu dinlemeden gelecek nesillere köklü örnekler sunmak için canını dişine takmış çalışan sıradan vatandaş ve emekçilerin teri kurumamışken: Birileri kendi cebini doldurup gençleri ateşe atma konusunda ne kadar da gamsız! Ne büyük vebaldir bu!

Ortadoğu kan gölüne döndürülürken, içimizde bir can gülü açsın diye uğraşanlar çok şükür ki hala var. Onların yüzü suyu hürmetine, bu yazıyı yazmak zorunda hissediyorum kendimi. Şimdi vereceğim örnekler ibret olsun diye.

***

Çağdaş Türk edebiyatı bölümünde müthiş bir değişim göze çarpıyor. Ne bugünün ruhunda köklü bir zevk ve tecrübe birikiminden süzülen ifadeler, ne has edebiyat, ne dil kaygısı, ne iç dünyamıza veya maneviyatımıza katkı sunabilecek bir değer arayışı, ne de insanın iç dünyasına odaklanacak bir derinlik.

Bunların hiçbiri olmadan cinsellik şehvet ve şiddet çağrıştıran başlıklardan oluşmuş olayların akışına dayanan, vasatlığı kutsayan, hiçbir sanatsal değeri olmayan, özel ilişkileri ve mahremi sergileme üzerine kurulu macera romanları pazarlanıyor.

Kapaklarını tarif edecek kelime terkibi bulmaktansa örtmeyi, görmemeyi tercih ettiriyor. Lakin görmemek de çözüm değil. Çünkü ergenlik döneminin ne kadar keşfe ve meraka dayalı fıtri meyilleri varsa bunları kamçılayan bir sergileme yöntemiyle sırf satılsın diye basılan bu kitapların kahramanlarına müthiş bir öykünme oluşuyor doğal olarak gençler arasında.

Bir kitap sattırmaktan ibaret değil bunun vebali. İster muhafazakar ister liberal çevreden gelsin gençliği tektip bir teşhire, şiddete, ithal kahramanlara, hiçbir insanlık kaygısı gütmeyen ve nefsi emmare büyüten algılara esir ediyor bu kitaplar. Estetikten, güzellikten ve ahlaktan uzak bir fetişizme sanat adına mahkum bırakıyor.

Gençler hayatı yüzeysel bir düzeyde tüketilecek, yapınca oluverecek, değersiz bir süreç olarak kodluyor, eğlenip oyalanmaya şartlanıyorlar.

***

Bir edebiyat öğretmeniyle konuşuyorum. Kübra hanım. Öğrenciler herhangi bir zihinsel süreç gerektirmeyen, ezber yapıp bu ezberi kağıda olduğu gibi aktarmaya dayalı bir sisteme alışkın durumdalar diyor. “Bunu değiştirmenin tek yolu onlara düzenli kitap okuma alışkanlığı kazandırmak ve bunun önemini kavratmak.”

“Ama” diyor, “beş saatlik Türk Dili ve Edebiyatı dersinin bir saatini kitap okumaya ayırmak müfredatın yoğunluğu ve öğrencilerin altyapı eksikliği nedeniyle mümkün olamıyor.” Ve çarpıcı noktaya geliyor:

“Derslerde ve okulda geçen diğer vakitlerde gözlemlediğim kadarıyla öğrencilerde özsaygı, yaşama arzusu, geleceği için hayal kurma, hedef belirleme gibi hayati konular üzerinde kayda değer bir iz görülmemekte. Bunun yanında melankoli, şiddet eğilimi, boşvermişlik, teşhir merakı oldukça fazla.

Bunlar bir edebiyat öğretmeni olarak benim sınırlarımı aşan şeyler olabilir ancak doğru kitaplarla doğru bir zihin dünyası, doğru ve sağlıklı düşünme becerisi, doğru değerlendirme ve davranış geliştirme sağlanabileceğine inanıyorum.”

***

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde binbirinci kez benzer şeyler söyledi: “Tarihini bilmeyen veya yanlış bilen, kültürünün zenginliğinden bihaber, medeniyetinin ışığından nasibini almamış bir gencimizi geleceğimizin teminatı olarak göremeyiz!”

Vatanı emanet etmek bir sırdır. Emin kişidir emaneti teslim alacak olan. Böylesine büyük bir sorumluluk asıl biz yetişkinlerin sınavı olmalı. Nasıl Batı’daki kültür sanatı ve toplumsal dalgaları yönlendiren ve anlamlandıran entelektüeller ise, bizde de kâmil insanlar olmalı.

Hakkı bilen, yaşadığı çevreyi Medine-i münevvere / nurlanmış şehir kılmaya muktedir, bir ‘kendini bilenler’ medeniyetinin nüveleri!

Yeni bir gönül ehli yetişmeli, sadece nefsinin zaaflarını değil, zihnini, hayal dünyasını dahi terbiye edebilmeyi başarmış, nefsini ümmet kılmaya şartlanmış manevi rehberler gerekli bize.

İnsanlığa ve kainata acizane değerini katmayı marifet edinmiş, toplumunu diriltecek hamleleri hayata geçirebilen öğretmenler. Dilimizi mana dili haline getirecek gençleri aşk ve irfan yolunda eğitmeye ehil yöneticiler gerek.

Böylelikle bugünün ruhunu insanlık sırrımızda yazmakta olan kalem de mana kalemi olacaktır vesselam.

#Eğitim
#Atılım