Avrupa'nın sığınmacı krizini bertaraf etme yöntemleri dünyaya ihraç etmeye çalıştığı insan hakları temelli hiçbir değere uymasa da, Paris'in merkezinde büyük bir terör dehşetine maruz kalmasından sonra kapılarını sığınmacılara kapatmak için sağlam ve meşru bir gerekçeye sahip oldu.
Elbette kimse terörden ölmese ve masumların kanı bu kadar acımasızca hiçbir yerde dökülmese. Hiçbir devlet de ülkesinin sahillerine yığılan sığınmacıları kapı dışarı etmek için bu mağduriyeti kullanmasa.
Lakin küresel merhametsizlik özellikle Ortadoğu'da savunma enerji sağlık gibi dev sektörler üzerinden rant ve güç elde etmek için oyun içinde oyunlar kurmaya kalkan aktörleri vicdan sınavından muaf tutmaya ayarlı.
Geriye kalıyor bizim gibi kendi ayakları üzerinde dikilmeye çalışan ve toplumsal barışını, sivil anayasasını çoğulcu ve kuşatıcı hamlelerle yapmaya çalışan halkların her seferinde boşlukta yankılayan çağrısı: “Ama İslam bu değil!” Her terör dehşetinden sonra bir kez daha.
Evet yine aynı terör, aynı ölümler, aynı korku, panik, şiddet. Doğu'da ya da Batı'da canlı bombaların kendini patlatması arasında da fark yok biraz geri çekilip bakıldığında.
Azmettiricilerin terörist taşeronlardan beklentisi biraz olsun çeşit arz etse de... Amaçlar arasında nüanslar olsa da... Nihayetinde halklarda karmaşa çıkarmak, konjonktüre göre devletlerin intibaını zedelemek, güçsüzleştirmek... bunlar da hep benzerlik gösteriyor. Küresel anlamda bir medeniyetler sapması bu.
Terör bombaları Afrika'da da tepenize inebiliyor, Avrupa'da da, Amerika veya Asya'da da. Küresel şiddetin yöntemleri bile tektipleşti çoktan. Tıpkı tüketim kalıpları, eğlence biçimleri, mimari veya sanatta görülen zevk homojenleşmesi gibi. Paris'te yaşanan terör saldırılarının yankısı da tıpkı bizdekiler gibi sadece küresel şiddetin sosyolojik boyutlarını tartışmaktan ibaret değil.
Ancak tam burada Batılı halklardan ayrışıyoruz: Bombaların Batı'daki yankısı İslam fobisi olarak, bizdeki yankısı ise yukarıda dediğim gibi “ama İslam bu değil” savunması üzerinden ilerliyor kabaca. Diyeceksiniz ki bu doğrultuda ilerlemesi zaten küresel azmettiricilerin asli hedefi. Bundan kuşku yok.
Haçlı seferlerine meşruiyet kazandırma gerekçeleri devirden devre değişkenlik gösterse de, Doğu'ya medeniyet tahakkümü, doğal kaynaklarını sömürme dürtüsü pek değişmiyor Batı zihniyetinde. Kültürel, siyasi, küresel arzularına diplomatik kılıf uydurma geleneğini de devam ettiriyor.
İç savaşlar ile kan kaybeden Doğu'da ise canlı bomba olup kendini şehrin mabetlerinde, konser salonlarında, gar veya meydanlarında, çarşı pazarında patlatan teröristleri devşiren Işid gibi küresel terör örgütlerinin derdi: İslam'ın içyüzüne dair gerçeğe yaklaşmak, insanlığın gönlünü fethetmek filan değil tabii. Tasavvur ettikleri din anlayışı da mesela bu toprakların mayasından yeşermiş köklü medeniyetin ruhuna baştan aşağı zıt.
Özellikle Işid'in doğuda ve batıda daha ziyade aile yapısını hedeflediği, kadına yer açtığı vs biliniyor. Gelgelelim insanlar katledilirken, küresel dehşet uzmanları tüm dünyaya gözdağı verirken, sivillerin çaresizliği karşısında İslam fobisinden daha net, direkt ve güçlü bir gerekçe aramaya da pek gerek kalmıyor.
İslam üzerinden Batılı algının söylem ve kavramlarıyla bir savunma dili kurmak bir yerden sonra gerçeğe yaklaşmamıza yardımcı olmuyor oysa. Gerçeğimizin sesini işitmek ve işittirmek gerekiyor. Kendi söylemimiz, kendi kelimelerimizin ruhundan doğacak ifade terkipleri gerekiyor, medeniyetler çatışmasının ateşine odun taşımak istemiyorsak.
Önceki iki yazımda bir medeniyetin ruhunu oluşturan kültür ve sanat alanında sivil topluma olduğu kadar resmi kurumlara da düşen yeni rollerin neler olabileceğine değinmeye başlamıştım. Medeniyet gibi iddialı kavramların içi boşaldıkça mahiyeti de elden kaçıyor.
Bu sebeple, gerek Diyarbakır'da, Ankara'da, gerek Paris'te, Mısır'da, Irak'ta, Suriye'de patlayan bombalar eşliğinde hep birlikte birer medeniyet kadavrasına dönüşmek istemiyorsak, önce kendi evimizin önünü süpürmekle başlayacağız medeniyet adımlarına.
İçimizde ne oluyorsa dışımıza da yansıyan o oluyor. Rüşvetçilikle, kadrolaşmayla liyakat ve adaleti gözetmeyen yaklaşımlarla hiçbir medeniyet ruhunu yüceltemiyor maalesef. Dışarıda sözü geçen bir devlet olmanın ilk şartı içerde (ilişkilerde, ailede, çevrede vs) adalet ve hakkaniyet temelli bir hayat sürmekle başlıyor.
“Ama İslam bu değil” gibi sözleri ne kadar sarf ederseniz edin, kendi küçük hayatınızda yaşamadıktan, bu sözleri vücudunuzda canlandırmadıktan sonra insanlığı yücelten medeniyetin değerlerini icra etmeye başlamış olmuyorsunuz. Birlikte güzelleşmeye dönük, kainattaki her zerreyle helalleşmeye odaklı, yalan ve iftiradan uzak durma gayretinde yol almış kişilerin varlığı kuşatıcı ve çoğulcu bir medeniyete giden yolun temel taşlarıdır. İnsanlık için. Vizesiz, gümrüksüz, sınırsız, barikatsız.