Üsküdar Kitap Fuarı vesilesiyle: Dilde / gönülde sığlaşmanın vebali

04:0019/02/2019, Salı
G: 19/02/2019, Salı
Leyla İpekçi

Mekânın ruhu vardır. İster kalabalık bir mağaza olsun ister çok meşhur bir lokanta ya da ayaküstü bir gazete bayii; hiç fark etmez. Ansızın içinde olmak istersiniz, sizi davet etmiştir. İddiasıyla değil, kendiliğinden oluşuyla. İşte Bağlarbaşı’ndaki Üsküdar kitap fuarı -ki bu yıl 5 yaşında- bende böyle bir his uyandırıyor başından beri.Kalabalık bir çadır alt tarafı. Ama işte içine her şeyi sığdıran bir gönül gibi. Manevi bir huzurda olduğunuza dair pek çok iz var içinde. Nasuhi Efendi, Aziz Mahmud

Mekânın ruhu vardır. İster kalabalık bir mağaza olsun ister çok meşhur bir lokanta ya da ayaküstü bir gazete bayii; hiç fark etmez. Ansızın içinde olmak istersiniz, sizi davet etmiştir. İddiasıyla değil, kendiliğinden oluşuyla. İşte Bağlarbaşı’ndaki Üsküdar kitap fuarı -ki bu yıl 5 yaşında- bende böyle bir his uyandırıyor başından beri.



Kalabalık bir çadır alt tarafı. Ama işte içine her şeyi sığdıran bir gönül gibi. Manevi bir huzurda olduğunuza dair pek çok iz var içinde. Nasuhi Efendi, Aziz Mahmud Hüdai gibi Üsküdarlı azizlerin diri nefesiyle, belki güçlü yayınların bir araya gelişiyle katmerleniyor fuarın maneviyatı.

Her ne oluyorsa yine olmuş ki, benim gibi ağzı pek laf yapmayan bir yazarı dahi yıllardır gönlü geniş okurlarıyla buluşturan muhabbet dolu bir konuşma gerçekleşebiliyor yine orada. Ardından imza ve yeni çıkan kitabımız vesilesiyle buluştuğum eski dostlar, kardeşler vs derken ne çok gözü yaşlı kitapsever varmış dedirtti yine bana bu fuar.

Pırıl pırıl bir harenin içinde kamaşan kalplerle birlikte edebiyat sanat konuşmak, beslenmek, hemhal olmak gerçekten çok güzeldi. Fakat sonra siyasilerin kapanış konuşması başladı. Bizden de -o esnada orada olan bir iki yazardan- birkaç cümle istendi mikrofona.

***

Hilmi Türkmen Başkan -ki Üsküdar’ın kültürel atmosferi, şehir hayatı, kalbi ve ruhu üzerine epey yazı yazmışlığımız vardır onun Başkanlığıyla da ilişkilenecek şekilde- kısa bir konuşma yaparak zannedilenin aksine Türkiye’nin aslında kitap okuduğunu söyledi.

Gerçekten de işimiz gereği gittiğimiz hemen her ildeki kitap fuarlarında en az Üsküdar’da olduğu gibi kitabın satın alınma oranı gayet yüksek artık. Elbette eski yıllara oranla çok daha geniş yelpazeli ve çeşidi bol bir seçenek ile her kesimden kitapsevere hitap eden ürünler sergileniyor artık fuarlarda.

20 yıl önce ilk imzalarımızı yaptığımız Tarlabaşı Tüyap fuarının tıklım tıkış atmosferindeki kültürel hegemonya çoktan dağılmış olduğu için kültür ve sanat hayatımızın bugününe imza atmaya kalkanların aldığı sorumluluk da o kadar arttı aslında.

Bu yıl Üsküdar kitap fuarına gelen ziyaretçi sayısı 120 bin olmuş. Gerçekten müthiş bir rakam. Bununla övünmeyi hak edenler elbette övünmeliler. Lakin şerh düşmek adına, kısa konuşmamda da belirttiğim gibi: Kitap fuarlarına gelen ziyaretçi sayısının çok olması bu satın alınan kitapların ancak toplumun kültür sanat hayatına nasıl yansıdığını gördüğümüz ve neyi tetiklediğini, neyi dönüştürdüğünü dirilttiğini algıladığımız ölçüde, yani kitabın kültürümüze katkısını / yansımasını görebildiğimiz ölçüde bir anlam ifade eder.

Bugün daha ziyade bir tür kültürel tüketim, entelektüel faaliyet, sosyal bir gösteriş ve heves niyetiyle satın alınıyorsa kitaplar; biz yayıncı veya yazarlar bu müşterilere nasıl ve ne tür kitaplar sunulacağından son derece sorumluyuz demektir.

Alsınlar da ne alırlarsa alsınlar, yeter ki çok kitap satılsın mantığıyla misal Türk edebiyatı raflarına konulan kitaplardan gerek ebeveynler gerek kültür yetkilileri ve has edebiyat severler ısrarla şikayetçiyse, ziyaretçi sayısına sevinmekle bitmiyor işimiz.

Reyting uğruna kaba ve yüzeysel söylemlere dayanan, dil yeteneğini ve ifade gücünü geliştirmek yerine kısa yoldan okurun nefsini kamçılamaya yönelik yazılan kitapların kültür ve sanatımıza katkısını sorgulamak zorundayız.

Soyutlama yetenekleri, kendilerine ve hayata derinlemesine bakma eğilimleri nitelikli okuma yapmayı bilmedikleri için pek gelişmeyen gençlerin ne okuduğu kültürel sığlık tavan yapmadan evvel sorumluluk alanımıza girmek zorunda.

Yasaklama ve topluma hükmetme mantığıyla yaklaşanlardan çok çektik. Bize yöntem olarak gereken yasakçılık ve sansür değil elbette. Sanatta ve estetikte zevk ve birikim aşılayan bir edebin / üslubun üretilmesine katkı sunan eserlerin çoğaltılması gerekiyor.

Lakin bu eserleri vücuda getirecek gönül ehlinin de öncelikle yetişmesi lazım. Sinema bölümünden mezun olanların mesela yönetmenlikte ehil olamamalarının, evrensel bir sinema dili kuramamalarının asıl sebebi okuduklarını yaşantıya dökecek bir pratiğe, birikime ve zevke sahip olmamaları. Medyanın sığ ve laubali diline hapsolmaları.

***

Artık günah keçisi olarak gençlerin okumamasından dem vuran yetkili mercileri -hangi görüşten hangi kesimden olursa olsun- görmekten usandık. Siz ya da hadi biz diyelim, ne okuyoruz, okuduklarımızdan nasıl bir kültürel yaşantı devşiriyoruz, tavırlarımıza dilimizi nasıl yansıtıyoruz ki çocuklarımıza ahlaken de misal teşkil edebilelim?

Her fırsatta alıntı yaptığımız Yunus’dan “ilim kendini bilmektir” sözünü yorumlarken bile anlamını sosyolojiye ve siyasete hapsetmekle Anadolu irfanının kuşdili Yunusça’yı konuştuğumuzu mu sanıyoruz? “İlim kendini bilmektir” derken bundan nefsini bilmek anlamını çıkaramıyorsak eğer, “evet yıllarca bizi kendi kültürümüzden uzak tuttular” mağduriyetini tüketmeye devam ederek mi Yunusça’nın gönüllerini açmasına katkıda bulunacağız?

Mayamızın sırlı dilini, bu ‘canlı söz’leri böyle tüketim için birer ‘ölü nesne’ halinde kullanmakla medeniyet tasavvuru gibi büyük sözler ederek içini dolduramadık, dolduramayız, hala öğrenemedik mi?

Gençler elbette vasat, vasıfsız, laubali, derinleştirmeyen, oyalayan, nefsi şişiren yayınları okuyarak medeniyetin ruhuna yapı taşı döşeyen kültür ve sanat hayatında evrensel bir dil yakalayamazlar. Duygularını dile getirmekten aciz, kendine giden gerçeğin keşfinden hazzetmeyen, derinleşip odaklanamayan gençler gizli ve aleni şiddette buldular ihtiyaç duydukları maneviyatı.

Maneviyatın dilini zamanın ve mekânın ruhunda derinleştirecek olan bir ‘kalp ilmi’ eğitiminin eksikliğini görebilen, aktarım kültüründen yaşantı kültürüne geçmemizin gerekliliğini fark eden ve dilde / gönülde sığlaşmanın vebalini hisseden sorumlulara ihtiyacımız var, acilen.

#Kitap
#Fuar
#Nasuhi Efendi
#Aziz Mahmud Hüdai
#Hilmi Türkmen
#Üsküdar