Tevhide dayanan aile bağı

04:001/12/2018, Saturday
G: 1/12/2018, Saturday
Leyla İpekçi

80’li yıllarda tek başıma oturduğum evde nüfus sayım memuru gelip bu evin reisi kim diye sormuştu. Ben ise biraz mahcup halde düşünüp mecburen ‘benim’ deyince de kadından aile reisi olmaz demişti. Tek kişilik aile kavramını o gün ortaya atmış olmalıyım, sosyoloji okuyordum ve konumuz aile idi.Ailesiz büyüdüm. 20 yıllık kocamla iki kişilik en kalabalık ailemi kurmuş oldum, çocuğumuz da olmadı! Ailesiz büyümenin sakıncaları çocukların psikolojisi vesaire derken yüzlerce makale yazılır, yazmışımdır

80’li yıllarda tek başıma oturduğum evde nüfus sayım memuru gelip bu evin reisi kim diye sormuştu. Ben ise biraz mahcup halde düşünüp mecburen ‘benim’ deyince de kadından aile reisi olmaz demişti. Tek kişilik aile kavramını o gün ortaya atmış olmalıyım, sosyoloji okuyordum ve konumuz aile idi.



Ailesiz büyüdüm. 20 yıllık kocamla iki kişilik en kalabalık ailemi kurmuş oldum, çocuğumuz da olmadı! Ailesiz büyümenin sakıncaları çocukların psikolojisi vesaire derken yüzlerce makale yazılır, yazmışımdır da ailenin güçlendirilmesi üzerine. İlk romanımda mesela ailesi tarafından ilgi görmeyen ve sevilmeyen bir çocuğun sıradışı büyüme hikayesini anlatmıştım.

Evet kadını aile içinde görelim ama ya aile tek kişilikse? Ya savaştan, göçten, şiddetli geçimsizlikten, ilgisizlikten, yoksulluktan dolayı öksüzlük diz boyuysa? En azından aileyi kadın üzerinden temellendirip cinsiyetçi bir kimliğe hapsetmemeliydik. Her türlü ahlaki normun ötesindeki bir pratik bakışa ihtiyacımız vardı.

Aile Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Kadın ve Demokrasi Derneği (KADEM) tarafından düzenlenen üçüncü Uluslararası Kadın ve Adalet zirvesinin teması ‘ailenin güçlendirilmesi’ üzerineydi. Önceki yazımda sağlık sorunum yüzünden katılamadığım bu zirve için hazırladığım konuşmanın bir kısmını öneri olarak paylaşmıştım. Kaldığım yerden devam edeyim.

***

Bugünün toplumsal şartlarında aile kavramı sosyolojik veya tarihi bakışlara hapsolmuş durumdadır. Ailenin değişen yapısı, kadının modern aile içindeki hem emekçi hem anne olarak rolü, şiddete maruz kalması, sosyal medya çağında çocuğun anne baba tarafından terbiye edilmesindeki güçlükler vesaire. Bu temaların hepsi kuşkusuz ki çok önemli ve acil perspektifler geliştirmemizi bekliyorlar bizden.

Aileyi kadın erkek olarak cinsiyet temelli bir bakışa hapsetmek ne kadar gerçeği tam olarak kuşatamıyorsa, aileyi ebeveyn çocuk temelli bir bakıştan ibaret görmek de o kadar eksik kalacaktır. Oysa bugün aile deyince kadın geliyor akla.

Kadın, bugün küresel dünyada güncel imgesi nesneleştirildiği ölçüde tahakküme elverişli hale geliyor. Güçlü olan tarafından istismarı, sömürülmesi, mağdur edilmesi kolaylaşıyor. Evet kadın imgesi bugün hem tüketimin, hem görsel iletişimin, hem fiziki teşhirin, hem gizli ve aleni şiddetin nesnesi durumundadır.

Sorun şu ki, kadın kendi imgesinden öte bir varlıktır. Sosyolojinin, tarihsel bakışın veya cinsiyetçiliğin kavramsallaştırdığı bütün söylemlerin ötesinde, ferdî ve tekrarı olmayan bir varlık. Onu ‘kadınlar’ adı altında kümelemek, kategoriye ve tanımlara sokmak ‘baskın dilin’ ki bu erkek dilidir, ona hükmetmesini zorunlu kılıyor. Mağduriyet kadına kaldığı ölçüde de cinsiyetten başka bir özelliğine bakılamadan genelleştiriliyor ‘kadınlar.’ İstatistik olarak elbette böyle olmalı. Ama ya vicdanen?

***

Kadını koruma amaçlı olarak onu aile içinde değerlendirmek evet ahlaki bir ihtiyaç ama mevzuyu kökten çözemiyor. Kadına değil aileye bakışımızı cinsiyetçi, sosyolojik, tarihselci her türlü kavrama hapsederek bakmaktan kurtulmalıyız öncelikle.

Nikahsız yaşıyor diye bir kadının şiddet görmesine izin mi vereceğiz mesela? Onun canının tehlikede olmasına sırt mı çevireceğiz? Aile kuramamış bir kadının mağduriyetini gidermekle aile kurumuna halel mi gelir? Kaldı ki nikahlı çiftler arasında şiddet yok mudur?

Bütün bunların ötesinde, aileyi üyelerinin mevcudiyetinden bağımsız, bir ruh iklimi olarak, ilişkilerin kopmasıyla dağılması mümkün olmayan bir manevi bağ olarak değerlendirmekten yanayım. Ve ancak önceki yazımda uzunca örnek verdiğim tevhidî bir bakışla yaşayabildiğimiz ölçüde aileyi de dönüştürebileceğimizi fark etmeliyiz.

Aile deyince her ne kadar birbirine kan bağı ile bağlı küçük topluluklar aklımıza geliyorsa da; bizi gerçekte aile kılan, soyumuzdan ötede, hepimizin özündeki değişmez bilgidir. Tevhid tohumu diyelim. İnsanlığa ait evrensel ilim. Hangi meşrepten, hangi inançtan, kültürden olursak olalım, derinimizde bilmeden bildiğimiz kalbin anadili.

Nitekim ayette Hz. Nuh’a asi olan oğlu için “Ey Nuh o senin ailenden değildir” denir. Evet kan bağına dayanarak oğul olmak hakikatte aile olmaya yetmeyebiliyor demek ki.

***

Öte yandan bugün hepimiz “çocuklarda büyüklere saygı kalmadı” diye şikâyet ediyoruz. Bunun elbette en önemli nedeni usta çırak ilişkisinin yani ast üst ilişkisinin hemen her alanda tarihe karışması. Ailenin bir tevhid modeli olarak tasavvuru gündelik hayatın pratiklerine yeniden girebilirse, yitirdiğimiz diğer toplumsal hiyerarşilerin inşası da mümkün olabilir.

Aileyi hürmet, mahremiyet, merhamet gibi fıtri değerlerimizi oluşturan bir tohum olarak bugünün dilinde yeniden tasavvur edebilirsek, buradan edindiğimiz tevhid şuuru ile halka halka vatan, ümmet, insanlık gibi daha geniş ölçülere açılabilir kalbimizin hudutları.

Bugün “kalk evladım bana bir bardak su ver” diyen babalarına “gidip kendin al” cevabını veren çocukların vicdanında anne babaya hürmet etmenin Hakkı sevmek olduğuna dair fıtri özellikler yeniden neşet etmeli.

Almak kendine almak hakkı kendine izafe etmek ben merkezli ilişkiler kurmak aile bağlarını zayıflattı. Asıl kıymeti vermekte bulacağız. Haklılığından bir tutam kesip kardeşine kurban ettiğinde, diğergamlık, hemhal olma gibi özelliklerimizi devreye soktuğumuzda aile bağlarının kapitalizmin ben merkezciliğini besleyen tuzaklarına rağmen sen merkezciliği kurmaya başlayabiliriz.

Ailenin tevhidi özellikleri sen merkezcilikle ortaya çıkar. Ailenin üyeleri bir tür seyr ü süluk gibi bu manevi eğitimi birbirleriyle hemhal olma kabiliyetleri oranında gerçekleştirebilirler. Yani aile her birimizin kendini bilme mahalli olabilmeli.

İşte bu bizi aile kılan kan bağı ötesindeki birliğin dilini kendi alfabemizde bilinçle konuşmayı öğrendiğimiz ölçüde kendimizi, ailemizi, milletimizi ve insanlığı gönülde ‘Hak bilgisi’nin karşılığı olarak bulabiliriz. İnsana ve eşyaya hakkını / değerini / kıymetini iade edebiliriz. Kısacası kalp ilmini hayata geçirmiş oluruz.

#aile
#Toplum