Sanatçı klişesi

04:0018/05/2019, Cumartesi
G: 18/05/2019, Cumartesi
Leyla İpekçi

Birkaç gündür sahurdan önce yani gecenin içinde ilerleyen saatlerde televizyon ekranından şerit halinde geçen haberlere -cihazın sesi kısık iken- gözüm takılıyor.Bir yandan elimdeki yazı çizi işleriyle uğraşırken bu ekranda akan haberlerdeki ‘habercilik kaygısı’ beni dehşete düşürüyor.Her şey var tabii. Felaketler, savaşlar, kazalar, hırsızlıklar, doğal afetler, polemikler, kavgalar, provokasyonlar. Dünyanın haberi bitmez. Ne kadar kişi varsa en az o kadar dünya var. Sanki hepsi de haber için mevcut

Birkaç gündür sahurdan önce yani gecenin içinde ilerleyen saatlerde televizyon ekranından şerit halinde geçen haberlere -cihazın sesi kısık iken- gözüm takılıyor.


Bir yandan elimdeki yazı çizi işleriyle uğraşırken bu ekranda akan haberlerdeki ‘habercilik kaygısı’ beni dehşete düşürüyor.

Her şey var tabii. Felaketler, savaşlar, kazalar, hırsızlıklar, doğal afetler, polemikler, kavgalar, provokasyonlar. Dünyanın haberi bitmez. Ne kadar kişi varsa en az o kadar dünya var. Sanki hepsi de haber için mevcut olmuş sonsuz dünya!

İnsanlığın bin çeşit haline hiç içinden bakmadan, şu kadar dakikada felaketleri her şeyiyle aktarmak imkânı varmış gibi bir yanılsama içindeyiz. Haberini verince gerçeğine vakıf olduk sanıyoruz.

Üstünkörü bir bilgi düzeyiyle özellikle felaketler üzerine kurulu haberleri aktarma hedefi her şeye olumsuz yönüyle ve tabii her şeye haber gözüyle bakmaya kilitledi bizi.

Halbuki olayların haber boyutundan ibaret olmayan özellikleri var. Farklı ifadelerle dile gelmesi gereken olumlu olumsuz pek çok boyutu var.

***

Sanat bunun için var işte. Kalp gibi insanın en mahremine dokunan o sırlı alanı kendi gerçeğine yaklaşarak paylaşmak için var.

Evet, sanat deyince bir toplumun maneviyatına giriyoruz ilk adımda. Toplumun iç dünyası diyelim. Gündelik hayatın görünmez dehlizlerinde akıp duran gizem. Mayamızdaki sır. Dile gelemeyen ama mevcut olan, gönülden gönle geçen bir simya. Sanat.

Gerçeği tabir etmeye, görünen dünyaya tahayyül gücüyle bakmaya bir çağrı vardır sanat eserinde. Yani her şeye iç gözle bakmaya bir davet.

Sanat eseri bizi kendi gerçeğimize yaklaştırmıyorsa, dönüştürmüyorsa, kendimize ait mana hudutlarını genişletmiyorsa, kendi içimizden yepyeni bilgiler çıkaracak bir esinlenme vermiyorsa, sonraya kalmaz, tüketilir gider. Can gözünü açmaya vesile olmaz.

Tıpkı güncel bir haber gibi olur akıbeti. Hoş bugün güncel haberlerin uzantısı, konu takibi, gidişat bilgisi nadiren gerçekleşiyor. Pek çok flaş haber gün sonu olmadan tüketilmiş oluyor. Gelgelelim gerçek, haber özelliğinden çok daha derin olduğundan, haberi gündemden kalksa bile gerçek orada duruyor.

Bu yüzden sanatçının yegâne malzemesi ‘gerçek’tir. Bugün ise haber dili öylesine kurgusal tasarımlarla dolu ve algıyı manipüle etmeye öylesine müsait saptırmalarla dolu ki, sanat eserinin kişiyi gerçeğe yaklaştırmasına fırsat sunuyor olmalı. Sanattan kasıt gerçeği talep etme biçimlerimiz olmalı.

***

‘Güzelin binbir yüzü adlı tevhid sanatçısının güzel ile olan ilişkisi üzerine düşüneyazdığım kitabımdan bir alıntıyla devam edeyim: “Bugün karşımıza muhafazakâr sanat, çağdaş sanat, ilerici sanat, modern sanat, geleneksel sanat, soyut sanat, toplumsal sanat, kavramsal sanat, görsel sanat, karşı sanat, aktivist sanat, siber sanat gibi çeşitleri çıkarılıyor sanatın. Şeylerin gerçekliğini ancak tanımlamalarla anlamaya çalışmak böyle ek sıfatlara muhtaç bırakıyor bizi. Yaptığımız tanımlar, göreceli olduğu için bizi kendi dünyamıza hapsediyor.

Sanatçı denilince marjinal, aşırı özerk, abartılı derecede ilginç, toplumdan kopuk, uçuk, itiraz eden, her şeye muhalif, aykırı ve tüm bunlara rağmen magazin için elverişli bir tip geliyor aklımıza. Adeta egosuyla kamaştıran bir tip. Böyle bir sanatçının icra ettiği sanata dair algımız da ister istemez tersyüz oluyor”.

Evet müzmin muhalif olmak bugünün sanatçısına giydirilen ilk elbise. Lakin her şeye muhalif olmak adalet duygumuzu zedeliyor. Tek yanlı bir duruş ile muhalif olunsa bile adaletli olunması imkansızdır.

Sanatçı için adalet, muhalif olmaktan daha esaslı bir ölçüdür oysa.

Şeylerin yerli yerinde olmasına adalet diyoruz, ki her an tecelli etmektedir bir bakıma. Olmakta olandaki hikmete / sırlı manaya sanatçılık gereği itiraz etmek, nefsinde bir zaaf şablonu büyütür sanatçının.

Gönül ise her yönü tavaf edebilir, hudutsuzdur. Yerli yerine konulup birbirine kavuşan, vuslat eden ne varsa, bazen şöyledir bazen böyledir ki hiçbir tanımla sabitlenemez. Buradan hareketle sevmeye geliyoruz.

***

Sevmek, şeyleri yerli yerine koyuyor. Sevemeyenler yerli değil yabancı kalıyorlar. Nefret ederek, karşı çıkarak, asi olarak sanat icra edilirse adına muhalif sanat denilebilir ama nefret yaklaştırmaz, uzaklaştırır, yabancılaşmaya hizmet eder. Hem sanatta hem hayatta.

(Muhalif olmaya illa büyük bir paye ve dokunulmazlık verilecekse asıl muhalifler sevenlerden çıkar.)

Evet sevmek; sanatın ana malzemesi. Sevmek dönüştürür, paylaşırsın, kalpten kalbe geçersin. Sevmek, çoğalmaktır. Sevmek; anlamak, içermektir. Hemhal olmaktır. Kavuşmaktır. Kavuşabilenler yerli yerindedir. Sevemeyenler ise yerini bulamamış müzmin muhalifler gibidir. Gerçeğin dışında tutunacak bir dalı yoktur muhaliflerin.

Gerçeğin evi insanın gönlündedir ki sanatın da merkezi!

Toplumun estetik ve sanat seviyesini iç dünyasına doğru devam eden yolculuğunun merhaleleri belirliyor. Yani nefsimiz hangi seviyedeyse konuştuğumuz dil, yaptığımız sanat, yaşadığımız çevre ve ürettiğimiz kültür o seviyededir.

Kalbe doğru inmeyen, iç dünyamıza doğru miraç ettirmeyen eserlerle kültür sanat seviyemizde bir yükseliş beklemek hayaldir.

Ekranda saat başı devam eden haberler ise ancak kişinin kendi manasını tabir edecek bilgilerle can bulursa, canana yaklaştırır. Kavuşturur, yerli yerine koyar, bir olur!

#Haber
#Sanat
#Sanatçı