Romanda saklı o dili kelimesiz harfsiz işitebilelim diye!

04:0022/12/2018, Cumartesi
G: 22/12/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

Bu sefer kültür ve sanatın ruhuna yolculuğumuzdaki temel izlek olan dil bahsini kalemin sırrından açalım, arada bir yazılarımda yaptığım gibi. Julio Cortazar ki sevdiğim bir Arjantinli romancıdır, sosyal medyada dolaşan bir video kayıtta okurla kurduğu ilişkiye odaklamış yazma amacını. İzlerken müthiş bir esinlenme oldu bende.Evet, bazı sözler yazardan yazara ulaşır en kestirme yoldan. Bazı romanlar mesela yazarlar için yazılır okurdan ziyade. Ama işte bazı romanlar da yazarın kendi iç dünyasını

Bu sefer kültür ve sanatın ruhuna yolculuğumuzdaki temel izlek olan dil bahsini kalemin sırrından açalım, arada bir yazılarımda yaptığım gibi. Julio Cortazar ki sevdiğim bir Arjantinli romancıdır, sosyal medyada dolaşan bir video kayıtta okurla kurduğu ilişkiye odaklamış yazma amacını. İzlerken müthiş bir esinlenme oldu bende.



Evet, bazı sözler yazardan yazara ulaşır en kestirme yoldan. Bazı romanlar mesela yazarlar için yazılır okurdan ziyade. Ama işte bazı romanlar da yazarın kendi iç dünyasını çözmek, kendini anlama çabası filan gibi bütün sofistike söylemleri reddederek salt okur için yazılır, kestirmeden, dümdüz, kıvırmadan!

İşte Cortazar’ın yirmi küsur yıl önce Seksek romanını okurken bunun farkına varmıştım. Nitekim yazar da okuru cezbetmek için yazdığından bahsediyor, belki tam böyle demiyor ama böyle yankılandı sözleri gönlümde. Ne kadar eşsiz bir sadelik bu. “Okurla ilişki kurmaktır yazmaktaki amacım” diyor.

Onu âcizâne daha ileri götürüyorum iç sesimde. “Okuru cezbetmektir” diyorum. Hatta okurun başını öyle bir döndürürsün ki, oturduğu yerde havalanıp tokadı yer ve yerine döndüğünde artık bambaşka biridir!

Böylesi müthiş bir çekim gücü oluşturur işte kalem vasıtasıyla yazarın okur tarafından ‘bilinmeyi sevmesi.’ Eğlencelik niyet ine, oyalama boyalama usulü bir ‘kullan-at’ ilişki asla değildir okur ile yazarı kavuşturan.

Evet, Cortazar’ın bu söylemi beni yirmi yıldır romanlarım yayınlanırken zaman zaman bambaşka yönleriyle verdiğim cevaplara götürdü. Yazarlara bıktırana kadar defalarca sorulan “neden yazıyorsunuz” adlı o şablon soruya verilen cevaplar sonsuzdur. Her cevap kalemin sırrını barındırır içinde, bu yüzden her seferinde bazı yanları esrarengiz kalır.

Nihayetinde yazarın içinde yaşadığı toplumun kültür sanatına bu esrarengiz cevaplar muhakkak surette katkı sunacaktır. Buyrun biraz da buradan yakalım, yanalım!

***

Henüz romanlarım yayınlanmadan çok önceydi. Hep defterlerimde bilerek ve bilmeden bu sorunun cevaplarını yazmış biriktirmişim. Konuşacak kimse yoktu evde, konuşmak için yazdım yıllar boyunca. Lakin o kadar çok yazıyordum ki, konuşmak gerektiğinde cümleleri konuşma diline aktaramıyor, kalemin hızıyla konuşuyordum, yazar gibi.

Hâlâ da böyleyimdir. Üstelik konuşulacak yerde dilim tutulurken, gereksiz zamanlarda uzun uzun zihin akışı bir dille konuşup dururum. Sanki deftere yazıyor gibi. Tabii kimse anlamaz, duyanlar sıkılır.

Fakat hiç yazmazken bile içimde bir harften diğerine kesintisiz seyir halindedir kalem. Tükenmez kalem! Mürekkebi, gönül hokkamda içinden konuştuğum bütün dillerle birikiyor. Hiç tükenmiyor.

Sonraki yıllarda, artık yetişkin olduğumda, şeyleri yerli yerine koyma eğilimim o kadar fazlaydı ki, adalet duygumu tatmin etmek için yazdığımın farkına vardım. İçinden geçerken durmadan birbirimizi yaralayıp yok ettiğimiz yanlışlıklar karşısında duyduğum tepkiyi ancak yazmak suretiyle biraz olsun dizginliyordum. Tabii bu yazma dürtüsüne bir de bizzat maruz kalmakta olduğum hakaret, iftira ve yanlış anlamalar ekleniyordu hiç durmadan.

***

İlk romanımı yazdığım yıllar boyunca (ki hemen her romanın yazılma ömrü ortalama dört yıl olacaktı) benimle birlikte büyümekte olan çileli kız çocuğunun sesini duymaya çalıştım. Bu yeni bir merhaleydi. Bir romanın dili, ancak o romanın konuştuğu biricik bir dil olmalıydı ve kahramanın gerçeğinin olayların anlatımına değil konuştuğu dile dayanması gerektiğini anladım.

En azından benim yazarlık yolculuğum bu şekilde olacaktı. Nitekim anlattığı hikâye, içerdiği acıklı öykü ve sert final sebebiyle ana babalar tarafından eleştirilecek diye hep bir temkin ile yaklaşıldı Maya’ya. Fakat roman yarışmasında birincilik ödülü alarak diğer romanlarım arasında çok büyük bir oranla en çok satan, defalarca korsan baskısı yapılan, kuşaklardır farklı kesimler tarafından okunan bu kitabım oldu.

Şimdi baktığımda bunun ve sonraki her romanımın görünmez kahramanının içinden konuşan dil olduğunu görüyorum. Kendi sesimde başkalarını, başkalarında kendi sesimi duymak ve okur ile yazarı buluşturup birleşmek için yazdığımı söylediğim bir dönem geldi derken. Buradan hareketle ‘Başkası Olduğun Yer’ adını verdiğim romanımı okuyan arkadaşım yazar Yıldız Ramazanoğlu kalemimin zikrini erken bir tarihte işitmiş ve “kelime kahraman” demişti roman kahramanım için! Ne güzel. Yazarın kaleminden yazarın kalemine yankılayıp durdu bu ses.

***

Bir dönem severek, esinlenerek okuduğum Milan Kundera’nın bir sözü vardır. “Romancının doğrusu gizlidir, söylenmemiştir, söylenemez” der. Okur farklı okumalara açık olan romanı kendince keşfedecektir. Gerçekten de her romanın ana teması bile farklı bakışlara göre değiştiği için, halka halka genişleyen anlamlarında temel izleğin sabitliğini sezen iz güdücü okurlar bambaşka okumalar yaptı durdu yıllar içerisinde romanlarımdan.

İbn Arabi, Yunus ve Mısri gibi Hak âşıklarının divanlarıyla tanışma serüvenime de elbette işte yine kelime avcılığım vesile olmuştur. Her birinin tek tek serüveni var ve kalemimin sırrında dilimi mayalamaya devam ediyorlar. Bu sefer de yine uzun yıllar boyunca romanlarda hep gerçeği amaçladığımı, kendi gerçeğime yaklaştıkça hepimizin özündeki değişmez hakikat nurunun kendini yazdırmakta olduğunu söyledim durdum.

Kendimi / Rabbimi / gerçeğimi bilmek için yazıyorum dedim. Lakin şunu da dedim: Kelimelerimle okurun içindeki gerçeğe eşlik etmek için yazıyorum. Birlikte güzelleşebilelim, yolculuğumuzda birbirimizin kelimeleriyle kendimizi keşfedelim diye yazıyorum.

İmdi Cortazar’dan aldığım sade bir esinle kalemimin iniş kalkışlarında okurla kendiliğinden paylaştığı sırra şunu da ekliyorum: Kundera’nın dediği gibi ‘romanın doğrusu’ diye bir şey varsa bu, okurunun sessizliğindeki dildedir. O saklı dili kelimesiz harfsiz işitebilelim diye yazıyorum.

Ve sonra Hallac-ı Mansur’dan devam edelim kalemin başka bir sırrına doğru: “Ruhumla konuştum kalemsiz harfsiz / Ayrılık yok ruhla dost arasında / Ne kâğıt ne yazı, ne ses ne hitap / O senin yazdığın mektup aslında / Kendi dilinle cevap senden sana!”

#Julio Cortazar
#Sanat
#Yazar
#Salt
#Roman