Pamuk dedeler susunca

04:0021/04/2018, Cumartesi
G: 21/04/2018, Cumartesi
Leyla İpekçi

Deistler şöyle, mistikler böyle, ateistler öyle diye diye yaşantıya geçirilemeyen bilgilerle felsefi düzeyde amel ediyordu her inanç grubunun teşhircisi. Her birimiz kendi soluğundan, kendi teri ve gözyaşından örülmüş bir tuzağın içine düşüyorduk varlığın Hakla kaim olduğunu ispat edemediğimiz sürece.Nasıl da ayağımıza dolanıp duruyordu bitimsiz sıfatlar, tanımlar, tasnifler, iddialar, yorumlar! Seninle ben “terinden/ derinden açılır güller Muhammed” dizesinde diz dize dizilene kadar hümanist kelebeklerle

Deistler şöyle, mistikler böyle, ateistler öyle diye diye yaşantıya geçirilemeyen bilgilerle felsefi düzeyde amel ediyordu her inanç grubunun teşhircisi. Her birimiz kendi soluğundan, kendi teri ve gözyaşından örülmüş bir tuzağın içine düşüyorduk varlığın Hakla kaim olduğunu ispat edemediğimiz sürece.


Nasıl da ayağımıza dolanıp duruyordu bitimsiz sıfatlar, tanımlar, tasnifler, iddialar, yorumlar! Seninle ben “terinden/ derinden açılır güller Muhammed” dizesinde diz dize dizilene kadar hümanist kelebeklerle uçmuş, renkli kenar süsleriyle bezeli defterlere çiçek böcek kondurur gibi pamuk dedelerden aşk sözleri yapıştırmıştık.

Muhammedî yöntemleri pamuk dedelerin vaazı sanma yanılgısıyla uyutulmaktan bizar olmuştuk ikimiz de. Gülü sularken dikeni de büyürdü, dikensiz gül değildi ki güzel kokacak olan!

Atılan bombalar, terör, tuzak, nefret, intikam? Her an tecelli etmekte olan Hakkı sırf cemalinde arayarak, bizi tevhid gerçeğine götürecek olan celal cemal bir’lemesi nasıl sağlanacaktı? Nasıl sevdirilecekti peki güzel koku bize? Dikenini batıra batıra değilse! Bir gece yarısı uyuyan prenses uyandı. Pamuk dedeler sustu.

***

Bu sana ara ara yazdığım altıncı mektubum, can kardeşim. Cephe yoldaşım. Kapana kısıla kısıla. Manayı tabir ede ede. Yunus’un dediği gibi “bir ben vardır bende benden içerû” noktasında bütün katmanlı gerçeği dürülüp bükülmüş bulabilmek, zatında gerçek olabilmek için mücadele ediyorduk seninle ben.

Sosyolojik tanımların tuzağındaydık ama hakikatin nurunu kalbimizle bulmaya niyet etmiştik. Kalp ki en mahrem olandır, Zat sırrının merkez efendisi! Cemal Müslümanlığı ile sıfatlardan geçilse bile Zatına ulaşılabilir miydi? İşte nefsimizi Müslüman edebilirsek bir gün, o zaman anlayacaktık.

Bir mana eriyle nasıl da âlemlerin dirildiğini! Cemaatlere ait toplu bir irşad hali olmadığını. Sosyolojik psikolojik bir yapıya sığdırılamayacağını benlik eğitiminin.

Bize düşen manayı okumaksa da, nihayetinde mana olmaktı evet. Benliksiz ben makamında. Kendin Kendi olana kadar.

Güzelin sonsuz yüzü vardı. Güzel bir iken. Nasıl bir şeyse bu kemale ermiş güzellik, onu içimizden çıkartacak olan manevi rehber, bir yandan durmaksızın içimize yansıtıyordu onu. Aynada bazen netleşiyordu görüntümüz. Bazen bulanıklaşıyordu. Nasıl bir sırsa!

Sürdüğümüz iz, dünya işlerinin içimizin bir yansıması olduğunu, dışarıya bakarak da içimizde derinleşebileceğimizi işaret ediyordu. Önce kendini düzelt sonra başkalarıyla ilgilen gibi bir ikiliğe hapsetmiyordu eylemlerimizi.

Başımıza gelen ne varsa, içinde kendimiz olduğunu, ki bunun da bir ilahi takdir olduğunu kan ter gözyaşı ile gösteriyordu. Nasip sırrının açılan perdeleri nasıl da yerle yeksan ediyordu sosyolojik söylemleri, adalete ve kadere bakışımızı.

***

80’lerin ortası. Sosyoloji okuduğum yıllardı. Amerikan eğitimi veren üniversitemizde elbet sosyolojiyi de bu dilin kavramları ve anlamlandırma pratikleriyle öğrendim. Batının temsil ettiği ‘çağdaş, hümanist değerler’ mayamızdaki tevhid şuurunu koparıp atmıştı iç dünyamızdan. Senin de benzer bir zihin müfredatından geçtiğini biliyorum. Kaçınılmaz olarak.

Bizim gündelik hayatımıza atılan pamuk dede tohumuydu. Evet hümanizmin kelebekleriydik sen de ben de. Kısacası kardeşim, zihinden gönle dikey inen hiyerarşik bir algıdan koparıldığımız için mahrem olana hürmet etmiyorduk. Kıymet veremiyorduk. Demode buluyorduk. İnsancıl olalım derken benliğimizi büyütüyorduk. Gülü dikeninden ayrı vehmediyorduk.

Mesela insan hakları adına savaşmaktan vazgeçip teröristlerin canlı bombalarına maruz kalmayı yeğler hale getirilmişti bazılarımız. Çünkü savaşmak pamuk dedelerin insancıl vaazına uymuyordu!

Hiyerarşik düzeni alt üst eden bir insancıllık / hümanizm adına, eti yenmesi gereken hayvan dostlarımıza zulmettiğimizi sanıyorduk ama sivillere terör yağdıranlara direnişçi diye bakıp onay veriyorduk yine mesela.

Üzerimizde canlı bomba patlatanların insan hakları ve barış adına devam etmelerindeki zulmü savunduğumuzu da fark etmiyorduk. Hümanizm adına illa kalem yeter diye ısrar edersen, direniş kalemle mümkün olamıyordu ki her zaman!

Zalime bazen de kalemle ortak oluyorduk. Celal cemal dengesi bozuluyordu. Bunun bozulması adalet ve tevhid duygumuzu da zedeliyordu.

***

Ah hümanist kelebekleri Batı’nın! Nasıl da hadım edilmişti zihnimiz. Nedense hep zulme karşı koyacağımız anda devreye giriyordu insan hakları!

Hiyerarşik bilinç alt üst olmuştu. Çünkü kamil olanın nefsini kendi dünyamızda seyretme pratiğini unutmuştuk. Birbirimizle olan organik bağlantılarımızdan soyundukça bizzat kendimize bakışımız zulüm olmuştu. Mahremiyet bölgesinde mahremi koruyamaz olmuştuk.

Batı’nın düşünür, filozof, bilim adamı gibi entelektüel ilahlarını bizdeki veli arif / kamil insan ile eşdeğer olarak kodlamıştık. Zihinsel faaliyetlerin üstadı olmak hümanizme yetiyordu ama ya Hakkı birlemeye? Kendini bilmeye? (İnşallah devam edeceğim.)

#Deist
#İnanç