Nefsimizin vitrininde

04:0028/11/2017, Salı
G: 18/09/2019, Çarşamba
Leyla İpekçi

Çok prestijli bir AVM’deydik. Filmler, malum artık çok büyük oranda sadece AVM’lerdeki salonlarda tüketime sunuluyor. Yeni gösterime giren Buğday adlı filmimizin yönetmen katılımlı (seyirciyle soru-cevaplı) gösterimine gelmiştik.Hafta sonu olduğu için çok kalabalıktı. Biraz alış-veriş, bol yemek, bir de film seyredip gününü tatmin olmuş bir halde tamamlayan müşteriler eve döndüklerinde neden eksiklik hissediyor diye sormazsak eğer; bugünün normal hayatı farklı hayat tarzlarındaki kişiler için de

Çok prestijli bir AVM’deydik. Filmler, malum artık çok büyük oranda sadece AVM’lerdeki salonlarda tüketime sunuluyor. Yeni gösterime giren Buğday adlı filmimizin yönetmen katılımlı (seyirciyle soru-cevaplı) gösterimine gelmiştik.


Hafta sonu olduğu için çok kalabalıktı. Biraz alış-veriş, bol yemek, bir de film seyredip gününü tatmin olmuş bir halde tamamlayan müşteriler eve döndüklerinde neden eksiklik hissediyor diye sormazsak eğer; bugünün normal hayatı farklı hayat tarzlarındaki kişiler için de bu yönde akıyor hep.

Evet o akşam da böyle oldu. Ama birden fark ettim. Buğday’daki siyah beyaz tek dil konuşulan dünya tam da buydu. Kadavra medeniyetinde ayakta kalmaya çalışan insanların helak olmuş şehirlerde tutunabilmek için ödedikleri bedel tam da buydu. Kendilerinden/haktan uzak, manyetik alanlar içinde güvenli ama yabanda kalarak bir kattan diğerine aranıp durmaktı en entelektüel faaliyet.

AVM’ler bu birörnek küresel nefsimizin aynasıydı işte. Biz bir katta yemek yiyor, bir katta alışveriş yapıyorken, bir başka katta mülteciler dileniyor, bir diğer katta da amansız savaşlar yapılıyordu.

Herkes birbirinden kopuk, bir arada ama birbirine değmeden, en büyük acılara uzaktan mesafeli, en büyük tatminler için heves ve hırs dolu, üst üste kümelenmiştik. Bir bakıma kendi kendimizin vitrin süsü olmuştuk.

***

Şiddeti bile eğlencelik malzemeye dönüştürerek bundan milyonlar kazanan sanat sektörleri hayatımızın her alanında o kadar meşruiyet kazanıyor ki. Bizim bu hafta vizyonda olan ve oynayacak sinema bulmakta zorlanan Buğday filmimiz gibi yapıtlar mesela ‘sanat filmi’ denilerek, böyle bir kategoriye mahkum edilerek tenhalaşmaya itiliyor.

Sinema filmi ya da roman, sadece eğlendirmeye, unutturmaya, oyalamaya değil, kendine getirmeye yarar. Hop oturup hop kaldırmaya yarar. Neden birbirinin aynı zevkleri olan küresel müşterilere biraz farklı bir şey sunduğunuzda itiraza kapılıyorlar, konforları bozuluyor, ithama ve itiraza başlıyorlar da keşfe, meraka, ilgiye dayalı bir zevk ve tecrübe geliştirmekle uğraşmıyorlar?

Neden çoğunluğa hitap eden vasatlıklar baş tacı edilirken tüketiciler bir filmden diğerine, bir kitaptan ötekine koşuşturup duruyorlar? Kendini nerede arayacaklarını bilemeden! Ve sonra neden bir türlü bu arayış adlı çok modern eylemin bedellerini ödemekten de kaçınıyorlar?

***

AVM’deydik evet. Her köşede, her kenarda çok eğlenceli, çok tüketime yönelik, tatmini amaçlayan ama hep tatminsiz bırakan bir şeyler oluyordu. Gürültü patırtı içinde ve bu hengamede de hak yok muydu, bir saniyelik eksik gedik olabilir miydi kainatta?

Marifet bu iç içelikte yine kendi seyr ü sülukunu, bugünün dilinde, bugünün yöntemlerinde yapabilmekti. Bir AVM’de gerçek bir talip, halvet bile çıkarabilirdi, eski dönemlerin tekkesindeki gibi.

Ama bunun için sahtesi bol mürşitlere değil, mürşid-i hakikilere gerek vardı. Hınzıra değil, Hızır’a. Tabiri caizse. Resulullah veçhesinden, insandaki kemalini tamamlatacak bir emanet ehline! Ki dağda tepede değil, gerekirse bu yürüyen merdivenlerde de bulunurdu. Nihayetinde kişi neye talipse, ona yakalanacaktır.

***

Dedim ki, bugünün sanatı, bugünün kültürü, eğlencesi, oyalanması, birlikte paylaşıma açık olan aktivitelerinin ruhu tam da burada tecelli ediyor, nefsimizin vitrinindeyiz. Bu sebeple yaşantımızın bugününü tarihte bırakarak değil, sonsuz şimdide anlatabilmek için, alıntılara değil, kendi kıssalarımızın bizde canlı olan gerçekliğine odaklanmaktır sanatta payımıza düşen.

Filmde şu şudur bu budur demek değil, onu bugünün olayları içinde nefsimizde yaşatabilmek, gerçekleştirebilmektir. Her birimiz kendi menakıbımızı yazarken, kendi alametlerimizin canlı tefsirini yapmaktayız çünkü. Sinema salonunda da, hayatta da.

Nitekim perde her kalktığında kocaman sinema ekranında bir ayna beliriyor biz seyircilere. Kendini ister gündemin diliyle, ister kaba güldürülerin diliyle, ister sinematografik bir dille, neyle ararsa arasın talip olan.

İlme’l yakîn olarak gerçeği bilmenin, onu nefsinde ve yaşantında ispat edemedikten sonra şahitliği tam olmuyor. Tarihsel bilgilerle bugünün şahitliğini ister sinemada ister romanda yapmaya çalışmak da gönülleri açmaya yetemiyor. Evrensel insani bakışa odaklanamıyor bu şekildeki eserler elbette.

***

AVM’den çıkışımız (çıkamayışımız da) tıpkı Buğday’daki kahramanların çok korunaklı ve güvenlikli şehirden bir türlü çıkamamalarına benzedi. Asansörler dolu, yürüyen merdivenler çalışmaz haldeydi. Hangi katta olduğumuzu ararken, labirent gibi yan yollardan geçerken, oluk oluk geçip gidenler arasında biraz yavaşladığımızda her yandan memnuniyetsizlik sesleri yükselirken, otopark katına zar zor ulaştık.

Sonrası yerin metrelerce altına doğru, devam etti gitti. AVM’lerin açılmasına boşuna kızıyoruz dedim. Bu eğlencelik sanat seçimleriyle, bu teselli niyetine yaşantıyla, bu kendi kör noktalarından kesintisiz kaçma biçimleriyle layık olduğumuz tam da budur. Sanatta da, hayatta da.

#AVM
#Alışveriş