Memlekete dönüş: Mega kentliler ve kadim bilgelik!

04:005/09/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Leyla İpekçi

Hepimiz uzun yıllar sonra ilk kez memlekette bir araya geldik bu bayramda dedi komşum. İki aydır köydeyiz. Ne güzel denk geldi. Çoluk çocuk torun, güzelce döktüler kurtlarını. Ne hastalık kaldı, ne mızmız, ne tutturmaca. İnsan gibi hayata dahil oldular.Bir yakın arkadaşım keza, aynı şeyi söyledi. Derken bir baktım bu yaz iki bayramın da tatile gelmesi vesilesiyle sosyolojik bir vakıa oluştu. Birbirini uzun zamandır görüp halleşemeyen aileler memlekette buluştu, daha uzun vakit geçirip, bir arada

Hepimiz uzun yıllar sonra ilk kez memlekette bir araya geldik bu bayramda dedi komşum. İki aydır köydeyiz. Ne güzel denk geldi. Çoluk çocuk torun, güzelce döktüler kurtlarını. Ne hastalık kaldı, ne mızmız, ne tutturmaca. İnsan gibi hayata dahil oldular.


Bir yakın arkadaşım keza, aynı şeyi söyledi. Derken bir baktım bu yaz iki bayramın da tatile gelmesi vesilesiyle sosyolojik bir vakıa oluştu. Birbirini uzun zamandır görüp halleşemeyen aileler memlekette buluştu, daha uzun vakit geçirip, bir arada yaşadılar. Anadolu’nun bütün köyleri, kasabaları şenlendi. Issızlığa terk edilmiş hanelerin ocağı yandı, bahçeler çapalandı, kökler sulandı. Çoluk çocuk özgürce oynadı. Kabirlere taze çiçekler geldi.

***

Halbuki yıllar var, köyüne yazın on beş gün sayfiye yeri olarak muamele etmek dışında hiç uğramadan yaşıyor küresel dünyanın mega kentlileri. Köyden kurtulmak için ve büyük şehrin kaloriferli, akan sulu, marketli, asansörlü hayatına dahil olabilmek için kadim kültürlerini terk ettiler. Hem törelerini, hem dini geleneklerini, hem bilgelikle dolu taşra kültürlerini, hem de doğa ile ilişkilerini demode bulup terk ettiler. Unutmak istediler.

Kaç kuşak şehirde doğduğu halde ne köyüne gidip köyünden zevk almayı öğrendi ne de şehirli beyaz yakalıların hakim kültürüne kendini dahil hissedebildi. İki arada bir derede yaşarken elbette çok müthiş bir tecrübe elde ettiler ama nihayetinde onların da çocukları artık domatesin markette yetiştiğini, suyun kaynağının musluk olduğunu sanarak büyüdüler AVM’lerde.

Yeter ki büyük şehir olsun diyerek sıkış tıkış, iskan alınamayan evlerde oturup, beyaz eşya dükkanlarında ömür tükettiler. Mevsimlerle, hayvanlarla, toprakla, suyla yaşamayı unuttukça egzozu, betonu, hipermarketi modernliğin tek ölçütü olarak kutsadılar.

***

Küreselleşmenin vahşi tüketim kalıplarını zorlayan zirvesinde neyi yitirdiğini fark etmeye başlayanlar yerelliğin içerdiği kadim / evrensel niteliklerini yeniden keşfedip yerel farklılıklarına sahip çıkmaya başladılar. Zamanın ruhuna uygun olarak turizme açıldıkça mesela sadece o yöreye has sebze meyvenin değil, azizlerin, türkülerin, zanaatın, el sanatlarının da kadri bilinmeye başladı.

15 Temmuz’dan sonra da bu sosyolojinin izlerini takip ettiğimizde hep aynı gözlemi yapmaya başladık: Köyüne ve memleketine mega kentten bakıp özleyen, Anadolu irfanının mayasını hatırlayan, kültürüne biraz da oryantalist / dışarıdan bakmaya başlayanlar: Yeniden sevmeye ve sahip çıkmaya başladılar memleketlerini.

Seller, sağanaklar, depremler arttıkça, nefes alacak yerler şehirde azaldıkça bir uyanış ister istemez başladı geç de olsa. Yeni kuşaklar elbette şehri terk etmeyecek ama eski bahçeleri devralıyor, sebze meyve işine girmek istiyor, köydeki evlerini onarıyorlar. Elbette bu da genel bir eğilim değil ve içinde başka sorunları ve zaafları da barındırıyor. Ama:

Kaybedilmiş kültürlerini canlandırdıkça köydeki müzeler, sohbet odaları eskiye oranla daha çok doluyor, kadim yaşam çoktan yitirilmiş olsa da, yeni bir şuur ve sentez ile dönüyor taşra kendi ruhuna. Dönebilecek mi acaba! Kim bilir.

***

Kültürel olarak kuşaklardır şehirde sanat ve kültürel birikimini batılı bir zevkle yoğurmuş olanlar, kendine muhalif aydın diyenler vesaire, artık herkesin kolayca yollara çıkıp hareket etmesinin sonucu tenha turizm cennetlerini özler olmuşlardı.

Bir iki sezondur Gümüşlük’e, Alaçatı’ya sığamaz hale geldiklerinden yakın Yunan adalarına atmaya başladılar kendilerini. Hem ucuz hem de öyle kaçtıkları cinsten din ağırlıklı taşralılık filan yok! Artık memleket yaşanmaz diyenlerin sayısı Gezi döneminden beri hızla arttı, artıyor.

İki bayramın yaz tatiline denk gelmesi vesilesiyle bir başka sosyolojik vakadan da bahsedebiliriz sanırım. Bodrum’daki tatile bile uçakla gitmekten vazgeçmeyen ama havaalanı için ağaç kesilirken kıyamet koparan kitleler giderek ‘dışarıya’ atıyor kendilerini. Haklılık içeren çıkışlarını bile taşralılara lümpen filan diye aşağılamayı sürdürerek yapanların sayısı bir türlü azalmıyor!

Adam seksen yıldır eliyle kazanıyor hayatını. Taş taşıyor, ağaç kesiyor, çay topluyor, TIR kullanıyor iken ona bir sınıf tanımı yapılıp içine konuluyor, tanzim ve tasnif ile sınırlanıp isyankarlığa talim etmesi bekleniyor. Adam bazen yayla yolu açılsın istiyor, bazen ifrat oldu, bu kadar dere kurutulur mu diye kızıyor. Bir torunu örtülü, biri değil. Adam, bazen oyunu şuna veriyor, bazen buna. İnancı, kültürü, kadim birikimi var, sizin tanımlarınıza sığmıyor.

Ne var ki bir dönem komünist olmadı diye, şimdi de vatanını seviyor diye güdümlü biatçı yalaka lümpen muamelesi görüyor kendine muhalif aydın diyenler tarafından. Bayram vesilesiyle bir kez daha anladım ki hayatın nuru, hiç eksilmeyen mucizesi bu tanımlara sığamayan gönül tecrübemizin diriliği yüzünden kendiliğinden yaşanmaya devam ediyor!

#15 Temmuz
#FETÖ
#Anadolu
#Tatil