Bütün dini cemaatlerin menfaatçi / siyasileşmiş olduğu yanılgısını bize armağan eden içimizdeki bazı canlı örnekler yüzünden mürşidin sahtesiyle hakikisini nasıl ayırt edeceğiz meselesine kaldığımız yerden acizane devam edelim.
“Anın vasfın eydür isem halk mâşûkın öğer sanır / Hâcet değil öğmek ana kendi nûrın kendi öğer” demesi gibi Yunus'un: Sevgilinin sıfatlarından bahsederken kaşı gözü, eli ayağı olan maşukun övüldüğünü sanır pek çoğumuz. Oysa aşkın kaynağına gider tüm övgüler. Zat'ındır. Şeriatın içi vardır, içi vardır. İsimlerin müsemması vardır. Onu överken, makamını yüceltiriz, övgüler onun şahsına gitmez.
Önceki yazımda dediğim gibi; eğer mürşidde Hakkı müşahade edemezsek, manada da bunu tasdik edemezsek: Bağlandığımız / gördüğümüz onun mecazı olur. Manası değil, sureti olur. Makamı değil, şahsı olur. İlahi kimliği değil, benliği olur. Şahsına secde etmek budur. Şirk. Bu durumda tasavvuf karşıtları haklı duruma düşer.
***
Mürşid yani maşuk bu alemde bir suretten görünse de bize: Aslolan onun manasının her suretten göründüğünü idrak etmek. Bu idrake vardırıyorsa bizi, o gerçek bir Hak dostudur. O suret insanın gönlünde kendi sureti olur ve kişi kendi suretini mürşidinde gözlemlemeye başlar. Evet ancak bu şekilde hakikate delil olur. Mürit mürşit birleşmesi; ben ve öteki algısını ortadan kaldırır.
Leyla'ya aşkını anlatan deli divane Mecnun'un Leyla benim demesi gibi. Bu durum mürşide çok yakınlaşıldığında olur. Mana ve maddenin birleştiği yerde. Ayette geçen “iki yay miktarı ya da daha yakın” halidir bu.
Gönül ancak içinde Tapduk'un nefesi olan o dergâha dönüşebilirse, Yunus'un kırk yıldır yanan odunları aşk ile çatırdar, kül olur. Evet o odunlar nasıl bir aşk ile çatırdamışsa... küllerinden yürekleri yakan harfler, kelimeler, dizeler çıkmıştır. Yunus'un şiirleri bir medeniyetin aşk sesi olmuş, elan yankılamaktadır, medeniyetin dölleyici tohumu misali.
***
Mürşid-i hakikî makamında olmayan, tevhid ehlinin silsilesine bağlanmamış pek çok sahte şeyh her zaman oldu, olacak. Onlara kulluk etmekle Resûlullah'ın hakikatini temsil eden, velayet makamına gelişi tasdik edilmiş Hak aşıklarının sözüne itaat etmek arasındaki fark hak ile batıl kadardır.
Rabıta, o manevi silsilenin yaşayanları eliyle Resulullah üzerinden birbirine bağlanır, gönülden gönle akar, kesintisiz zikir olur. İrşad olanın, belli bir zümreye değil kainatın tekâmülüne hizmet vermeye hazır olmasıdır çünkü bu devamlılıktaki amaç. Maksat insan-ı kamil yetiştirmektir. Devlete / küresel şebekelere kadro açmak değil.
“Öyle ilim vardır ki onu ancak marifet ehli bilir, gizlenmiş mücevherat gibidir” hadisinin sırrına cemaat halinde varılamayacağını, hiçbir topluluğun İslam'ı en iyi biz temsil ederiz diyerek başkalarına hakikati topluca tebliğ ederek irşad makamına ulaşamayacağını kabullenmek gerekiyor.
Kuşkusuz her ferdin irşad olmasına bağlı değildir toplumların kemâli. Fakat dışımızda ve çevremizde adalet eksenli bir dil konuşmak rıza ve gönül parametreleriyle vücudda tatbik edildiği sürece medeniyet kurulabiliyor. İnsan büyük bir alemdir. Tevhid tohumu içinde. Her insan bir tevhid medeniyetidir. Ama pek çoğumuz kadavra medeniyetinde yaşarız.
***
Önceki yazımda da belirtmiştim, tevhid vehimlere ve zanna dayanan kutsamaların ötesinde, aşk ile Hakkı idrak etmektir. Ne kadar idrak varsa, rabıta o kadar güçlü oluyor. Ali (ks), Efendisinin yerine onun döşeğine uzanmış ve öldürülmeyi göze almıştır hicret günü. Hazreti Peygamber (sas) de Ali'ye kızını vermiştir. “Eti etimdir, kanı kanımdır” demiştir. Şimdi bu sahih rabıtanın hedefiyle bir cemaat mensuplarının aynı ülkü etrafında birleşme hedefi kolayca benzeşmez.
İlle aynı duygu, aynı düşünce, aynı ideal, aynı ülkü etrafında birleşmek demek değildir cemaat olmak. Bambaşka düşüncelerle, birbirinden bağımsız duygularla, hatta bazen de farklı paydalar etrafında birleşerek yine de bir araya gelinebilir. Bizi kuşatan muhabbet olmalı.
Aynı marketten alışveriş yapmamız, aynı televizyon kanalını seyretmemiz, aynı bankaya para yatırmamız da şart değil. Gündelik tüketim kalıplarında ortaklaşmak, aynı dualara amin demek, aynı kitapları okumak da gerekmez. Aynılaşmayı değil çeşitlenmeyi, bir örnekliği değil farklılaşmayı getirir cemaat olmanın iç manaları. Aşıklar bahçesinde gül olmaktır cemaat. Ki her gül başka kokar.
Kabe'deki gibi; her şey, sayısız çeşit, renk, biçim, tarz, meşrep birbiriyle uyumlu hale gelmeli, bir organizmanın parçaları olmalı içeride. Sır, nurdur ki söze dökülmeden paylaşılmalı, ahenk içinde. Amaç; birlikte yok olmaktır; var olmak değil. Yokluğa, fakra ulaşabilenlerdir gönül cemaati olanlar. Birlikte var olup ismini devletin kadrolarına yazdırmak değildir amaç. Varlığa ve insanlığa Allah için hizmet ederler.
***
Bu gökkubbe altında Allah'ın bilinmeyen nice evliyası var. Veli isminin insanda tecelli edişi de sadece görünür alanlarda değil, hayatın görünmez zerrelerinde kesintisiz devam eder. Bunları iki buçuk yıl önce İtibar dergisinde yazmıştım büyük ölçüde.
Anadolu ve bu geniş coğrafya, bu toprakları mayalayan adı sanı bilinmeyen sayısız Allah dostuyla kaim. Bir mürşid-i kamil'e intisap edecek dervişler onun bir şeyhin müridi olduğuna ve onun da tıpkı kendileri gibi mürşidine aşk ile itaat ettiğine şahitlik ederler. Yuta yuta maşukunu: Aşık da maşuk olmaktadır.
Aynı zamanda bu silsilenin 'en güzel başlangıç'la 'en hayırlı son'u birleştiren Efendimiz'in (sav) silsilesine dahil olduğunu bilirler. Vahyin bozulmazlığının ve değişmezliğinin güvencesi emanet ehlinin 'benliksiz makam'dan söylemesi değil midir zaten? Kudsi Hadis'den mülhem; onlar ki Hakk'ın konuştuğu dili, işittiği kulağı, gördüğü gözü olabilen...
BIST isim ve logosu "Koruma Marka Belgesi" altında korunmakta olup izinsiz kullanılamaz, iktibas edilemez, değiştirilemez. BIST ismi altında açıklanan tüm bilgilerin telif hakları tamamen BIST'e ait olup, tekrar yayınlanamaz. Piyasa verileri iDealdata Finansal Teknolojiler A.Ş. tarafından sağlanmaktadır. BİST hisse verileri 15 dakika gecikmelidir.