Kültür sanatta vasatlığa bütçe de gerekmez!

04:0021/10/2017, Cumartesi
G: 18/09/2019, Çarşamba
Leyla İpekçi

Saraybosnalı Amina Siljak Jesenkovic, sevgili arkadaşım, Gerçek Hayat dergisinde çok isabetli yazmış. Kültür sanat dünyasında ideoloji üzerine kurulmuş grupların bir alanda, bir dalda monopol olmalarını bir türlü kabul edemediğinden başlıyor. Bu tekelcilik içinde olanların kendi tayfasından olmayanlara dışlayıcı davranmasından ne kadar çektiğini kendi tecrübelerinden de yola çıkarak anlatıyor.Onu okurken küresel ölçekte de böyle olduğunu, dünyanın ‘seküler inançlı’ gruplarının tevhid inancından

Saraybosnalı Amina Siljak Jesenkovic, sevgili arkadaşım, Gerçek Hayat dergisinde çok isabetli yazmış. Kültür sanat dünyasında ideoloji üzerine kurulmuş grupların bir alanda, bir dalda monopol olmalarını bir türlü kabul edemediğinden başlıyor. Bu tekelcilik içinde olanların kendi tayfasından olmayanlara dışlayıcı davranmasından ne kadar çektiğini kendi tecrübelerinden de yola çıkarak anlatıyor.


Onu okurken küresel ölçekte de böyle olduğunu, dünyanın ‘seküler inançlı’ gruplarının tevhid inancından gelenlere karşı duyduğu doğal ve normatif bir üstünlük duygusu olduğunu hiç unutmuyorum. Çünkü tastamam böyle bir eğitimden ve kültürden gelmiş biriyim, Müslümanlığımı aşk ile almazdan evvel.

Dolayısıyla dışlamıyor, inkar etmiyor, ikiliğe düşmeden anlamlandırmaya çalışıyorum hep. Çünkü gerçeğin içi var, içi var. Ne var ki durmadan hakarete, aşağılamaya, iftiraya maruz kalmak oluyor yegane karşılığı.

Romanlarımı, yazılarımı “nasılsa o sonradan bu mahalleye geldi, bize yeni bir şey mi söyleyecek” diye küçümseyerek göz ardı edenler ile “o zaten yobaz oldu” diyerek hor görenler arasında “atın atın, bunlar benim sermayem” diyerek...

***

İnançlılara karşı Amina’nın dediği bu doğal kibrin, bu üstünlük önkabulünün yerini hiçbir şeyin tutmadığını biliyorum ama içeriden. Tahammülsüzlüğün de nefretle olan ilişkisine fazlasıyla aşinayım. Nefret ise adalet yerine zulme hizmet ediyor hep.

Amina da yaşamış bunu içeriden: “Ne yazık ki kendilerini ufukları açık olarak tanıtanlar önyargılarının ötesine geçemiyorlar” diyor: “İnançlıların alanları arasında sadece ilahiyat, din, diyanet gibi konulardan rahatsız olmuyorlar. Sanatta ise geleneksel sanatlar. Hat tezhip. Müzikte ilahi ötesine geçmesinler. Çünkü dindar ve yobazın estetikten sanattan anlamadığının önkabulü vardır onlarda.”

Hal bizde de böyledir ve inançlı kesimler durmadan savunmada ve direnişte yaşamak zorundadırlar özellikle kültür sanatta. Birkaç batılı dili bilmek, batılı eserleri yutmak, onlardan alıntı yapmak, onlar gibi eser icra etmekle neredeyse yükümlüdürler. İlahiyat çerçevesine sığmadıklarını kanıtlamak için. (Bir evliya dahi çıkaramamış İlahiyat’ın buradaki sorumluluğu başka bir konu.)

***

Cumhurbaşkanı’nın her fırsatta dediği gibi, kültür sanatta ilerleme neden kaydedilemediği o kadar açık ki. Bu kafayla da çok zor. Bunları düşünürken Amina, kaldığı yerden devam ediyor. Dindar kesimin de bu “sizden büyük sanatçı olmaz” algısının oluşmasındaki payının altını çiziyor. “Aman sen muhafazakar ailenin kız çocuğusun, şarkıcı olamazsın” gibi. “Bizden kimse dinden çıkmasın, sanata gitmesin!”

Bugün bile “bu hatun aktris, senin nasıl arkadaşın olabilir?” Veya “camide ne işi var bunun!” gibi yorumlarla karşılaştığını söyleyen Amina, sanki namaz kılan, camiye giden inançlı biri müzisyen olamaz diyor. Ama asıl eleştirisini İslami dedikleri alanda icra edilenlere tutuyor.

“Burundan okunan ilahilere, beyaz sakallı dedenin rüyaya gelip nasihat vermesine, zerre kadar estetik tarafı olmayan İslami dedikleri dizi, film, roman gibi kültür sanat ürünlerine itiraz eden yok. Sanat eserinin dokusuna zarar veren ideolojik serpmelere itiraz eden yok. Ne laiklerden ne muhafazakarlardan. Gerçek değerleri savunacak kimse de yok.”

“Müslüman biri olarak genel kitlelerce bu hiç itiraz konusu olmayan vasat sanat ürünlerini savunamam” diyor Amina: “Edebiyat tarihçisi olarak madem alanım Osmanlı dönemi, dindar olarak yaşamış şair yazar bestekarların eserlerinin vasat olmadığını biliyorum.”

Biz de biliyoruz maalesef! Ve yazılarımızda hep medeniyetin yapı taşını oluşturacak kültür sanatın manevi büyüklerinden, divan edebiyatının aşk geleneğinden, menakıp ve kıssaları bugünün dilinde canlandırmaktan dem vuruyoruz. Alıntı kültüründen yaşantı kültürüne geçilmesinin elzem olduğundan...

***

“Vasatlık hayat tarzından, inancından, mezhep veya tarikatından değil bireyin yetenek zaafından kaynaklanan bir şey. Vasat olmadık, vasat değildik, bundan sonra da vasatlığı kabul etmiyorum!” Diyor arkadaşım manifestosunda.

Ben de etmiyorum Amina. Ama artık vasat olanla olmayanı ayırt edemez şekilde hadım edildi zevkimiz. Senaryo kitabı okumakla senaryo yazdık sanıyoruz. İki kitap okumakla romancı oluyoruz. Sinema okuyunca da yönetmen olup çıkıyoruz.

Kendini işine vermeden, adanmadan, iğneyle kuyu kazma sabrını gösteremeden, hakkını vermeye değer bulmadan, bol üşengeçlikle, kopuk kopuk, yarım yamalak sanat yapıyor ve sanatçı oluyoruz. Bir de çok kazanıyoruz ve transfer oluyoruz!

Kimin umurunda vasat, yanlış yunluş alıntılar, özensiz ucuz işler ama karşılığında cebini doyuranların estirdiği sözümona çok iyi biliyormuşçasına yazdıkları paçavralar.

Mesela çizgi romanda Yunus’un halvet odasında kapısının vurulmasının nasıl bir gaf olduğu kimin umurunda! Yunus’un ise kim o diye sorduğunu, cevaben mürşidinin Tapduk demesini. Halvetin, mürid mürşid ilişkisinin bu kadar korkunç bir cehaletle sunulmasındaki vurdumduymazlık neyin ürünü? Bu kağıt parçasından para kazananların vebalini kim taşıyor?

Vasata akıtılan paralarla köşeyi dönenlere “ama bizim kültürümüzde iki bin divan vardır en bilinen aşk şiirlerini açıklamalı, edisyon kritikli yayınlasak bile satamıyoruz” dediğinizde, bön bön bakmalarını hangi mercii samimiyetle dert ediniyor?

Hangi nesil, hangi ehil eleman hangi kültür sanat dalında yetişecek ki böyle? Usanmadık mı tilkilerin, kurtların, köpeklerin, amiplerin, pirelerin, kargaların dilinden daha?

#Kültür Sanat
#Saraybosna