İnsan: Akıp giden bir umman…

04:0016/10/2018, Salı
G: 16/10/2018, Salı
Leyla İpekçi

Eski şarkılar eski kokular gibidir. Hatırlanmaya mahkûmdurlar. Gönül hafızasında hep derin dondurucuda dururlar. Bir sinyal alır almaz erimeye başlar, yüreğinizi yakarlar kaldığı yerden. Geçenlerde gençliğimin nefeslerinden biri, Charles Aznavour vefat ettiğinde, eski şarkılara döndüm. Joe Dassin’lere, Moustaki’lere.Yitip giden dünyanın sesini hatırladıkça anıların da benimle birlikte yaşlandığını fark ettim. Gençliğimdeki biraz bohem, biraz romantik ruh halini yansıtan Fransız ozanlar bugünün küresel

Eski şarkılar eski kokular gibidir. Hatırlanmaya mahkûmdurlar. Gönül hafızasında hep derin dondurucuda dururlar. Bir sinyal alır almaz erimeye başlar, yüreğinizi yakarlar kaldığı yerden. Geçenlerde gençliğimin nefeslerinden biri, Charles Aznavour vefat ettiğinde, eski şarkılara döndüm. Joe Dassin’lere, Moustaki’lere.



Yitip giden dünyanın sesini hatırladıkça anıların da benimle birlikte yaşlandığını fark ettim. Gençliğimdeki biraz bohem, biraz romantik ruh halini yansıtan Fransız ozanlar bugünün küresel mega şehirlerinde ve sanal âlemlerde arşivlik birer numune olarak kaldı. Devamı yok, çoktan karışmışlar bambaşka iklimlere.

Fransızca; gençliğimde şarkı söylediğim, günlük tuttuğum, şiir yazdığım, rüya gördüğüm dil. Ozanlarıyla, filozoflarıyla, sosyologlarıyla. Anadilimde olgunlaşacağım günlere gelene dek beni farklı kültürlerde gezdiren ilk yabancı dilim.

Evet, eski şarkılar sizi bir zamanlar olduğunuz ve artık olmadığınız başka bir dünyaya taşırlar. Oraya dönersiniz ama dönen de bir başkasıdır artık. O şarkıları dinleyip söyleyen kişi, sanki sizden öte bir başkası gibi; değişen suların değişmeyen suyu gibi ıslatır durur yaşlar yanaklarınızı.

Kap genişlemiştir muhakkak. Ben içindeki benlere her seferinde bambaşka bir ben ile bitimsiz yolculuk! Ama yine de dökülür yaşlar, geçip giden yıllar gibi.

*

70’li ve 80’li yıllarda Fransızcadan sonra İngilizceyle yaşamış ve bambaşka etkiler almıştım dünyanın ruhuna dair. John Lennon’ın İmagine şarkısıyla barışçı bir geleceğe uçan kelebekler gibiydim bir dönem! Yine de hayatın anlamı üzerine ilk resmi dersimi lisedeyken felsefe hocamız Mösyö Piyer’den almıştım.

(Ki adını böyle Türkçe yazdırmıştır, daha önce de kalemimle andım onu başka vesilelerle.)

“Ama insan nedir” diye sorardı, elinde tebeşir, kara tahtaya ruh sonsuzluk insan anlamına geldiğini farz ettiğimiz figürler çizer, karalardı. Cümlenin başındaki ‘ama’ vurgusu bana hep ilham verirdi. Sanki bizim sandığımızdan başka bir şeydir insan demek istiyordu. Kendisi bir rahipti, âşık olunca evlenmek istemiş, rahipliği bırakmıştı.

Dönem maddenin de mânâ olduğunu bize unutturmuş iki kutuplu dünya dönemiydi. Dünya defalarca başka biçimlere, başka vakitlere evrildi, defalarca yıkıldı yapıldı içimizde.

Evet, bambaşka bir dünya imiş. Sadece eski şarkılar değil, şarkıcılar, yüzler, ifadeler, vücut dilleri. Mesela Aznavuor alkışlar içinde sahneye gelip mikrofon elinde “daha dün 20 yaşındaydım” şarkısını pleybek yapmaya başlarken tıpkı aynı dönem bizdeki pop aranjmanları okuyan şarkıcılar gibi veya mesela Erol Evgin gibi sahnede hafifçe kıvrılarak dans etmeye başladığında ah dedim ah!

Artık bambaşka bir dünyanın insanı olmuş hepsi. Ha Aznavour ha Evgin! Ama kalbimizde iz bırakmış ki, yeniden canlanabiliyor işte!

*

Evet, benim gibi kültürümüzün mayasındaki ilâhilerle türkülerle, Karacaoğlan şiirleriyle, Neşet Ertaş türküleriyle veya “sordum sarıçiçeğe” sözleriyle değil de şansonlarla, Mozart’la Bach’la veya Ajda, Sezen, Hümeyra, Tanju Okan gibi şehir şarkıcılarıyla filan büyümüşseniz insanlığın bütün farklı kültürlerini ‘yerli’ kılabiliyorsunuz.

Çünkü gönle aldıklarınız size ev oluyor, sizden oluyor, size has oluyor. Ve yine çünkü kalbe dokunan her ses, her ritim size muhatabınızın Hak olduğunu hatırlatıyor. Sanatın ruhu işte! Artık şu gavur, bu ecnebi diye değil, şunu sevdim şu beni esinledi diye bakıyorsunuz.

Ve sonra da sevginizin ispatı geliyor hayatınızda. Mozart’tan aldığınız sesi romanınızda umulmadık kelime terkiplerine dönüştürebiliyorsunuz. Ya da Mısrî ve Yunus ilahilerini işitmeye başladığınızda ‘gizli hazine’nin kıymetini bilebiliyorsunuz.

İlla gönlünüzdekilerle yazdırır çünkü size kendini bir roman. Ya da sanat diyelim, sizi esinleyen her şeyle oluşmuş bir estetik terkiptir. Edebiyat kendi üst mertebelerinizin kelimeye bürünmüş suretidir.

İnsan sevdiğini içine alır, kendine katar ve o olur, dönüşe dönüşe. Buna kısaca aşk diyoruz. Ana malzememiz, ana temamız çünkü aşk. Hayatta da sanatta da. Hangi coğrafyada, hangi millette kültürde yetişirse yetişsin hiç tanımadığınız bir sanatçı bazen sizdeki aşkı alenileştiriyor, size iade ediyor manayı. Alırız, öper gönlümüze koyarız.

*

Yarım asrı devirmişseniz evet dünya usul usul çekilmeye başlıyor sizden. Bazen de hızla. Gençlerin tavırlarındaki umursamazlık, kendini verememe hali ve üşengeçlik mesela çok yormaya başlıyor sizi. Kopuk ilişkilerden, asosyal tavırlardan, ulu orta benlik kavgalarından şikâyet etseniz ihtiyar ve anlayışsız oluyor, hatta konu dışı kalıyorsunuz.

Dünyanın tınısı kaldığı yerden devam ediyor. Ama siz onun ritmine ayak uyduramıyorsanız derhal göze çarpıyorsunuz. Ve böyle birini gençler ancak idare ediyorlar, çok ciddiye almadan. Anlayın artık yaş ilerlemiş, “sizin zamanınız” bir daha geri gelmeyecek.

Ama tüm değişimlerinizi içinizde barındırdığınızı idrak edince geçip giden anıların da eski olmadığını anlıyorsunuz. Şimdinin sonsuzluğuna alıyorsunuz hepsini, bugüne dahil olan her geçmiş, geleceğe akan bir deniz gibi, bütün zamanları birleştiriyor içinizde.

Varsın dünya hızla çekilsin karasularımdan diyorsunuz. İçimden binlerce yıl geçiyor, on binlerce ırmak akıyor ummana.

Her birimizin gönlü kıyısız okyanus. Değişen akışların değişmeyen suyunda hayat gemisi süzülmeye devam ediyor. Ufukta bir yelkenli gibi. El sallıyorsunuz ama veda niyetine değil.

Çünkü damlanızdaki deryada yüzmeye başladıkça yelkenli de, deniz de, el sallayan sizin gibi ummana dahil oluyor. Evet insan akıp giden bir umman. Dünyaya sığar mıydı ki zaten!

#İnsan
#Yaşam