Dünyanın bütün aşk işçileri birleşin!

04:002/05/2017, Salı
G: 17/09/2019, Salı
Leyla İpekçi

Mecnun yerde bir yaprak gördü. Baktı vefakâr bir kalem yaprağın üzerine Leylâ Mecnun isimlerini yan yana yazmış. Tırnağıyla Leylâ ismini kazıdı. Yalnız kendi ismi kaldı. Görenler bunu anlayamadılar.



“Niçin birini kazıdın” dediler. Mecnun: “Böyle iyidir, bir isim ikimiz için kâfidir” dedi. “Birisi aşığı kazırsa sevgilisi oradan fışkırır.”



“Peki niçin Leylâ'nın ismini kazıdın da kendi ismini bıraktın” diye sordular. Mecnun: “Onun kabuk benim iç olmamı doğru bulmuyorum” dedi. “Ben dosta örtü olmalıyım. Ben kabuk olmalıyım, o iç” (Nizami / Meb yayınları).



Sevenler neye örtü olduklarını biliyor mu? Neredesin ey aşık? İçi var, içi var, içi... Biz evet hayırlarla senlik benlik davalarıyla vakit tüketirken, aşk işçileri bir mayıslarda değil, bin yıllarda bin bir asırlarda mesai yapıyor. Kesintisiz zikir misali. “Dünyanın bütün işçileri birleşin” demez aşık. İşçiyi ayırt etmez işverenden. Misafir de sensin der, ev sahibi de. İşçi de sensin, işveren de, patron da sensin köle de. Mülk senin der. Ayırmaz, içine dahil eder zerreden küreye ne varsa.



Sevmekle kıyılıyor nikâh. Nikâha dek nikablı sevdiğin. Nişan alıyorsun aşka. Aşk olsun. Dünyanın bütün sevenleri birleşmiştir artık! Gerisi sevemeyenlerin derdi. Bizlerin.



***


Yokluğa erip aşk olacağımıza aşka örtü oluyoruz. Katman katman. Perde perde. Dünyanın savaşları hep bu perdelerin gerisinde, sevilmemekten çıkıyor. Sevilmediğini sanmak en büyük günah. Benliği kemiriyor yirmi dört saat. Teslimiyetine engel olan da, kuşkularına krallık atfeden de bu vehim. Benlikkakan!



“Salât-ı dâimun bil aşk-ı dâimle olur hâsıl / Kemâli kâmilin bul, aşka rağbet eyle, er ol er” der Osman Kemâli. (Daimi zikir sadece ve sadece aşkla meydana gelir. Nedir aşkın kaynağı? Mürşid-i kamil. Kemâli onu bul, aşka yönel, er ol.)



Niyazi Mısri de şöyle der: “Salât-ı ehl-i kurbun kıblesidir semme vechu'llah / Niyazi durma dâim secde-i ebrûyu tevhid et.” (“Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü oradadır” ayetinde işaret edilen Allah'ın yüzü, O'na yakın olan kimselerin salatının / namazının, zikrinin kıblesidir. Niyazi, durma sürekli kaşını secde ederek / her an rabıtalı yaşayarak Hakkı birle. (M. Tatcı, Aşk sızıntıları şerhi, H yayınları)



Hangi demde hangi yüzü görüyoruz, maşuku Resulullah veçhesinden görebilmekle gerçeğimizin sultanı olabilecekken, Mecnun gibi Leylâ'nın adını kazıyıp örtecekken, bitip tükenmez bir hırsla ismimizin altını defalarca çizmekten usanmadık mı? İsmimiz müsemmasından bağımsızmış gibi!



Nereye dönüyoruz ki baktığımızda bu kör kaldığımız yüzden gayrı yüz yokken?



Benim için bu kamil insan yüzünün yansıdığı somut alem Anadolu irfanı dediğimiz mayada tezahür ediyor. İçindeyken döndüğüm, yaşarken!



Anadolu irfanının tohumu olan kamil insan. Her yan onun nefesiyle dolu. Ki medeniyetimizin beşiği. Mayamızdaki esrarın, hemen her yazımda başka bir veçhesiyle değinmeye çalıştığım gibi kamil insanların, evliyaullahın, Hak erenlerin, tevhid ehlinin nefesi olduğunu fark edebildiğimiz ölçüde, evrensel insanlık havuzuna Batının da bugün acilen ihtiyacı olduğu asli değerleri koyabileceğiz.



***


Sevdiğiyle kendini dolduramadıkça, benliğini gerçeğe örtü yapıyor sevemeyen. Doğuda da batıda da. Yorulmadık mı yorum yapmaktan ey sevemeyen bizler, ey Mecnun'a akıl vermeye kalkanlar!



Bilmiyor muyuz ki hüküm verdiğimiz, fikir beyan ettiğimiz, yorum yaptığımız yerde gizliyor kendini Leylâ. Kiminleyiz, neredeyiz, hangi dağda turlayıp duruyor, nurundan bir gül koklamaya kaç baharlar kaç yazlar geçiriyoruz, kat kat benlik örtülerinin altında.



Arama gereği duymadan bulduğumuzu sandığımız, yanmadığımız, yakmadığımız, ama gece gündüz vehmettiğimiz her yerde, her şeyde. Benliğimizle örtü olduğumuz gerçekte saklı Leylâ. Benim dediğimiz yerde gizleniyor.



Bize “yoksun” dedirtmeden açığa çıkmayacak. Doğru yolda olduğunu sanmak ne büyük vehim. Seni beni hepimizi bundan sevmek koruyacak. Varlığa yokluk bilinciyle ulaşabilenlerin yolunda bekliyor Leylâ.



***


Bir gün Leylâ'dan mektup getiren bir adam çıkagelir Mecnun'a. Anlatır Leylâ'yı ona:



“Ey ciğerimin yarasına tuz eken adam, ben Leyla idim fakat şimdi bin tane Mecnun'dan daha mecnunum. O bahtı kara Mecnun'dan ben bir kere daha deliyim. O bin türlü derde hedef oldu (...) Asıl aciz benim. Derdimi kimselere söyleyemem, en büyük derdim beni çok seven sevgilimdir.”



Evet, Sevilen'in mektubu taşınıyor bir mayıslardan bir haziranlara her dem bu iklimde. Neresinden başlamalı okumaya? Sevilmek üstündür. Ama sevildiğini ancak sevdiğinde anlıyor insan. Sultanın, senin içine veriyor o aşkı. “Ben gönlümü sana vermiştim” der Leylâ mektubunda Mecnun'a:



“Nasılsın, ne haldesin? Ben senin sevginle yaşıyorum, sen kimi seviyorsun? Senin bahtın gibi senden ayrıyım, sensizim; fakat senin eşinim(...) Gel abıhayat ol, bana can ver.”



Bir bakmışsın tutuşuyorsun. Seni mektup üstüne mektupla davet ediyor, iştiyak içinde öyle bir kıvama getiriyor ki, tam kavuşacaksın kovuyor, aşağılıyor, başkalarıyla kaçıp gidiyor her seferinde. Ama ne gam. Döner dolaşır Mecnun, çöller ona dar gelir. Leyla benim diyecektir. Ondan sonra artık kazı dur, sevgilisi oradan fışkırır durur.



Sevenle aşık, sevilenle maşuk olan sultan. Mecnun'u Leyla'ya örtü kılan. Nefsindeki sır. Örtülerin altında, örtü olan! Apaçık görünen de, gizlenen de sensin. Aşık da sensin sultanım. Maşuk da. Adem'in Havva'sı. Canındaki canan. Ezelden ebede; seven ve sevilen.



Dosta örtü oldukça Mecnun, aşk işçilerinin adı maşuk ile yazıla yazıla, “zaman dönüp dolaştı, Allah'ın gökleri ve yeri ilk yarattığı gündeki haline geldi.” İçi var Leylâ, içi var, içi. Ta hiçe kadar, hiç eskimeyen Sevgili. Nereye dönse yüzünü gördüğü. Bilinmeyi sevdiği.




#Niyazi Mısri
#Anadolu irfanı