Asırlık bir nida; Çanakkale rüzgarının içinde

04:006/09/2016, Salı
G: 13/09/2019, Cuma
Leyla İpekçi

Gençliğimden beri, yaklaşık 25 yıldır geldiğim Seddülbahir köyüne epeydir gelmiyordum. Burası Birinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıl, Çanakkale Savaşı'nda düşman gemilerinin bombaladığı ve ilk şehitlerin verildiği mevkii. Boğaz'ı, koylarını, rüzgârını, günebakan tarlalarını, köy yollarını görünce kendimi yine evde hissettim. Dün görmüş gibi oldum. Köpekler bile tanıdık geldi.



Seddülbahir Kalesi'nin ve yanındaki limanın hemen üzerinde, Çanakkale Boğazı'nı tepeden gören, karşıda Troya'ya bakan, ufukta Ege açıklarına, Bozcaadaya'ya görüşü uzanan Sed Kahvesi'ndeyim. Hemen aşağıda kalan bu kalenin bir başka özelliği de, savaştan iki buçuk asır kadar önce büyük mutasavvvıf şair Niyazi Mısri'nin (ks) uğradığı iftiralar sonucu Limni adasına sürgüne götürülmek üzere ayağına bukağı vurulan yer olması.



Çanakkale Savaşı'nda başta Avustralyalı ve Yeni Zelandalı olmak üzere işgal ordusunun askerlerinin gelerek kuşatmaya hazırlık yaptıkları ada olan Limni'ye Çanakkale savaşı boyunca yaralanan düşman askerleri hastaneye götürülüyordu gemilerle. Limni adasının bir başka özelliği de savaşta yenilgimizin tescillendiği Mondros Mütarekesi'nin imzalandığı yer olması.



Sed Kahvesi'nden gözükmüyor ama biraz ilerdeki İngiliz mezarlığından bakınca Gökçeada'nın hemen arkasında, yerini belli ediyor Limni. Çanakkale çıkarması aynı anda Anzak koyuyla birlikte Seddülbahir'den başlıyor. Asıl amaç buradan ilerleyerek Gelibolu yarımadasını kuşatmak ve İstanbul'a kadar ulaşmaktı. Yarımadanın diğer yanından yapılan taarruzla askeri oraya çekmeyi, bu yanı savunmasız bırakmayı hedeflemişti İngilizler.



***



İngilizler Çanakkale Savaşı'nın hızlı bir şekilde tamamlanacağını ve Osmanlı ordusunu yeneceklerini düşünüyordu. Ama olmadı. Alman ve Türk komutanları ilerlemeye engel oldular. Çanakkale'de her iki tarafın askeri çok direnç gösterdi. 21 bin İngiliz, 10 bin Fransız,

8 bin 700 Avustralyalı, 2 bin 700 Yeni Zelandalı, 1350 Hint

vs askerinin öldüğü yazıyor şehitlikte. Yaralılar ise 97 binden fazlaydı. Osmanlı ordusunda da 87 bin şehit ve 250 binle 300 bin arası yaralı olduğundan bahsediyor kaynaklar.



1878 Rus savaşından 1923

'e dek kaç nesil savaştı derken, bir de birkaç cephede, birkaç muharebede savaşan yiğitler de vardı. “Avustralyalıların Türk siperlerine attığı teslim olma çağrısına verilen cevap Çanakkale'deki Türklerin ruhuna dair fikir vermektedir” diye yazıyor buradaki bir tabelada:



“Hiç Türk kalmadı sanıyorsunuz. Ama Türkler var, oğulları da var!” Bize belki Çanakkale kadar uzun gelecek bir 15 Temmuz gecesi bu sözlerin tecelli edişine şahitlik ettik.



***



İngilizlerin, Fransızların mezarlıkları derken, on küsur yıl önce yenilenen şehitliğimize ulaşıyoruz. Abide'ye giden yolda, Fransız mezarlığının altında bardacık yediğimiz ağaç yorgun, dallarını salmış, elan duruyor. Rüzgar hiç dinmiyor burada. İncirin, zeytinin, üzümün, elmanın en güzel vakti.



Anzak koyuna bu kez içerdeki tepelik yoldan geçiyoruz. Çanakkale ruhunun ne olduğunu 15 Temmuz'dan sonra buraya gelişimde, bu kez daha içerden fark ediyorum. Yüz yüze çatışmış düşman bu tepelerde. Şimdiki teröristler gibi kahpece sivilleri, savunmasız insanları vurarak değil. Avustralyalılarla, İngilizlerle, Fransızlarla burada hemen bölgeden gelen Osmanlı askeri o kadar çok çarpışmış ki, etle tırnak gibi iç içe geçmişler toprağın bağrında. Hele bazı yerlerde karşılıklı siperler birbirine o kadar yakın ki. Düşman askerlerin birbirine yemek içecek verdikleri yerler buraları olmalı.



Ve hemen her tepede karşı karşıya gelip oraya gömülmüş şehitler. Bitmiyor. Bütün bir yarımada hala gözyaşı döküyor. Burayı neden bu kadar sevdiğimi anlıyorum.



Buranın hüznünde müthiş bir aşk şahitliği var.



Bilmediği bir toprağa ta en uzak kıtadan gelen gencecik çocukların kanı bizimkilerin kanıyla iç içe geçip aktı, elan akıyor. Buranın domatesinde, incirinde, dutunda, ayvasında, zeytininde işgale karşı toprağını savunan yiğitlerin nefesi var. Bu nefesin içinde farklı meşrepten gelen askerlerin duaları var. Hepsi kendi dilinde; buradan çıkabilecek miyim diye yakaran, niyaz eden...



Ve asıl olarak işgale karşı vatanı savunan askerler. Bizim Ahmet Çavuş gibi, etrafına dağılan kopmuş kolları bacakları, kan çanağın batmış kafaları gördükçe Yarabbi bitecek mi bu cehennem diye dua eden...



***


O vakit böyle dehşet bir işgal ile Anadolu'ya, Boğazlar'a ve İstanbul'a giremeyen düşman, iki yıl sonra elini kolunu sallayarak girdi bu topraklara, doğru. Ama bu şekilde Çanakkale'den geçmeyi başaramadıkları için Kurtuluş Savaşı'nı verebildik. Zihnimizi rehin bıraksak da, 15 Temmuz'da tecelli eden ruh elan dipdiri. Sömürgeleşmedi.



Bugünün savaşçıları ise teröristler. İlla yıkacaklar. Ama yıktıkları kendileri. Şehit olmaya niyetlenen içinse döktüğü kendi kanı. Göğsüne akıtır kanını. Teröristler yıkıyor ama yokluğa erişemiyorlar. Canlı bomba bile olsan, benliğini patlatamıyor, beslemiş oluyorsun.



Katlederken gafilsin. Çanakkale Boğazı'nın dibinde kalakalmışsın. Er meydanı, başkasını patlatanların değil, kendi benliğini patlatanların savaştığı meydan. Hiçliğe ulaşmış birinin nesini yok edebilirsiniz! Fakra ulaşan biri her şeyini vermiştir. Yazar İsmail Erdoğan'ın deyişiyle “Başkalarını hiçleştirmek kolay ama kendini hiçleştirmek zor.” İşte teröristlerin sende asla yok edemeyeceği! Asırlık bir nida; Çanakkale rüzgarının içinde...


#Seddülbahir köyü
#Rus savaşı
#Çanakkale